Hakan Kaynar
kaynarhakan@gmail.com
Burada değil İstanbul’da doğmuş, İstanbul’da Zincirlikuyu’da yatıyor; ama Sevgi Soysal Ankara’nın ilk yazarıdır. Elbette buna niyet etmez. Ama akıp geçen zaman onu Ankara’nın ilk yazarı yapmıştır. Başkaları yok mu? Vardır elbette. Yakup Kadri öldüğünde “Ankara en iyi yazarlarından birini yitirdi” diye yazmıştır Sevgi Soysal.[1] Demek ki o da bizim gibi bir şehrin, Ankara’nın “yazar”ları olabileceğini düşünüyor. Ama Sevgi Soysal’ın Ankara’nın neden ilk yazarı olduğunu söylerken muradım farklı. Yazarı bir şehirle yakınlaştıran sadece onun hikâyelerini orada kurması değil. Sadece orada yaşamış olması da değil tek mesele. Soysal’ın Ankara’nın ilk yazarı olmasında aynı zamanda okurlarının da bu şehirle olan ilişkisinin bir etkisi var. Yani hikâye hepimizin. Sevgi Soysal, Ankara ve biz, hep beraber bu gerçeği kuruyoruz. Şimdi başlarken hissettiğim ama tam da söze dökemediğim bir şey bu. Durmayalım, yürüyelim.
Okumaya başladığınız yazının kurgusunu yürümeye borçluyum. Yazarın Ankara’da yaşadığı adreslerin (adreslerin, çünkü o apartman veya evlerden bazıları artık yerinde yok) fotoğraflarını çekmek için yola çıktım. “Sevgi Soysal, Ankara’nın ilk yazarıdır.” dedikten sonra bir kaç sayfa gevelesem de aslında olduğu yerde duran cümleler daha yürürken akmaya başladı. Şimdi zihnimdeki o akışı yakalamaya çalışıyorum, hayal ettiğim “o yazıya” ulaşmaya. Hayalini kura kura öyle birkaç sayfada bitmeyecek bir ödev verdim kendime. Sevgi Soysal’ın yaşadığı şehirle yazdığını aynı anda gezmek! Ama bu gezinin kronolojik olmayacağını en başından söylemek isterim, yaşadığıyla yazdığını da birbirinden ayırmayacağımı. Siz bunları okurken, bir sonraki yazıyı yazıyor olacağımdan, burada eksik bıraktığımı tamamlayabilir, tekrarlayabilirim. Tıpkı yaşadığı şehri gezen sakini gibi dönüp dolaşıp aynı sokaklardan geçebilirim. Bana öyle geliyor ki sanki hep bir daire çiziyoruz, diyebilirsiniz. Derseniz eğer, iyi olur. Çünkü derdimiz bir yere varmak değil, üstelik ne zaman varacağımızı da bilmiyorum. Evet, ne zaman biteceği belli olmayan bir dizinin ilk yazısı bu.
Biz başkentlilerin Soysal’a duyduğumuz sevginin bir kısmı kendisini bu şehrin çirkinliğine, tarihsizliğine borçludur. Ankara yeni bir şehirdir, hep yenilenen bir şehir. Dolayısıyla Ankaralılar yaşadıkları yerle aralarındaki bağı güçlendirmek zorundadır. Ortasından denizi bırakalım bir nehir de geçmediğinden şöyle karşıdan bakıp “Seni yeneceğim ulan Ankara” diye meydan okuyacağımız bir silueti yoktur şehrimizin. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılmış kamusal yapılarından bir kısmı ise sadece mimarlık tarihçilerini heyecanlandırabilir. Öyle ya, bakanlıkların önündeki çimlerde uzanıp güneşlenmeyiz biz. Şehrin geçmişiyle tesadüfen öyle işimize gelip giderken değil, hafta sonları kalede turist olarak bağ kurabiliriz. Herhalde bundan dolayı olacak biz Ankaralılar son yıllarda apartman sevmeye başladık: “ankara apartmanlarını”. Sanki sadece bu şehre özgü bir apartman stili varmış gibi.
Önce bir kaç akademisyen -içlerinden biri arkadaşım: el sallıyorum sana Umut Şumnu!- başkent Ankara’nın hep devletlü binalarına odaklanan tarihyazımını bırakıp “sivil mimari belleği”ni kurmak üzere bir envanter oluşturdular, sergisini yaptılar[2], kitaplaşan makaleler yazdılar[3], web sitesini kurdular[4]. Sonra ayrı ayrı sosyal medya mecralarında “Ankara Apartmanları” isimleriyle iki ayrı kişi[5] şehrin en eskisi 100 yaşında bile olmayan apartmanlarının kaydını tutmaya başladı. Bu yeni sevgimiz, kentsel dönüşüm hızla sürüp apartmanlarımız gırla yıkıldığından olacak edebiyatta bile hemen kendini gösterdi. Bir başka Ankara yazarı Sibel K. Türker’in son romanı “Burada Kalmak” böyle bir dönüşüm hikâyesini barındırır. Yine Gamze Güller, “En Çok Seni Sevdim” isimli romanında ruhsuz rezidanslara değil eski bir apartmana tutulan kiracının hikâyesi var. (Belki ileride, başka bir yazıda sırf bu yıkılıp yapılma hikâyesini Ankara’nın başka romanlardan da izleriz. Aslında inşaat sürekli olduğundan, takip edilebilir bir fenomendir bu.) Her ne kadar şehrin sakinlerine bıraktığı duyguları izlemenin en uygun mecrası edebiyat olsa da, akademik deformasyonum nedeniyle sanırım başka şahitlere de ihtiyaç duyuyorum. En son, Ayrancı isimli semtimizin henüz ikinci sayısına erişmiş Ayrancım Gazetesinde – evet artık semtimizin de bir gazetesi olduğuna göre yerellik dediğimiz şey mahalleye kadar büzüştü – yıkılmış bir apartmana yakılmış ağıtı okuduğumda, bu çaresizliğimize üzüldüm. Özlem Demirci yürümeyi sevdiği Şair Nedim Sokağı’ndaki yanyana duran üç eski apartmandan Nedim isimli olanın, diğerleri Şair ve Şiir, yıkılması üzerine yazdığı yazıya: “Mekanı anlamdıran şüphesiz insan ve onun ortak bilinci.” diye başlıyor.[6] Herhangi bir apartmanın yıkılmasının bir şehirliyi götürdüğü düşüncelerin genelliğine dikkat edelim. Ankara’da şehir altımızdan kayıp giden bir halı gibi, düşmemeye çalışıyoruz. Yani şurası eski sevgiliyle göz göze geldiğimiz yer diye anacağımız ne varsa yerinde durmuyor! Durup durup apartmanlara bakışımız ondan. Bu apartman sevgimiz bir çaresizliğin sonucu. Hani Vizontele’de, televizyon gelmiş uzak doğu kasabasının iyi niyetli belediye başkanı ne diyordu: “İnsan memleketini niye sever? Başka çaresi yoktur da ondan.” Yani doymak için başka bir şehre gidecek kadar şanslı değilsen, çaresiz seveceksin doğup da kaldığın yeri. Ama bütün bu apartmanlar bir gün yıkılacaksa eğer, değil mi ki koskoca (!) Yenişehir yıkılmış, bizim kaldığımız yer aynı kalmayacaksa, burayla kurduğumuz bağı sürdürmek için nereye bakıp duygulanacağız biz Ankaralılar: Sevgi Soysal’ın yazdıklarına!
Yenişehrin kızıdır, demişti Turan Tanyer onun için. Bundan bir kaç yıl önce Mülkiyeliler Birliğinde yapacağım bir söyleşiden önce telefonda konuşuyorduk. Sevgi Soysal’ı tanıyan tek tanıdığımdı o zaman, Ankara’nın yakından tarihçisi. Selanik Caddesi’nde oturmuştu Sevgi Soysal, hemen bir kaç yüz metre aşağıdaki Mimar Kemal İlkokulu’nda okumuştu. Önce Ankara Kız Lisesi’ne sonra Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne gidip gelirken yürüdüğü Atatürk Bulvarı’nın etrafında geçmişti hayatı. Bir ara çalıştığı TRT’nin binası bulvarın doğusundaki Mithat Paşa Caddesi’nde, bir zamanlar ailesiyle de oturduğu apartman dairesi bulvarın batısındaki Çelikkale Sokağı’ndaydı (şimdi ismi Şehit Adem Yavuz). Çok okunmuş, üzerine çok yazılmış romanı Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’nin geçtiği bir zamanlar koca şehrin tek “brasserie”si Piknik ise, Turan Tanyer’in bulvarın “iki havuz arasında” dediği kısmının tam ortasında.[7] Hatta romanda, aslında daha önce hikâyedir, yıkılan o meşhur kavağın devrilişine orada otururken şahit olmuştu. Sadece kavağın devrilişine değil. Bir zamanlar iki üç katlı evlerden mürekkep devletlü bir mahallenin şehrin merkezine dönüşmesine, evlerin yıkımına, apartmanların yapımına.
Kısacık, kırk yıllık, ömrünün büyük bir kısmını – üniversiteyi bitirdikten sonra Almanya’da geçirdiği bir kaç yılı (1956-1957) ve 1972’de Adana’daki yetmiş beş günlük sürgünü saymazsak- burada yaşamıştır. Ama şehirle arasındaki bu yakın ilişkiye rağmen, Ankara’nın yabancısıdır Sevgi Soysal. Şehirle arasında hep bir uzaklık vardır: Tutkularını “gün aydımına” çıkaracağı bir şehir, değildir Ankara. 1962’de yayınlanan kitaba ismini veren hikâyesi Tutkulu Perçem’in anlatıcısı da 1976’da Politika gazetesinin köşe yazarı da başkente mesafelidir. İlki Ankara’yı “Bu kent gidişli gelişli bir caddeydi. İki taraflı gelip gidenlerdi. Üç beş vitrin, bilmem şu kadar inşaat ve daha çok parti merkeziydi.”[8] diye anlatır. İkincisi, sanki biraz da dönemin politik atmosferine dibinden şahit olduğundan daha acımasızdır: “Kaleiçi, Samanpazarı ve Bendderesi dışında hiç bir ilginç yeri, hiç bir geçmişi olmayan taştan bir kent. Boz beton duvarlar ve boz beton duvarlar üstünde uluyan, Bozkurtlar. Ve bunca taşın, betonun üstüne abanan sisli, kurumlu, boz bir hava. Alın size Türkiye’nin başkenti Ankara.”[9] Ama uzak kaldığında, belli ki onun da bir parçası olduğundan bu şehir aklından çıkmaz yazarın. Adana sürgününde şehrin bulvarında yürür önce sonra sokaklarında. Bu bulvar üzerindeki kebapçılarla Arı Sineması, Ankara’daki kebapçıları ve aynı isimli sinemayı çağırır zihnine, 5 Kasım tarihini atmış yazının başına, yıl 1972. Bulvarın ucundaki istasyona kadar gidip trenin kalkışını bekler: “Kalkan ilk trenle Ankara’ya, Ankara’nın tepelerine, bostanlarına selam gönderdim.”[10] Niye tepeleriyle, bostanlarına da caddeleriyle sokaklarına değil ki acaba? Oysa sokakları ne çok seviyor, belli: “Ölü bir geçit değildir sokak, çünkü öncesi, sonrasıyla hayattır.”[11] Yazıp asın bunu duvarınıza ey sokaksız semtlerin sevicileri!
Peki neden Ankara’nın bulvarına, sokaklarına değil de tepelerine selam gönderiyor? Evet, bu şehirde Maltepe, Demirtepe, Kocatepe gibi bir sürü şubutepe var ama bostan? Bakın bağ dese olacaktı aslında, başkent olduğunda Ankara bağlarla çevriliydi. Adana tren garında sona eren yürüyüşünü yazarken Sevgi Soysal, muhtemelen otel odasında o gün, Ankara’ya selam gönderirken aklına neden tepelerle bostanlar geldi? Düşünelim.
[1] “Yakup Kadri İçin Ne Dediler”, Tekliğin Türküsü, (der) İpek Şahbenderoğlu ve Funda Soysal, İletişim Yayınları, İstanbul, 2018, 344.
[2] Sivil Mimari Bellek Ankara 1930-1980, Sergi Kataloğu, (Haz.) Nuray Bayraktar, E.S.Ayhan, Y.Y.Uysal, U.Şumnu, KÜ VEKAM, Ankara, 2014.
[3] Umut Şumnu, Mimarlar ve Apartmanları, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2018
[4] http://sivilmimaribellekankara.com/
[5] @ankaraapartman isimli twitter hesabının on binden fazla takipçisi var. Hesap bazen paylaştığı içerik ve fotoğrafları kendisi oluştursa da son zamanlarda takipçilerinden gelenleri paylaşıyor. Ankara Apartmanları isimli instagram hesabı ise çok daha özenli. Mecrasının imkanlarını sonuna kadar kullanıyor. Çektiği ayrıntı dolu fotoğrafları eskileriyle beraber sunuyor. Hatta bazen eski filmlerden aldığı görüntüleri bile ekliyor fotoğraflara. Apartmanlar hakkında bazen sakinlerinden elde ettikleri de olmak üzere edindiği bilgileri kısa ama etkili biçimde paylaşıyor. Takipçi sayısına bakarsak eğer, yirmi binden fazla insan da bu kalitenin farkında.
[6] Özlem Demirci, “Yıkarak yapmak ve Şair Nedim Sokağı”, Ayrancım Gazetesi, Haziran 2020, 2, 2.
[7] Bu üç binanın cephesi camdan cepheleriyle aynı.
[8] Sevgi Soysal, Tutkulu Perçem/ Hoşgeldin Ölüm, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1980, 65
[9] Sevgi Soysal, “Ankara’nın Taşı Deme Durmaz Gözümün Yaşı”, Bakmak, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1977, 26.
[10] Sevgi Soysal, “Acılıdır Gerçek Adana Kebabı”, Türkiye’nin Kalbi, Kabul Günleri, (der.) İpek Şahbenderoğlu, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014, 39.
[11] Sevgi Soysal, “Öte-Yaka”, Türkiye’nin Kalbi, Kabul Günleri, 47.