Melike Sönmezer
melikesonmezer@sanatkritik.com
Klasiktir ama benim başat meraklarımdan biridir. Günleriniz nasıl geçiyor? İzmir’de yaşadığınızı konuşmuştuk.
Günlerim İzmir’de resim yaparak, doğanın ve gökyüzünün tadını çıkararak geçiyor. İstanbul’da mahrum kaldığım doğayı burada yeniden keşfediyorum. Bu da resmime fazlasıyla ilham oluyor. Yeni keşifler, yeni arkadaşlıklar bana çok iyi geldi ve şimdi büyük bir heyecanla 2025’te Pi Art Works Galeri’de açacağım kişisel sergime hazırlanıyorum.
Sizin biyografinizi bir de sizden dinlesek. Rugül Serbest nasıl biridir?
İnsanın kendini tanımlaması çok zor bir şey. Kendimi bildim bileli resim yapıyorum ve bu artık benim yaşam biçimim haline geldi. Yaşadığım her tecrübe, her deneyim sanatıma ilham oluyor. Sanat da yaşam tecrübemi çoğaltıyor.
Sizin için özel değilse nasıl bir evde büyüdünüz? Fırçalar, tuvaller var mıydı?
Evet, az önce de dediğim gibi kendimi bildim bileli resim yapıyorum ve bu konuda ailemin, bilhassa annemin desteği çok büyüktür. İlkokula giderken pastel boyanın en iyisini alırdı bana. Evin duvarlarına resim yapardım ve bu onun çok hoşuna giderdi. Bana kızmak yerine daha çok teşvik ederdi. Resim hayatımızda hep vardı yani.
Her gün “resim yapmalıyım” ödevi zihninizde beliriyor mu?
Her gün resim yapmalıyım fikri zihnimde beliriyor tabii ama bunu bir ödev olarak düşünmüyorum. Bu benim için daha hayati bir şey gibi. Bir iç zorunluluk neredeyse. Her gün dünyadan kendimi soyutlayarak, hatta kendimi de unutarak resim yapmaya çalışıyorum. Bazı günler atölyede sadece tuvalin karşısında oturduğum da oluyor ama bu rutini yerine getirmem gerekiyormuş gibi hissediyorum.
Resim yaparken olmazsa olmaz bir ritüeliniz var mı?
Belli bir ritüelim yok ama resim yaparken iyi bir müzik ve sessizlik çok önemli. Kendimi rahat hissetmediğim bir ortamda resim yapmam pek kolay değil.
Sizinle ve işinizle Yapı Kredi Kültür Sanat bünyesindeki Bugünü Resmetmek sergisinde tanıştık. Bize biraz sergi sürecinden bahseder misiniz?
Çok Sevgili Burcu Çimen ve Didem Yazıcı beni bu sergiye davet ettiklerinde sergiye dahil etmek istedikleri “İkna” resmini de seçtiklerini belirtmişlerdi. O resmi, maalesef 6 Şubat depreminden sonra iptal edilen bir sergi için yapmıştım ve sergi iptal edilince de başka hiçbir yerde sergilememiştim. Demek ki bu sergiyi beklemiş diye düşündüm ve seve seve kabul ettim. Açıkçası sergiyi kabul ettiğimde bu kadar iyi ve bu kadar ses getirecek bir sergi olacağını ben de beklemiyordum. Yakından takip ettiğim ve çok değerli ressamların olduğu böylesine kapsamlı bir sergide yer almak beni çok mutlu etti.

Yukarıdaki eser, sevgili Rugül’ün bahsettiğimiz sergideki eseri. Rugül, bu eser hakkında paylaşmak istediğiniz bir şey var mı?
Bu resmimde, resmin içinde görülen “Neyi Beklediğimi Unuttum” adlı kendi koleksiyonuma ayırdığım ve belki de hiç sergilenmeyecek olan resmimin yapılış sürecine odaklandığım bir anı resmettim. Burada kendi kendimi resmime model olması için ikna etmeye çalışıyorum. Resimlerimde kendimi model olarak kullanıyorum ancak bu her zaman sanıldığı gibi kolay bir durum değil benim için. Kendine bu kadar yakından bakmak ve o duyguyu hissetmek bazen yorucu olabiliyor. Burada yaşadığım şey de tıpkı bir tırtılın kelebeğe dönüşme anındaki gibi o sancılı süreçti benim için ve o anı resmetmeye çalıştım.
Eser hakkında küratörlenizden biri otoportre çalıştığınızı söyledi ve siz şu ifadeleri kullandınız: “Bu dünyaya bir beden üzerinden geldik. Bu nedenle bir şeyi temsil ederken dünyaya geldiğim beden üzerinden anlatıyorum.” Senin için bu yolu seçmenin sebebi en iyi bildiğin kendin üzerinden anlatma yolu mudur?
Bir anlığına da olsa başkası olmamız mümkün değil. Kendim olmak dışında deneyimleyebileceğim bir şey yok ve ben de kendi bedenimin sınırlarını sanat yoluyla aşmaya çalışıyorum. Cezanne “ressam, gördüklerini içine sindiren kişidir” der, ben de gördüklerimi, hissettiklerimi kendi bedenim üzerinden “o” olarak anlatmaya çalışıyorum. Bunun başka türlü olamayacağını seziyorum.
Resim yaparken yabancılaştığınız anlar var mı? Varsa bizimle paylaşır mısınız?
Resim yaparken çoğunlukla kendime yabancılaşıyorum. O artık başka biriymiş gibi hissediyorum. Hem benim hem de hiç tanımadığım bir başkası. Hem her fırça vuruşunu ruhumda, bedenimde hissediyorum, hem de hiç tanımadığım bir yabancı oluyor benim için. Hissettiğim bu duyguları sözle anlatmam çok zor.

Biraz yukarıdaki porteyi konuşalım istiyorum. Sanki uzun bir uyku çekecek ve yarın her şeye yeniden başlayacak bir kadın gibi geldi bana. Sizin bu portreye dair fikrinizi merak ediyorum.
Bu resim az önce bahsettiğim “İkna” resminin içinde olan “Neyi Beklediğimi Unuttum” adlı resim. Gerçekten bu resmi yaparken neyi bekliyordum şimdi hatırlamıyorum. Belki de unutmak istediğim için bu resmi yaptım. Bazı resimleri neden yaptığımı resmi yaptıktan çok sonra fark ediyorum. Bazen de yaparken yaşadığım duyguları unutuyorum. Belki de böyle atıyorum o duyguyu içimden.

Yukarıdaki yağlı boya tekniği ile yaptığınız iki kedi bir kadın tablosu, günümüz dünyasının bir izdüşümü gibi. Yalnızlığını hayvan dostlarıyla paylaşan bir kadın. Ne dersiniz, günümüz kadının bir çıktısı mı?
Evet, böyle kendi dünyasında, birkaç evcil hayvanıyla birlikte modern toplumda yaşayan yalnız ve hüzünlü kadınların resimlerini yaptığım bir seriden bu resim.
Tavsiye almaktan ve vermekten hiç hoşlanmayan genç bir kadın olarak size şunu sormak istiyorum: Türkiye’de sanat icra etmek bir gül bahçesi değil. Bu yolda ilerlemek isteyen yeteneklere, kendi yolculuğunuzun notlarından neler iliştirmek istersiniz?
Sanat uzun bir süreçtir ve herkesin kendi yolculuğu farklıdır. Her gün bıkmadan usanmadan üretmek gerekir. Yalnız kalmayı göze almak ve çoğunlukla inziva gerekir. Ve çokça sevmek. İçinde o yaratma arzusu varsa ne olursa olsun başarısız olma ihtimalin yoktur. Piyasanın büyüsüne ve kolaylıklarına kapılmadan içinden geldiği gibi üretmek, ilham kaynaklarını keşfetmek ve üstüne gitmek gerekir.
İlham aldığınız ressamlar, yazarlar ya da canlılar kimler?
Doğanın kendisi başlı başına ilham kaynağı benim için. Karşılaştığım her canlı sanatımı besliyor. Bazen dinlediğim bir şarkı, okuduğum kitaptaki bir karakter. Bazen bir şiir, bazen bir çiçek… Her şeyden ilham alıyorum. Sevdiğim çok ressam var ancak direkt olarak ilham aldığım bir ressam söylemem çok zor. Sanıyorum Rönesans dönemi eserleri bana daha çok ilham oluyor. Yine kitaplarını sevdiğim birçok yazar var ama felsefesinden en etkilendiğim yazar Maurice Merleau Ponty diyebilirim.

Dünyanın Teni, çok vurucu bir resim. Çiçeklerin türü, tablonun adı, üst bedeni çıplak bir kadın… Bu eserin doğum sürecine dair neler söylemek istersiniz?
“Dünyanın Teni” benim doğaya çıktığım ilk resim. Öncesinde kendimi daha çok iç mekânda resmederken, duvarlarımı kırdığım ve doğaya döndüğüm hatta doğaya dönüştüğüm bir resim. Bu resmi Taner Ceylan’ın küratörlüğünde gerçekleşen “Olimpos Sergileri 1 Portre” için yapmıştım. O süreçte Taner Ceylan ile yaptığımız konuşmalar bana çok ilham oldu ve bu resim böylelikle ortaya çıkmış oldu. Bu resimle birlikte daha önce “Bir başkası olmak nasıldır?” Sorusunu sorarken, “Doğa olmak nasıldır?”, “Bir bitki gibi hissetmek nasıldır?” Sorularını sorduğum bir sürece girmiş oldum.
Pablo Neruda’nın “Şiir, onu yazana değil, ona ihtiyacı olana aittir.” dediği gibi resimde ihtiyacı olana mı aittir?
Kesinlikle öyle düşünüyorum. Bazen benim için çok başka anlamlara gelen bir resmimin başkası için çok daha farklı anlamlara geldiğine şahit oluyorum. İşte o zaman gerçekten resmin artık benden çıktığını anlıyorum. Bazen yaparken beni duygusal olarak çok yoran bir resmin bir başkası için ne kadar huzurlu hissettirdiğini görüyorum. Resimlerim aracılığıyla kendi aynamdan başkalarını seyrediyorum ve müthiş bir şey benim için.


İlk yorum yapan olun