
İrem Çakır
Semih Kaplanoğlu’nun üçleme olarak tasarladığı “Bağlılık” serisinin 2019 yapımı ilk filmi Bağlılık Aslı; kadınlık, annelik ve aile kavramları üzerine bir hikâye sunuyor. Filmin giriş sahnesinin, kapanış sahnesi olduğunu finalde anlıyoruz. Evinin salonundaki koltukta ana karakter olan Aslı, kucağında iki bebekle oturur. Dingin bir şekilde kucağındaki bebekleri okşar. Yüz ifadesi ve dinginliği oldukça huzurludur. Sahne kapanır kapanmaz Aslı’nın dünyasına girmeye başlarız.
İstanbul’un yüksek binalı, çok haneli, güvenlikli, lüks sitelerinden birinde yaşayan Aslı, evli ve bir çocuk annesidir. Doğum izni alarak müdür yardımcısı olduğu bankadan ayrılmıştır. Filmdeki olay örgüsü tam da bu detayla ilişkili olarak başlar. Aslı, çalışmaya geri dönebilmek için kızına bakıcı arar ve bunun için bir şirketle görüşür. Daha önce bu şirketle olumsuz deneyim yaşadıklarını ve gelecekteki durumun da pek parlak gözükmediğini anlarız. Acaba Aslı bakıcı bulabilecek midir ve işe dönebilecek midir?
Tüm bu belirsizliklerin içinde Aslı’nın evdeki yaşantısını da görmeye başlarız. Evin dizaynı, yemek yeme rutinleri, araba, site gibi detaylardan ise orta sınıfa hatta üst-orta sınıfa ait olduklarını anlarız. Her ne kadar direkt olarak söylenmese de Aslı’nın eşi Faruk, inşaat mühendisidir. Bunu da diyaloglardaki detaylardan anlarız. Şantiyeden eve dönen Faruk, çok aç olduğunu belirtir. Aslı ise ilk defa denediği bir sostan salata yapmıştır. Salatayı gören Faruk hayal kırıklığına uğrar ama yine de yer. Salatalarını yerken sohbet ederler. Bakıcı ve işe geri dönme mevzusu konuşulur. Faruk kesin bir şekilde Aslı’nın çalışmasını reddeder diyemesek de tüm ihtimaller değerlendirildiğinde çalışmayabileceğini söyler. Oysa Aslı için mesele para değildir. Eğitimini almış ve kariyerinde ilerlemiş bir kadındır, onun için çalışmak önemlidir.
Her ne kadar Faruk’ta alışılmış rollerden parçalar görsek de ataerkil geleneklere veya çocuk bakımındaki gelenekselleşmiş rollere o kadar da bağlı değildir. Aslı’yı bir şeylere zorlamayan, yeri gelince bebeği doyuran, Aslı’nın bakıcıyı kontrol etmesi için eve kamera koymasını istemeyen birisidir. Fakat tüm bunlar seyirciyi Aslı’ya karşı kışkırtır. Sanki Faruk, Aslı’nın eksiklerini, yapamadıklarını ve yapması gerekenleri tamamlıyor gibidir. Faruk’un da bazı beklentileri vardır. Örneğin gece uyurken kızları Zeynep ağlar. Faruk sesi duyar ve ısrarla Aslı’yı uyandırmaya çalışır. Çünkü bebekler gece ağladığında uykusundan feragat etmesi gerekenler daima kadınlardır!
“Evans’ın son dönemde belirttiği gibi ‘Bilim, yeni üreme biçimleri yaratmış olabilir ancak şimdiye kadar yeni bir çocuk bakımı yöntemi önermeyi başaramamıştır, asırlar ve kültürler boyu temel çocuk bakımı kadınlar tarafından değişmeden yapılmaya devam etmektedir.” (Elisabeth Badinter, Kadınlık Mı Anneli Mi, 250)

Faruk’un, annesinin evinden yemek getirmesi Aslı’nın hoşuna gitmez. Özel alanı olan kendi evine müdahale edilmemesini ister. Kayınvalidesinin evini ise Aslı işe başlamadan bebeğiyle onu ziyarete gittiğinde görürüz. Geniş mutfak masasında komşularla beraber sarma sararlar. Aslı da eşlik eder ve kalem gibi sarmalarıyla tebrikleri alır. Ama bu tebrikler iyi gibi görünse de arka planında kayınvalide ve komşuların bu sarmalara şaşırmaları, Aslı’dan bu marifeti beklememeleri vardır. Akabinde ise Aslı’yı işe dönme konusunda eleştirirler çünkü onlara göre çok erkendir. Bir masada etrafında, bir kadını, başka kadınlar adeta taşlar. Kadınlar mücadeleyi yalnızca erkeklere karşı vermezler. Ataerkil düzenin ele geçirdiği kadınlara karşı da verirler.
Aslı, kızı Zeynep’le beraber doktora gider. Doktor ve Aslı’nın karşılıklı oturur ve anne sütünden kesmekle ilgili konuşur. Aslı daha fazla emzirmek istemez. Anne sütü ve meme bağımlılığı yerine mamayı tercih etmek ister. Oysa karşısındaki doktor bunu onaylamaz. Hatta bilimsel açıklama yapmakla kalmayıp mimikleriyle adeta Aslı’yı kınar. Aslı memeyi daha kolay bırakması için çözümler sunar ve doktordan da yol göstermesini bekler. Doktorun yüz ifadeleri ekstra rahatsız edicidir. Aslı’nın sorularından bunalır, bıkar. Ekonomik açıdan zorunluluklar yoksa çalışmasının bebeğin doğasına uygun olmadığını söyleyerek anne ve bebek bedeni ilişkisinden bahseder. Gerçekten de bu işin doğası var mıdır? Bilimsel açıklamaların alternatifi varken bu kadar ısrar nedendir?
“Ancak yeni ‘modern kadın’ için, anneliğin kutsallığı söylemi de yeterince kurtarıcı değil. Eğer emzirebilmek, çocuğuyla uzmanların tavsiye ettiği düzeyde ilgilenebilmek için evde kalmayı yeğlerse bu kez ekonomik bağımsızlığını kaybediyor ve ‘çalışmayan anne’ zihinlerde az çok ‘geleneksel anne’yle eşleştiriliyor; bu da annenin ‘modern kadın’ statüsünü sarsıyor. (Bu eşleştirmeyi yapanlar arasında gönüllü çocuksuz veya çocuk sahibi çalışan kadınlar da bulunuyor şüphesiz.) Ferhan Güloğlu’nun Reçel Blog’daki ‘Evli, Mutlu, Çocuksuz’ yazısında beliren isyan tonu bu açıdan çok anlamlı:
‘Çalışmayıp evde otursan üniversite mezunu ev hanımı mı olur? Okusan veya çalışsan çocuk her evin neşesi. İkisini de yapsan hem anneliğin hem kariyerin yarım. Siz hiç çocuk sahibi olmayı ertelediği için azarlanan bir erkek gördünüz mü? Ya da çalıştığı için fıtratından uzaklaşmış bir koca?’ ”(Merin Sever, Kadınlık, Annelik, Gönüllü Çocuksuzluk: Elisabeth Badinter’den Kadınlık Mı Annelik Mi?, Tina Miller’dan Annelik Duygusu: Mitler ve Deneyimler ve Corinne Maier’den No Kid Üzerinden Bir Karşılaştırmalı Okuma Çalışması,9)

Aslı’nın kızı Zeynep’e anne sütünü bıraktırma süreci başlar. Memeye alışkın olan her bebek gibi Zeynep de bu süreci huysuzluk yaparak geçirir. Faruk, mamanın ısınmasını bekleyen Aslı’ya, Zeynep çok ağlayınca süt ısınana kadar emzirmesini söyler. Oysa Aslı, sabırlı olmak gerektiğinin ve biberona alışması için normal bir süreç olduğunun farkındadır. Süreç ağlamalı geçmeye devam edince Faruk bu sefer sitemle “Ağlatmadan alıştırmanın bir yolu yok mu?” diye sorar. Aslı ise bunu tüm gün çektiğini, onun da biraz sabretmesini söyler. Faruk, Aslı’ya bu kararı alırken neden ona sormadığını sorgular. Aslı ise “Sana sorsam ne olur.” der. Bunu söylerken Aslı’nın Faruk’u umursamadığı verilir izleyiciye. Âdeta Aslı her yoldan haksız, agresif ve doğasına uymayan bir kadın gibi gösterilir. Ayrıca bu diyalogun sonunda Faruk, Aslı’nın işe biraz daha geç başlayabileceğini söylediğinde ise Aslı kanuni haklarını kaybetmek istemediğini söyler. Bunun üzerine Faruk sinirlenir ve “Sen kanuni haklarını kaybetme diye ben işten 2 ay izin alıp bakayım olur mu?” der. Tıpkı Elisabeth Badinter’ın da ifade ettiği gibi babanın işsiz kalmasının aileye, annenin işsiz kalmasından daha fazla zarar vereceği düşünülür bir kez daha.
“Bir kadının hayatındaki tek doyurucu amaç olarak gösterilen annelik olgusuna yönelik feminist eleştiri, evliliğin ve uzun süreli birlikteliklerin doğasını öteki etkenlerden çok daha fazla değiştirdi. Bundan böyle bir kadının değeri çocuk doğurup doğurmadığına ya da çocuk yetiştirip yetiştirmediğine göre belirlenmediğinden, çocuksuz kalmak isteyen ve her ikisi de kariyer peşinde olan bir çiftin, denklerin evliliğini, yani eşitler arasındaki bir ilişkiyi tasavvur etmesi mümkün hale geldi. Çocukların olmayışı denk olmayı kolaylaştırdı; çünkü ataerkil toplum bazı görevlerin otomatikman anneler tarafından yapılacağını varsayar ve bu durum kadınların çocuk bakımı konusunda toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmasını neredeyse her zaman zorlaştırır. Örneğin, daha önceleri emzirmeyi hiç de öne çıkarmayan ataerkil tıp müessesesinin, feminist hareket sonucunda, emzirme konusunu birdenbire sadece olumlu bulmakla kalmayıp işi ısrarcılığa vardırması çok şey anlatmaktadır. Bu, ister heteroseksüel olsun ister lezbiyen, doğum yapan kadına otomatikman daha fazla sorumluluk atayan çocuk büyütme olgusunun yalnızca bir yüzüdür. ”(Bell Hocks, Feminizm Herkes İçindir, 102)
Aslı doğum yapmadan önce müdür yardımcısıyken doğum izninden sonra müşteri danışmanı olur. Bunu bankayla konuştuğunda ise neredeyse ‘Bu işi bulduğuna şükret’ emsalinde bir tavırla karşı karşıya gelir. Üstelik bunu yapan da onun pek de yüzüne bakmayan bir kadındır. Bir kez daha kadının başka bir kadına destek olmamasını görürüz. En azından bu şube eve yakındır. En azından… Aslı tüm toplumsal normların arasında mücadele ederken kızına bakmak için çok genç bir bakıcı gelir eve: Gülnihal. O da Aslı gibi annedir, eşi askerdedir. Kayınvalidesiyle yaşayan Gülnihal’in bebeğine ise kayınvalidesi bakar. Kendi bebeğine daha iyi koşullar sunmak için başka bir bebeğe bakan Gülnihal, olabildiğince sakin bir kadındır. Aslı bebeğini ona emanet eder ve işe başlar.

Gülnihal iyi bir kadındır, hatta fazla iyidir. Bu iyiliği evde bakıcı olmasının ötesine geçer. Eve de müdahale etmeye başlar. Mutfaktaki eşyaların yerini Aslı’dan daha iyi bildiğini, buzdolabındaki eksik listesine biten malzemeleri yazdığını, Aslı’nın bunu istememesine rağmen biten malzemeyi satın alıp eve geldiğini, haber vermeden yoğurt yaptığını görürüz. Faruk’un ise ev yapımı keke hasret kaldığını ve Gülnihal sayesinde özlemini giderdiğini görürüz. Elbette ki Aslı bu durumdan da tıpkı diğerleri gibi rahatsız olmuştur. Gülnihal’e karşı giderek duvar örer. Zeynep’in bedeninde morluk görünce de şüphelenerek eve gizli kamera koyar. Kamera sonrasında işte her bulduğu fırsatta evi izler. Bu o kadar takıntı hale gelir müşteri işlerini yanlış yapmaya ve evi izlemekten gelen müşterileri duymamaya başlar. Hatta yine bir gün ormanda bisiklet yaptıktan sonra yine evi izlerken Gülnihal’in biberonu reddederek huysuzluk yapan Zeynep’i dayanamayıp emzirdiğini görür. Her ne kadar Aslı’nın sinirlendiğini görsek de aynı zamanda boşvermişlikle eve döner. Zeynep ve Gülnihal’i yan yana uyurken bulur. Aslı’yı adeta yenilmiş gibi görürüz. Çalışan çocuklu kadınların çoğu benzer şeyleri ve duyguları yaşayabilir fakat bu onların yenilmeleri anlamına mı gelmelidir?
“Anne olmak yaşamı hem umulan hem de beklenmeyen şekilde, her yönüyle değiştirir. Ancak çağdaş bağlam biyografik anlatıları oluşturmayı ve dile getirmeyi zorlaştırabilir. Çünkü annelik ‘esasen özel alanda, evde yaşanır’ ancak kadınların deneyimlerinin çeşitliliğini göz ardı eden toplumsal normlara ve profesyonel normatif pratiklere göre ölçülür.” (Elisabeth Badinter, Kadınlık Mı Anneli Mi, 112)
Annelik genellikle ilk elden öğrenilmiyor. Anne olan kişinin annesi, kayınvalidesi, akrabalar, komşular, arkadaşlar, yeri gelince parktaki başka bir anne gibi enformel bilgi kaynakları devreye giriyor. Aslı’nın ise çevresinde böyle birisini göremiyoruz. Ne bir arkadaş, ne bir komşu, ne Zeynep aracılığıyla kurduğu iletişimler… Kendi annesinin ise çok küçükken onları terk ettiğini, yurt dışında yaşadığını öğreniyoruz. Bunu doğrudan öğrenene kadar ise birkaç sahne bununla ilgili işaretler alıyoruz. Yakında Türkiye’ye dönecektir ve Aslı’yla görüşmek ister. Aslı ise son derece öfkelidir fakat Gülnihal’in gelmesiyle, başka bir annelik görmesiyle bazı duvarları yavaş yavaş yıkmaya başlar. Gülnihal’in Zeynep’i emzirdiğini gördüğü ve bıkkınlıkla eve döndüğünde ise çay içerek Gülhinal’le sohbet ederler. Aslı, bisiklet gezisinde tek başına kalmayı özlediğini fark ettiğini söyler. Sonrasında Gülnihal’e onun tek başına kalmayı özleyip özlemediğini sorar. Gülnihal ise en çok annesini özlediğini söyler. Aslı, bu cevap üzerine masadan kalkarken fincanı düşürür ve kırar. Beraber fincan kırıklarını toplamaya çalışırlarken Aslı ağlamaya başlar ve Gülnihal’e sarılır.
Aslı giderek depresif yaşamaya başlar. Kabuslar görür. Sütü de kesilmek yerine gelmeye devam eder. Bu yaşadığı buhrandan sonra annesinin Zeynep’e gönderdiği hediyeyi kabul eder ve onu arayarak görüşmeyi ister. Buluşup onu affettikten sonra ise tüm buhranı biter. Daha sakin, güler yüzlü biri olmaya başlar. Aslı’nın anneliğindeki boşlukları ve düştüğü kuyuları, anne yokluğuna, kurulamamış bağlara bağlamak ise sinemada çokça ezberlediğimiz bir anlatı. Gerçekten de açık kalan bir yarayı kapadıktan sonra her şey düzelmeye mi başlar?
Devam eden sahnede Aslı ve Gülnihal kek yapmaktadır. Keki fırına verdikten sonra Aslı, Gülnihal’in bebeğine bir hediye paketi getirir. Aynısından Zeynep’e de aldığını söyler. Sonrasında balkona çıkıp sütünün geldiğine dair doktoruyla konuşur. Arkasını döndüğünde ise Gülnihal’i balkon kapısında bulur ve onu dinlemekle suçlar. Gülnihal durumun böyle olmadığını söylese de Aslı inanmış gibi yapar ve üstenci bir bakış sunar. Gülnihal çok kırılmıştır. Aslında Aslı’nın derdi Gülnihal değildir. Geleneksel anneliğe karşı yenilmiş hisseder ve Gülnihal’e bunu hissettirmek istemez. Onu suçlamaktan pişman olunca da tüm kameraları çıkarır.

Aslı bir gün işten döndüğünde ne Zeynep’i ne de Gülnihal’i evde bulur. Israrla arar ama ulaşamaz. Gülnihal’i tanıyan bahçıvan Hamza Bey’i arayarak kötü bir haber alır. Aceleyle Gülnihal’in evine gittiğinde ise asker eşinin şehit olduğunu öğreniriz. Aslı, kızı Zeynep ve Gülnihal’in kızı Ayşe’yi yatağın üzerinde yan yana uyurken bulur. İki bebeğin üzerinde de Aslı’nın her ikisine de aldığı, birbirinin aynısı olan hırkalar vardır. Filmin başından beri sınıfsal ve kültürel ‘üstünlüğü’ ifade eden Aslı, sanki o anda Gülnihal’le ‘eşitlenmiştir’.
Filmin açılışında da gösterilmiş olan kapanış sahnesinde, iki bebek bu kıyafetlerle Aslı’nın kucağındadır Anlatı boyunca tüm sinematografi, müzik seçimi, metaforlar eril yaşamın kurduğu düzene ve doğa-annelik bağına hizmet eder. Pek çok sahnede meseleye Aslı’nın perspektifinden bakarak onu anlamamızı sağlayan bir anlatı olsa da; yine bu sahnelerde Aslı’yı agresif, umursamaz, bitkin göstererek onu haksız çıkarmak için de uğraşan bir anlatı. Tüm anlatı boyunca Aslı’nın annelik ve gelenekler ekseninde kamusal alanda mücadelesini bize sunmaya çalışan yönetmen, aynı zamanda da anlatının yazarı, her ne hikmetse filmin sonunda Aslı’nın özel alanda ve kendi doğasında huzura erişebildiğini gösteriyor. Doğaya uyum ve gelenek kavramları yine ve yeniden kadın bedeni üzerinden somutlaştırılıyor.
“Ancak ve ancak kalkınma adına verilecek topyekûn bir savaşla bertaraf edileceği düşünülen ve geçmişin karanlığını temsil eden gelenek, genelde aile ve kadınlar aracılığı ile somutlaştırılabiliyordu. Kadınlar geleneğin asıl mağdurlarıydı. Kadınların geleneğin hedefi olması da bir taraftan onların hem vatan hem aile içinde yüceliklerini kuruyor, hem de bu yüceliğin gerektirdiği fedakârlığı da onlardan beklememizi sağlıyordu.” (Dicle Koğacıoğlu, Gelenek Söylemleri ve İktidarın Doğallaşması: Namus Cinayetleri Örneği, 17)
İlk yorum yapan olun