Semih Öztürk: “Öykünün de gerisinde kalan, sadece seslerden oluşan yapıları takip etmeye, yan yana getirmeye çalışıyorum.”

semıh ozturk

Aynur Kulak

Çağdaş edebiyatımızda kendine özgü büyülü bir geçmiş hayali odağında öykülerini kaleme alan Semih Öztürk yeni kitabı Kırık Rahvan için; “Yaşadığım yerin taşıdığı ruhu takip etmek, sözümü onunla birlikte söylemek çok değerli.” diyerek öykülerinin yazılış amacını ifade ediyor. Semih Öztürk ile Aynur Kulak’ın gerçekleştirdiği kapsamlı söyleşi için buyurun lütfen.

Telaş Bandosu sonrası geçen iki yıllık süre zarfında çağdaş edebiyat iklimi nasıl bir seyir sergiledi? Aslında burada sizin oluşan iklime karşılık kendinizi nasıl konumladığınız, geçen süre zarfında neleri düşündüğünüzü ve hayata geçirdiğinizi konuşmak isterim. Yepyeni bir yazar keşfinden tutalım da ev değiştirmek, şehir değiştirmek, sosyal medyada temizlik, çocuğunuzun olması belki, bir hayvanı daha sahiplenmek belki, vb. birçok çeşitli sebepten mütevelli sohbetimizi bu noktadan başlatacak olursak değişimlerinize dair ikliminiz edebiyata dair perspektif yolculuğunuza neler kattı?

Pek çok şeyi birbirine bağlayan edebiyatı ve taşıdığı iklimi hayatın kendi dinamiklerinden ayrı düşünmüyorum. Burada daima iç içe geçen durumlar, olumlu-olumsuz etkileşimler söz konusu. Elbette çağdaş edebiyatımız da bu durumlardan etkileniyor. Krizlerden, pahalılıklardan, alım gücünün her geçen gün daha da düşmesinden, kaygılardan… Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen yeni kitapların yayımlanması, özellikle ilk kitapların edebiyatımıza kazandırılması umut verici. Bir okur olarak elimden geldiğince çağdaşlarımın dünyayla kurduğu bağı anlamaya gayret ediyorum. Her birini tek tek güncel olarak okuyamasam da -ki bunu müthiş bir disiplinle yapanlar var, onlara imrendiğimi söylemeden geçemeyeceğim-, büyük çoğunluğunu takip ediyorum. Keşiflerle de böyle zamanlarda karşılaşıyorum. Bu anlamda Rıdvan Hatun ve Ayşenur Tanrıverdi’nin kitapları benim için değerli tanışmalar oldu. Her iki isim de edebiyatımıza önemli anlamlar kazandırdılar bana göre. Sessiz, sakin, kendi hâlinde bir kazanım bu. Gürültü etmeyen, kitapla arasına mesafe koyabilen, duru. Yeni kitaplarını merakla bekliyorum.

Elbette kişisel hayatımda da bazı değişiklikler oldu. Örneğin ilk kitabımı son hâline getirdiğim ve Telaş Bandosu’nu yazdığım ev kentsel dönüşüm kapsamında yıkıldı. Üsküdar’dan ve mahallemden ayrılmamak için çok inat ettim. En sonunda Salacak’a yerleştim. İyi ki inat etmişim diyorum şimdi. Kırık Rahvan’ı orada yazdım. Yaşadığım yerin taşıdığı ruhu takip etmek, sözümü onunla birlikte söylemek çok değerli. Bunu da yazarken değil kiralık ev ararken fark ettim. Kendimi konumlandırdığım yer zaman zaman değişti ama günün sonunda öykünün saflarına geri döndüm. Anlatma ihtiyacının gerekliliğini her gün kendime hatırlatmaya gayret ediyorum. Mesaim devam ediyor.

Kırık Rahvan’la beraber üçüncü kitabınız mevzubahis olduğu için, imge dünyanızın sizi nasıl etkilediğini de konuşmak istiyorum. Hangi imgeler sizi peşinde sürüklüyor ya da şu şu imgeler söz konusu olduğunda odaklanmaktan kendimi alamıyorum dediğiniz imgeler neler? Edebiyat içerisinde kafaya taktığınız imgelerin özneyi (yani sizi) nasıl etkilediği, aslında bu soruda biraz bunu konuşmak istiyorum sizinle.

Beni zamanda yolculuğa davet eden tüm imgelerin peşine düşmeye, izini kaybetsem de takibi sürdürmeye çalışıyorum. Damağımda kalan bir tat, yerli yersiz kendini hatırlatan bir koku ya da duyduğum bir ses ilk cümleyi kurmamda yardımcı oluyor. Sonra her birini mayalanmaya bırakıyorum. Zihnimin içinde oradan oraya geziniyorlar. Onlar benimle oynarken ben de onlarla oynamaya başlıyorum ve her seferinde oyunu yeniden öğreniyorum. Tarihe paralel gerçeklerle hareket etmek, söz konusu imgelerin manevra kabiliyetini anlamlandırmama da yardımcı oluyor. Güneşi kapatan bulutları görünce heyecanlanıyorum mesela. Eğer ki onlar kar toplayan bulutlarsa zihnimin içinde fotoğraflar çekmeye, olasılıklar kurmaya başlıyorum. Savruk, parça parça, biri diğerine uymayan imgeler günün sonunda beni de kendilerine benzetmeyi başarıyorlar. Hâliyle ortaya çıkan öyküyü önce orada, zihnimin içindeki boşluklarda kurmaya başlıyorum. Öykünün de gerisinde kalan, sadece seslerden oluşan yapıları takip etmeye, yan yana getirmeye çalışıyorum.

Takıntılı mısınızdır? Üç kitaptır sizi peşinden sürükleyen leitmotivlerinizi konuşmak istiyorum aslında. “Takıntılı” kelimesini seçmem leitmotivler adına biraz daha dikkat kesilmemiz için. Mutlaka bir dönemin içinden çıkıp gelen öyküler, eski İstanbul ve eski İstanbul’un belli bir sınıfı, bu sınıfın büyülü, masalsı hikâyeleri… Zamanları ve hikâyeleri teyellemek, -çatmak veya- ve bambaşka bir yaşam, ölüm, arayış, boşluk, kayıp kulvarı oluşturmak sizin temel leitmotif güzergahınız olabilir mi?

Çocukluğum türlü takıntıları ve merakları sahiplenmekle geçti. Sonra onların her birini zihnimde oyunlara, masallara, eğlencelere dönüştürmeyi öğrendim. Böylece yalnızca kendi inandığım, hiçbir anlamı olmayan ama gerçekliğinden adım gibi emin olduğum ayrıntılar dünyası kurmuş oldum kendime. Şimdilerde de değişen pek bir şey olduğunu söyleyemem. Çocukken kendi içime doğru seslendirdiğim şeyler büyüdü ve öyküye evrildi. Her şeyi orada düşünmek, kurmak ve yaşamak konforlu geliyor. Bu konforun verdiği duyguyu seviyorum. Çünkü bana o duygunun yoğunluğu içinde gezinme, kendimi kıyısına köşesine gizleme fırsatı doğuyor. İstanbul’un herhangi bir dönemini düşünmek, orada hikâyeler hayal etmek, her birini birbirine ekleyerek yürütmek yazın yolculuğumu keşfetmeme de yardımcı oluyor bir yandan. Tüm bunlar olurken hayal dünyamın sakinlerini uykulardan uyandırmamaya gayret ediyorum. Sözünü ettiğiniz ölüm, arayış, boşluk ve kayıplar belki de tüm bu süreçler içerisinde temel izleğime dönüşmüş olabilir. Nasıl değişeceğini, kendini hangi boşluklardan göstereceğini ilerleyen zamanlarda daha iyi görebiliriz belki.

Temel leitmotivlerinizden konuştuktan sonra farklardan da farklı ele almak, yazmak, anlatmak istediğiniz konulardan, kavramlardan da bahsedebilir miyiz? Özellikle bu soruyu Kırık Rahvan özelinde konuşalım mı, ne dersiniz? Hem yeni kitabınız olmasından dolayı hem de bazı düşünceleri, kavramları, imgeleri, motifleri kafanızda oturtmuşsunuz gibi geldiği için.  Kırık Rahvan’ın farkının ne olmasını istediniz?

Aslında niyetim hiçbir zaman farklı yazmak, anlatmak ya da meseleleri farklı ele almak olmadı. Her biri zihnimde nasıl belirdiyse yazıya da aynı şekilde geçtiler. Kendimi tekrar etmekten ve herkesleşmekten çekinirim. Bu nedenle dönem olarak aynı sularda yüzsem de yeni çıkış noktaları aramaya çalışır, zaman meselesi üzerinden bu noktaları derinleştirmeye gayret ederim. Yukarıda da bahsettiğim gibi, öyküye dönüşen her duygu, olay ve karakter imgelerin peşinden koşarken çektiğim fotoğrafların bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bugünün İstanbul’unu ya da Üsküdar’ını seyrederken kaldırım taşlarının altındaki tarihi merak etmekten kendimi alamıyorum. Ya da iki yaka arasından geçen denizin dibinde gizlenenleri. Baktığım yerde gördüklerim aslında görmeyi hayal ettiklerimden ibaret. Benim geçmiş olarak hayal ettiğim zaman dilimi bir zamanlar başkalarının geleceğiydi. Hepimizin yürüdüğü sokaklarda yürüdüler, şimdi yerinde yeller esen evlere ilk çiviyi onlar çaktılar. Kırık Rahvan tüm bu yaşanmışlıkların içinde küçücük, kendi hâlinde bir ihtimal sadece.

Semih Öztürk

Kırık Rahvan’da efsunlu, büyülü bir atmosfer içinden eski İstanbul hikâyelerinin olduğu masalların, mesellerin eşlik ettiği, birbirini önce bozan sonra bütünleyen, birbirine bağlanarak hayret uyandırıcı yerlere ulaşan öyküler okuyoruz. Tüm bu özellikleriyle birlikte kitabın ismi çok güzel. İlk olarak bende bir ritim duygusu uyandırdı fakat öyküleri niteleyen bir tarafı da var. Kitabın ismi nasıl ortaya çıktığını ve öyküleri nitelemesini konuşmak isterim.

Kitabın adı atlara özgü yürüyüş biçimleri arasında yer alan kırık rahvan formundan geliyor. Bunlar uzun mesafeleri kendisini ve binicisini yormadan gidebilen atlar. Bazen yağmurlu, bazen karlı, bazense kuru havalarda toprağı döven nal sesleri sizde uyanan ritim duygusunu tam olarak karşılıyor olabilir. Çünkü ben de her öyküde ve karakterde çeşitli sesleri ve titreşimleri hissetmeye, hissettirmeye çalıştım. Büyüyen, küçülen, bazen duyulmayan ve gayret eden sesler… Kitap boyunca karşımıza çıkan olaylarda da bir yürüyüş, yolculuk hâli söz konusu.

Bir yandan da ikili anlam çağrışımları geçmişi şimdiyle bağlıyor sanki. Yani hikâye geçmişte bir yerde “kırılmış” fakat “rahvan” yolculuğa devam eden unsurlarla beraber efsanevi zamanlardan gelerek şimdiye bağlanan bir süreç.  Üstelik bir oyalanma içerisinde oluşuyor tüm hikâye, bu birbirini karşılayan ikilik hâliyle. Tüm öykülerin en önemli sıçrayışları da bu oyalanmalar anında oluyor aslında, zamansal oyalanmalar sırasında yani, ne dersiniz?

Öykülerimde zamanın dinamikleriyle ve olanaklarıyla oynayarak paralel tarihe doğru genişleyen bir zaman yolculuğu kurgulamaya çalışıyorum. İkili anlam çağrışımlarının kaynağı da bu yolculuklar sırasında ortaya çıkıyor. Şimdi nedir, geçmiş nerededir, insan tüm bunların neresinden doğar? Bu sorulara cevap aramak hayal kurmakla mümkün. Geri kalan her şey belli belirsiz seslerden ibaret. Sonuç olarak imgelerin bana yaptığını ben de öyküleri okuyanlar için yapmak istiyorum. Ne derece karşılık bulduğunu bilemesem de elimden geldiğince bu oyunu sürdürmeye çabalıyorum. Oyalanmak da bir haktır. Tıpkı tembellik hakkı gibi. Bazen boşluğa dalıp gitmek bile işe yarar şeyler getirebilir bize. Sakinlik, tembellik, tedirginlik. Hayat da biraz böyle akmıyor mu zaten?

Karakterleri konuşmak istiyorum elbette ve sizin öykülerinizin çok karakterli yapısından bahsederek yapmak istiyorum bunu. Adem babalar olarak adlandırılan Metanet ve Bastika başta olmak üzere tüm karakterler kusursuz gibiler, yunmuş yıkanmışlar ama bir yandan da kusurları karşıdaki dağ misali ortada. Fakat mesela Civan karakteri hiç de oyalanan bir karakter değil. Öykülere hem sakinlik hem de hareketlilik adına karakterlerin katkısının büyüklüğünü konuşmak istiyorum sizinle.

Ne zaman kendimi yoğun kaygılar içerisinde hissetsem zihnimin içindeki seslerin susmasını değil daha da artmasını isterim. Böylece bazı yükleri onlarla bölüşmüş olurum; bir nebze de olsa rahatlarım. Bu durum Kırık Rahvan’daki öykülerimin çok karakterli yapısının zeminini oluşturdu. Ne kadar kalabalık ve kusurlu olurlarsa o kadar iyi olacaktı benim için. Böyle böyle ortadaki yükün hafifleyeceğine inandırdım kendimi. Hâliyle Metanet ve Bastika’yla başlayan serüven kendine yeni arkadaşlar bulmakta pek zorlanmadı. Birbirlerini tamamlamaları, bağlanmaları, yer yer silikleşerek hareket etmeleri kalabalığın doğasında var. Sizin ifadenizle onları ‘‘yunmuş yıkanmış’’ yapan hisler belki de çaresizlikleriyle ilgilidir. Ben onlara yeterince çare sunmak istemedim. Yolculuğun okuyanlarla birlikte devam etmesini istedim. Civan ve Karanfil bu konuda bana çok yardımcı oldular. Heyecanları, cesaret ve çare arama konusundaki istekleri öyküleri birbirine bağladı.

Öykülerinizdeki hayvanları da atlamaksızın konuşmak istiyorum sizinle. Çünkü olaylar, zamanlar, karakterler derken hayvanların tüm öykülere kattığı anlam, hareketlilik, ritim çok önemli. Katır, eşek, at, yavru ayı olmaksızın düşünemiyorum bu öyküleri. Tabii ki Karanfil’in varlığıyla çok değerli buradaki hayvanların varlığı. Öykülere nasıl dahil oldular? En baştan itibaren onlar olmaksızın düşünmedim öyküleri baştan beri vardılar mı dersiniz yoksa Karanfil, Civan vardı, bu karakterleri yazarken bir baktım hayvanlar çıka geldi ve olaylara dahil oldular mı dersiniz?

Hayvanlarla iç içe geçen hayatlarımız var. Aynı sokakları, parkları, bahçeleri, evleri paylaşıyoruz. Birlikte gayet iyiyiz. Öykülere girmeleri de tıpkı hayatlarımızdaki yakınlık gibi. Orada da iç içeyiz ve birlikte olmaktan mutluluk duyuyoruz. Kırık Rahvan’daki hayvanlar hayatın her köşesinde karşımıza çıkan çocukların bir kısmı sadece. Kitabı yazmaya başladığımda kapıyı açık bıraktım, gelip içeri girmelerini istedim. Zamanla sesi duyan geldi, kendi yerini buldu, iyi de oldu. Öncesinde hesaplamamıştım ama içten içe çağırmıştım onları.

Son günlerde gündemde olan katliam yasası hepimizin malumu. Hiçbir canlı böylesine yok sayılmayı, görmezden gelinmeyi hak etmez. Bugün sokak köpekleriyle başlayan kıyım yarın kedilere, belki kuşlara kadar uzanacak. Bu kadar yoğun betonlaşmanın ve talanın insanları bile nefes alamaz hale getirdiği bir yerde tüm kötülüklerin faturasını sokak hayvanlarına kesmek kötülüktür. Sevgi verirseniz sevgi görürsünüz. Bu çok açık. İnsanlar her şeyin üzerinde değil ve her şey yalnızca insanlar için değil. Ama her ne olursa olsun, sokaklarımızda yaşayan dostlarımızı korumaya ve onların haklarını savunmaya devam edeceğiz. Ağzı var dili yok dostlarımız sahipsiz değil.

Çağdaş edebiyatımızın geçmiş zaman öyküleri ile büyülü gerçeklik tarafını temsil ediyor olabilir misiniz? Aslında büyülü gerçeklik veya masalsı gerçeklik, adına ne dersek diyelim, “temsil etme” gibi bir uğraş içinde olmadığınızı çok iyi biliyorum.  Nasıl anlatmak, nasıl yazmak istiyorsanız öyle yazıyorsunuz, buradaki içtenliğin karşı tarafa geçip geçmediği önemli. Ki geçiyor, bu yüzden dönemsel evrenler içerisinden yazmayı seven biri olarak çağdaş edebiyatımızın gerçeklik boyutlarına yansımalarında farklı kulvar tercihiniz metinlerinizi büyülü gerçekliğe yakın kılıyor desem ne söylemek istersiniz?

Bu sorunun cevabını zaman verecek sanırım. Ben yalnızca anlatmaya, dilin imkânlarını kullanırken yeni yüzler hayal etmeye, kısacası hikâyenin davetiyle içimden geçenleri yazıya dökmeye çalışıyorum. Eğer bütün bu yaptıklarım büyülü gerçekçilik içerisinde değerlendiriliyorsa, ancak teşekkür edebilirim.

Klasik, modern, çağdaş en çok hangi dönem kitaplarını okursunuz? Başucu kitaplarınız ve çok sevdiğiniz yazarlar var mı?

Okuma düzenim de yazı düzenim gibi. Bazen haftalarca okumadığım oluyor. Böyle zamanlarda önceden okuduğum kitaplara dönüyor, altını çizdiğim kısımları yeniden tarayarak hafızamın eksik kalan taraflarına iyileştirmeye çalışıyorum. Bir tür onarım çalışması diyebiliriz buna. Yeni bilgilere hazırlık, yer açma çabası ya da tembelliğime kılıf arama hali…

Şu sıralar Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin Fransa Sefâretnâmesi’ni okuyorum. Bu tür tarihi karakterlerin anıları ilgimi çekiyor. Başucu kitaplarımın başında ise son zamanlarda şiirler var. Melih Cevdet Anday her zaman elimin altındadır. Gerek şiirleri gerekse söyleşilere verdiği cevaplarıyla her dönem yanımdadır.

Öykü yazımından mı ilerleyeceksiniz bundan sonraki süreçlerde? Mesela kısa bir roman (veya uzun) ya da uzun hikaye formunda metinler yazma gibi bir düşünceniz var mı?

Öykü yazmaya devam etmek istiyorum. Roman ise şimdilik yükünü almaya devam ediyor.