.

Hayata Mizahi Şarkılar Söyleyen Şiirler: “Ayıp Payı” Üzerine

melikesonmezer@sanatkritik.com

Melike Sönmezer

Ceren Kandemir’in İnkılâp Kitabevi’nden çıkan ilk şiir kitabı Ayıp Payı’nı konuşmak üzere bir araya geldik.

Şiir yazma sürecinizi anlatır mısınız?

Bir şey görürüm, hissederim, duyarım. Biriyle tanışırım, bir koku olur, bir renk olur. Sonra keşke bu his benimle uzun uzun kalsa derim. Bu his acılı da olabilir neşeli de. Onu biraz gezdiririm benimle. Sonra bir gün şiir olur.

Şiir, edebiyat türleri içerisinde kendimizi ifade etme biçiminde oldukça kısıtlı alan açan bir türdür. Daha önce roman, öykü, deneme vb. başka türlerde yazmayı denediniz mi?

Ben meslek gereği her gün yazıyorum. Uzun zamandır metin yazarlığı yapıyorum. Bu yüzden yazmak hayatımın önemli bir parçası. Elim sürekli sıcak kaldığı için önceki soruda bahsettiğim hisleri veya durumları bazen şiir bazen öykü veya makale formatında yazıyorum. Uzun yazıya dönüşmüş ise şiirle anlatacak kadar süzmeyi beceremediğim içindir diyebilirim.

Boncukları ipe dizer gibi kelimeleri yan yana getirmişsiniz. Gündelik hayatın içinden her gün gördüğümüz şeyler yan yana gelince estetik bir hâl almış. Bu kadar gündelik dil bana Garip şairlerini anımsattı. Şiirlerde Garip akımının dilini hissettim. Siz ne düşüyorsunuz?

Akımlara isimleri çok sonradan verildiği için, Garipçiler de bence kendi dönemlerinde garip yazdıklarını bilmiyorlardı. Ne dersin? Ben de nereye koyacağımı hem bilemiyorum hem de belirlemesi bana düşmez gibi geliyor.

Her gün yazar mısınız? Bir yazma disiplininiz var mı?

Yazarım. En kötü not alırım. Olmadı birini arayıp anlatırım.

Eseriniz 3 bölümden oluşuyor. “Bütün Ümidim Kırlentlerdedir”, “Hadi Öldürelim Birbirimizi!”, “Ders mi Çıkarmam Gerekiyor?” Bu 3 şiirle bir sınıflandırma yapmışsınız. Şiirleri sınıflandırırken neyi ölçüt aldınız?

Aslında bölümlendirmeyi kitabın editörü İsmail Afacan kurguladı. Kitabın onda bıraktığı “bir evi dışardan görmek, içine girmek ve içinden çıkmak” hisleri üzerine sınıflandırıldı şiirler.

Eserin adını konuşalım istiyorum. Eserin adına nasıl karar verdiniz?

Ayıp Payı, tabakta kalan son lokmaya verilen bir isim. Aynı zamanda meyve ağaçlarının en üstünde kalan meyveleri kuşlara bırakmak anlamına da geliyor. “Hayırlık” da bir diğer ismi. Şiirlerin ayıp payım olduğunu hissediyorum.

 Yazdıklarınızın “Tamam bunlar oldu, artık benden çıkmalılar” dediğiniz an ne zamandı? Şiirlerinizi yayınevleriyle buluşturma süreciniz nasıl ilerledi?

12-13 yaşımdan beri şiir yazsam da paylaşılması gereken bir şey olduğunu düşünmüyordum şiirin. İki sene önceydi sanırım, hayatımı değiştiren şairler ve şiirleri düşündüğümü hatırlıyorum. Bir kişiyle olsa bu anlaşma bağını kurma ihtimalini çok istedim. Bir cüret geldi gitmedi. İnkılap Kitabevi’ne, Aren Şenorkyan’a, Gülşen İşeri’ye, İsmail Afacan’a buradan bir kez daha teşekkür etmek isterim cüretimi kucakladıkları için.

Eserin başından “Ferhan’dan aldığım cesaret ve utanmazlıkla…”  diyorsunuz. Yazdıklarımı biri okurken çok utanırım, çıplak kalmış gibi hissederim. Bu hâl sizde de var sanırım. Yazmak biraz mahcup olmak mı? Neden utanıyoruz?

Sanki özellikle de şiirde var bu. Kişisel duygularımız için özür dileyecek duruma çok hızlı geliyoruz. Bunda coğrafyanın da etkisi büyük. Duygularımızı da, şairin topluma katkısını da abartıyoruz. Basit bir duygudan bahsetmek ayıp gibi geliyor bu yüzden belki de.

 “Son Yemek” şiirinde günümüz toplumuna bir iğneleme hâli var. Okurken bir yandan güldüm bir yandan durumlara öfkelendim. Şiir diliniz sizce de mizahi mi?

Bize dair hem en sevdiğim hem de değiştirmek istediğim tek şey bu benim. Bir yerinden şakalaştırabilmek. Delirmemizi engellerken, öfkemize sıkıca sarılıp hakkımızı aramamızın da önüne barikat oluyor toplumsal mizah yeteneğimiz. Şiirde bu bilerek yaptığım bir şey değil. Mizahla hüzün içimde de aynı odada kaldıkları için şiire yansımış olabilir.

 “Normal” şiirini konuşalım istiyorum. Edebiyatta delilik halen çalışılan güncel bir konudur. Siz delilik halini sistemle dalga geçen bir yerden yorumlamışsınız.

Görmeyi beklediğimiz bir deli tiplemesi var. “Şair” denilince görmeyi beklediğimiz bir şair tiplemesi olduğu gibi. Oysa oldukça normal görünen biriyle beş dakika konuşunca normal kavramını hemen sorgulamaya başlarsınız. “Her deli üstünü başını yırtmaz” Babaannemden her hafta duyduğum bir cümle idi. Çocukken anlamazdım, zamanla insanları kavrayışımda önemli bir yer edindi bu laf. Çok güzel biber dolması yapanlarını, müdür bile olanlarını görmüşüzdür hepimiz değil mi?

“Uzem” şiiriniz, kişisel gelişime kafa tutmayı, modern insanın gündelik yaşam biçimini, kaygılarını,  tiye alıyor. Günümüz modern insanların-bizlerin- iç sesini satırlara dökmüşsünüz. 

Haset, öfke, hırs, yarış gibi ham duygularımızdan utanıyoruz. Vitrinimizi muhteşem yaparken onlar yeni dünyada bir sandığın içindeler. Asla “feedimizde” yer almıyorlar. Ben demiyorum ki berbat tipler olalım. Ama kıskanmak da var, yersiz nefret de. Kendimize söyleyelim bari. Hatta karşımızdakine de. “Seninle yarışacağım” diyelim ne olacak. Hem bunu dersek “seni sevmeye başladım” da anlam kazanır belki.

Ceren Hanım bir şiirinizi cebinize koyup taşımanızı istesem. O şiir hangisi olurdu?

“Hayret Makamı”. Belki en yenisi olduğu için oradaki düşünceler hâlâ yürüyüşlerime eşlik ediyor. Bir de “Şekerleme.

Klasiktir ama her okuyucunun başat merakıdır. Yeni eseriniz için çalışıyor musunuz?

Şiir yazmaya devam ediyorum. Bu sefer yıllarca bir kitap formuna gelmesini beklemeyeceğim. Daha paylaşımcı olmak üzerine çalışıyorum. İçime sindiği gibi seni bunaltacağım sesli okumak için arayarak!

Çok keyif aldım, teşekkürler Melike.

Bana ve Sanat Kritik okuyucularına zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Uzun bir aradan sonra bizim zamanımıza, hayatımıza dokunan şiirleri okumak keyif verdi. Sıradan, özenli ve bir o kadar isyankâr olan bu şiirleri dilerim okuyucunun yaşamında bir durak olur.