.

İlhami Algör: Aydaki Kadın’da “biz”

Aydaki Kadın romanının müdveddelerinden

Serimizin 30. gününde İlhami Algör, Tanpınar’ın Aydaki Kadın romanındaki “biz”leri anlatıyor.

Dinlemek için aşağıdaki linke tıklayınız:

Aydaki Kadın’da Biz

İyi günler. Davetin konusu Tanpınar’ın bir cümlesini ya da bir paragrafını seçip en az 5 dakika üzerine konuşmak idi. Tanpınar hakkında 2 dakika bile konuşamam. Fakat öyle bir tesadüf ki daveti aldığım günlerde Tanpınar’a ait şu cümleleri okuyordum: “Ermeni, Rum, Yahudi tüccarlar… Alabildiğine yaşamak hırsı, kadın ve para avcılığı, alkol, adab-ı muaşeret ve alakasızlık su gibi akıyordu. Belki bizden fazla okuyorlar, muhakkak bizden fazla çalışıyorlar hatta belki bizden fazla ve iyi düşünüyorlar fakat bir çeşit kapanma ve alakasızlık bütün imkânları kurutuyor. Bir yığın kabuklaşmış süfre… Her şeyi satıhtan almaya mahkûmmuş gibi yaşıyorlar. Beyoğlu… Biraz da onların.”

“Belki bizden iyi düşünüyorlar” diye başlayıp fakat “bir yığın kabuklaşmış süfre” ye bağlamak çelişki mi? İnanç ikilemi mi? Ve “bizden iyiler” ifadesinde “biz” kimdir? O yıllarda Tanpınar’da “biz” kimdir? Mesela 1958 senesinde, Milliyet gazetesinde, Peyami Safa köşe yazısında şöyle diyor: “Bu toprağa bağlılıklarından emin olamadığımız Rum gazino, dükkân ve mağazalarıyla toptan alakayı kesmek… Bizden olmayanlara bu memlekette nefes aldırmamanın çaresi onların gelir kaynaklarını besleyen iktisadi hava deliklerini tıkamaktır.” Tanpınar’ın “biz” i böyle bir “biz” midir? Soruyorum çünkü şu cümleler de Tanpınar’a ait: “Solcu; gizli, mısır ve cahil… Sağcı, milliyetçi geçinenlerin hepsi cahil ve kupkuru. Ortadakiler darmadağınık. Hemen hepsi zevksiz ve tahammülü güç.” Kim kaldı acaba geriye “biz” adına? Bu konu şimdilik bir kenarda dursun.

“Ermeni, Rum, Yahudi tüccarlar…” diye başlayan, önce olumlayıp devamında olumsuzlama olarak biten Tanpınar paragrafı Aydaki Kadın adlı romanından Selim adlı kahramanının sözleri. Fakat ben bu paragrafı romanından değil Herkül Milas’ın “Türk Romanı ve Öteki” adlı kitabından okudum şu sebepten: 6-7 Eylül 1955 tanıklıkları okuyordum, merak ettim “acaba 6-7 Eylül’ün edebiyatta izleri var mı?” diye. Orhan Kemal’de var mesela. Sadece 6-7 Eylül 1955 değil, Ermeni mallarına çökmenin de izleri var Orhan Kemal’de. Bu nedenle Herkül Milas’ın kitabına baktım. Milas 100 yılı aşkın bir zaman dilimine ait 450 kadar roman, hikâye ve anı taramış; kronolojik bir bölümleme ile takdim etmiş. Kitapta Tanpınar adı “Tek Partili Dönemde İslamcı Yaklaşım” alt başlığında yer alıyor. Peyami Safa, Samiha Ayverdi, Necip Fazıl Kısakürek, Münevver Ayaşlı isimleriyle beraber… Yine de Tanpınar’ı diğerlerinden ayıran birkaç cümleyi not düşer Milas, biri şudur: “Yapıtlarda sergilenen Rumlar, Ahmet Hamdi Tanpınar’da Peyami Safa’dan ve dönemin ulusçu yazarlarından pek farklı değildir. Yalnız belki Tanpınar’ın dili biraz daha incelikli, daha dikkatlidir.”

Aydaki Kadı” romanı nasıl tanımlanıyor diye merak ettim, Nurdan Gürbilek’e baktım: “Huzur, bir rüyanın romanıysa Aydaki Kadın, bir uyanışın romanıdır. Artık hiçbir zaman yekpare olunamayacağının anlaşıldığı; dış dünyanın, bugünün ağır bastığı; parçalanmış bir dünyadır uyanılan. Özne kendi kapısındadır. Dış dünyayla yalnız kalmıştır artık.” Ayşe Nur Öğüt’ün Tanpınar’da Nostalji ve Eve Dönüş başlıklı makalesine baktım: “Aydaki Kadın’a gelinceğe değin hep bir geçmişle alış veriş söz konusuyken Aydaki Kadın’da geçmiş sadece flashback unsuru olarak kullanılır. Geçmişle an arasında hızlı ve yoğun gelgitler cereyan eder ve bu gelgitler öyle iç içe geçmiştir ki adeta nostalji yapmaya imkan ve vakit yoktur. Romanda aynı zamanda güncel siyaset Selim’i hep ana döndüren bir unsur olarak tebarüz etmektedir.”

Aydaki Kadın Tanpınar’ın son romanı ise yıllar içinde acaba Tanpınar’da bir değişim söz konusu olabilir mi diye düşündüm. Acaba Narmanlı Han’da yaşamış biri olarak 6-7 Eylül vahşetini görmüş müdür diye düşündüm. Mesela alaturka musikiye düşkün biri olarak hanende ve bestekâr, “Ada Sahillerinde Bekliyorum” şarkısıyla meşhur Necmi Rıza Bey hadisesini duymuş mudur? 6-7 Eylül’de her yeri kıra döke ilerleyen bizon sürüsü dükkânına yaklaşınca Necmi Rıza Bey’in kapı önüne çıkarak “Allah adını zikredelim evvela” diye Münir Nurettin’e benzediği söylenen sesiyle mevlit giriş bölümünü okuduğunu kalabalığın önce bakakalıp “Allah kabul etsin amca” diye geçip gittiği hadiseyi duymuş mudur? Ya da iç çamaşırları indirip sünnetli olduğunu göstererek “öteki” olmadığını kanıtlamaya çalışan esnafı duymuş mudur? İnsanlar güvenli alana mevlit ve sünnet işaretleriyle ulaşıyorsa “biz kimin nesiyiz?” demiş midir acaba?

Kendime eleştirim şudur: Nurdan Gürbilek’in “sanatı maziyi açacak bir anahtar olarak gördüğü geçmiş kaybını sanatı besleyen bir kaynağa dönüştürdü” cümlesiyle tanımladığı Orhan Koçak’a göre “endüstrisi oluşmuş” veya Besim Dellaloğlu’na göre “ikonik kanona” olan Tanpınar gibi hacimli bir yapıya sadece bir pencere detayından yaklaşır gibi tek bir paragrafıyla yaklaşmaya çalışmak… Bir beyhudelik ve abeslik seziyorum tavrımda. Bu kendime eleştirim olsun.

İzninizle bağlıyorum artık. Herkül Milas’ın adını zikrettiğim kitabının esası şudur: “Türk romanında Rum evinin içi yoktur, Ahmet Mithat Hariç.” İyi günler dilerim.

İlhami Algör: 1955’te İstanbul Suriçi’nde doğdu. Kitapları: Çanakkale Yalı Hanı ve Han Sakinleri (Everest Yayınları, 2007), Karabakal Ötüyor (Everest Yayınları, 2008), Ma Sekerdo Kardaş? (Doğan Kitap; 2010; İletişim Yayınları, 2018), Kalfa ile Kıralıça (İletişim Yayınları, 2013), Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku (İletişim Yayınları, 2014), Albayım Beni Nezahat ile Evlendir (İletişim Yayınları, 2015), İkircikli Biricik (İletişim Yayınları, 2015), Hisli Kirpi (2021).