
Abdullah Ezik
abdullah.ezik@sanatkritik.com
15’inci 360 Dereceden Aşk Festivali finalini oldukça özel bir performans ile yaptı. Multidisipliner sanatçı Arbil Çelen Yuca 16-18 Mart tarihleri arasında Pera Palace Hotel gibi kamusal bir alanda 48 saat boyunca kesintisiz sürdürdüğü “DÖNGÜDE HÜR-SEN” isimli performansla izleyicilerle buluştu.
Arbil Çelen Yuca ile “Döngüde Hür-Sen” isimli performansı ve kamusal alanda bir performans gerçekleştirme serüveni üzerine konuştuk.
360 Dereceden Aşk Festivali kapsamında gerçekleştirdiğiniz “Döngüde Hür-Sen” birçok açıdan dikkat çekici bir performans. Bunu aynı zamanda bir kamusal mekânda gerçekleştirmeniz, Pera Palace Hotel’de hayata geçirmeniz de oldukça çarpıcı. Öncelikle bu performansın çıkış noktası nedir sizin için?
Adanalıyım. Yetiştiğim coğrafya türlü sebepten kişinin ruhunu gürbüzleştiriyor. Kendi adıma İstanbul’a geldiğimden beri özellikle şehirlilik kavramı ile sıkışmışlığı tanıdım. 1995’de yaptığım radyo yayınlarından bugüne aynı şeyin altını çizmeye çalışıyorum, sanatçı ya da değil her kişinin otantik kimliği toplumun asıl ihtiyacı olan kimliğidir. Son performansımı da aynı merkezden yola çıkışla düşledim. Düşlerken Işık Gençoğlu 360 Dereceden Aşk Festivali’nin 2023 temasını belirleyip benimle paylaştı: “Özgürlük Benim Karakterimdir!”
Öyle heyecanlandım ki; akışın bu birliğine sevgili Özlem Gökbel ve Işık’la paylaştım performansın detaylarını. Maalesef 6’sı sabahı tüm yola çıkışımızın, herkesin aslında sormaya başladığı sorularla oluşuna uyandık. Festivalin eşitlikçi ve sanatı merkezinde toplumsal bir olguya çevirdiğinin bir örneği oldu bu sene yaşadıklarımız. Vazgeçmedik, tüm seçkilerin aslolana dair manayı nasıl desteklediğini görünce ben de daha çok cesaretlendim. Önce erteledik, sağ olsunlar içim “şimdi” diyene kadar beklediler. Böylece festivalin mesajına destek veren bir finali beraber gerçekleştirdik.
Performansın kostümlerini moda tasarımcısı Niyazi Erdoğan sizin için özel olarak tasarladı. Bu süreçte Niyazi Erdoğan ile nasıl bir çalışma yürüttünüz ve kostümler nasıl gün yüzüne çıktı?
Yedi ay önce performansa dair ilk metinleri netleştirirken kostümümün yaşam-ölüm-yaşam üçlemesine ithafen kefen bezi ile tasarlanmasını, resme eklediğim kahramanı yaratan renkleri de fırçaları kostümüme silerek yaşamda bıraktığımız izleri temsil etmesini istemiştim. Niyazi Erdoğan kostüme Adana şalvarıyla köklerimi, “Demetervari” üstle de yola çıkış mitimi ekledi. Resimdeki dilek ağaçlarına işlediği tel kırma ve kırmızı iplikler ile aynı zamanda ‘7’liler’imdendi. (Not: 7’liler Arbil Çelen Yuca’nın seçtiği 7 yaşam sanatçısı. Onların alana dahil oluş şekilleri ya da zamanları sanatçının bilgisi dahilinde değildi. Farklı zamanlarda performansa dahil olup, kendi mini performanslarını gerçekleştirdiler.)

Kamusal bir alanda izleyicilerle buluşmak, bir performans sanatçısı olarak sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor?
Aslında dışavurumcu bir tavır denince sanki kısıtlama var gibi algılanabiliyor, oysa sınırları tanımak, yeniden tanımlamak kısıtlama değil, yeni anlatı malzemesi. Beni en çok ışıkta uyumak zorlardı mesela, normalde uyku ile çok aram yokken, alanda uzun uzun zifiri kuyularda kapalı kalmışçasına uyudum, nerede olduğumu unutarak uyandım, adeta bir rahimdeydim.
Pera Palace Hotel, Galata Fuaye’de kurduğunuz yaşam alanında 48 saat boyunca süren oldukça canlı, yazılı sözlü iletişimden uzak bir eser üretiyorsunuz. Bu noktada iletişimi kesmek, performans gibi etkileşime açık bir disiplin için kendi içerisinde nasıl bir değer taşıyor?
Kendi adıma konuşmamak ya da herkese açık bir alanda üretmek için belli bir zaman sınırım olmasından çok “özgünlük” kendimi tarttığım yerdi. Ben kendimi ne kadar tanıyorum, Kavafis’in şiirindeki gibi her gittiğim yere götürdüğüm “ben” kim? O “ben”i ne kadar destekliyorum. Her gün sadece bir omlet, bir kâse çorba, bir elma ve bir muz yedim. Bunun bedenle değil ruhla bir ilişkileniş alanı olduğunu göstermek istiyordum. Öğünlerimi kısıtlı tutarak, bedenime bir malzeme olarak ihtiyacı olan yakıtı verdim ve rehavete girmesini engelledim. Sınırları kısıtlılık üzerinden değil, izleyenlerin ve olasılıkların etkisi altındayken diğer ruhsal akışların beklentileri, yargıları, övgü ve yergileri olarak zihnimde tarttım, ruhuma ilişmemesi için kendime dair olanları ayırdım.

Performansın en dikkat çeken yanlarından birisi de 48 saat aralıksız bir şekilde devam etmesi. Bu hem oldukça yorucu hem de direnç isteyen bir durum. Bu süreci nasıl yönettiniz kendi içinizde?
İlk yola çıktığımda 72 saat demiştim, bugün için keşke 72 saat yapsaydım diyorum ancak özellikle dönemi düşününce, 48 saat depremde hayatta kalabilenlere ulaşabilmek için kritik saatler olarak hepimizin bilincine kazındı. Neden 48 saat yapmayı seçtiğimi 7 Şubat akşamı idrak ettim. Sürece gelince aslında her üretim döneminde kendi içime bazen haftalarca kapanabiliyorum. Bir bakıma kimseyle konuşmuyor olmak konforluydu. Seviyorum desem…
Performansınız boyunca “izlenirken özgür olmanın, kendin kalabilmenin mümkünlüğü” meselesi üzerinde durdunuz. Bu deneyim, izleyen-izlenen arasındaki etkileşim sizi bu süreçte nasıl yönlendirdi, size neler düşündürdü?
Özellikle kilden kuşların içine yerleştirdiğim özgürlük niyetlerinin masumluğunu her okuduğumda içimde taşlar yerine oturdu. Bu aslında kendime iltimas geçtiğim bir üçkâğıt. Ben izleyici ile iletişim kuramasam da onlar yazdıkları kâğıtları okuduğumda benimle yazılı iletişim kuruyordu. Burada sanatçı olarak tek taraflı bir iletişimin mümkün olmadığını, söylenecek bir şey varsa, işitenin hiçbir şey söylemeksizin iletişimde olduğunu, sözün işitenle uçuculuğunu kazandığını her hücreme işledi performans. Performansta bir izlek tuttum, bu konuyu oraya uzun uzun yazmışım.
“Döngüde Hür-Sen”, oldukça kadim bir anlatıya, Demeter-Persofone mitinden yola çıkarak anne-kız ilişkisinden dişille erilin mücadelesine dek birçok meseleyi içerisine dâhil ediyor. Peki siz bu süreçte performansın düşünsel altyapısını hazırlarken neden özellikle Demeter ve Persofone üzerinde durdunuz?
Aslında sanırım içselleştirdiğim ilk mit Demeter ve Persefone, yirmili yaşlarımdaydım. Daha sonra anlatılar yaparken Hatay usulü nar ekşili çorbamla döngüyü onurlandırma performansları yaptım, bir tür tuzlu aşure düşünün, hazırlığı iki gün süren, dört beş saat kazan başında olarak hazırladığım bir çorba. Evet kazan, bu çorbayı 200 kişiye ikram ettiğim performanslarım oldu, özel bir sosu vardır, o sosa tuzunu gelenler ekler, sosu onların yanında hazırlarım, sarımsak, salça, zeytinyağı ve bibere, tuz eklerler, ocağın üzerinde ben karıştırırken. Tuz miktarını miti dinledikten, en önemlisi kendilerini mitle yeniden dinledikten sonra onlar ayarlar. Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabı yazarı Dr. Clarissa Pinkola Estes ile çalışmaya Colorado’ya gittiğimde kendisi özellikle gözlerime bakıp topraklarının hikayesini anlat dediğinde neden hali hazırda iki yıldır o miti anlattığımı anladım. Ve ne acı ki; bir kız çocuğunun yer altına girerek erginleşme hikayesi, kadının, hatta doğanın döngüsü benim için bu acı dönemde doğaya dönmeyi hatırlamak için vesile oldu.

Ele aldığınız meseleler gerek kişisel yaşantınız gerekse içerisinde bulunduğunuz toplum/topluluk bağlamında izleyicilere nasıl bir anlatı sunuyor?
Anlatıcılık kişisel alanım ve diğerleri diye ayrıştırmamayı gerektiriyor. Nasıl yerde ne varsa gökte o var diyorsak, bende ne varsa sizde o var, ama her birimiz hikâyenin farklı yerini büyük harflerle yazmayı seçiyoruz.
Performans, Banu Kanıbelli’nin Fazıl Hüsnü Dağlarca şiirlerine bestelerinden bir dinleti ve sizin yaptığınız bir desenden yola çıkarak “başka bir hikâye mümkün” anlatısı ile tamamlanıyor. Son olarak bu desen, dinleti ve son günlerde oldukça önemli bir yerde duran afetzedelere yardım meselesi üzerine ne söylersiniz?
Kendi adıma “çorbada tuzum olsun” kavramının Anadolu’nun kıymetli bir imece geleneği olduğunu düşünüyorum. Bu acı vesile oldu, gücümüzün dayanıklılığımızın birbirimize yaslanabildiğimiz yerde ayyuka çıktığını gördük. Kendi adıma ben de ilk gün çorbaya tuzumdan kattım. Ancak süreç uzun, yıllar alacak, bir sanatçının da katkısı eseri üzerinden olabilir. Toçev’le altı aylık bir yolculuğumuz başlayacak, bölgede çocuklar ve ailelerle buluşacağım. Performansta ortaya çıkan eserin satışı üzerinden de İhtiyaç Haritası’na destekte bulunacağım. Hepimiz gibi ben de elimden geleni yapacağım ki, gidenlerin yasının hakkını verebileyim.