
Abbas Bozkurt
abbasbozkurt@gmail.com
Psikanalitik yöntemleri bir dedektifin mantık yürütme silsilesi ile mukayese edebilir miyiz? Bir olayın izahını insana dair keskin gözlemlerle incecik detaylarda bulan bir özel dedektif ile, bilinçdışının gündelik yaşama tesir ettiği anları kovalayan bir psikanalist en çok hangi anlarda birbirlerine yakınlaşır? Biraz daha somutlaştırarak soralım: Sir Arthur Conan Doyle’un yarattığı efsanevi karakter Sherlock Holmes ile Freud’un yöntemleri arasında benzerlikler var mı? Holmes Freud’u, Freud da dedektif filmleri külliyatını etkilemiş olabilir mi?
Bunun gibi daha pek çok soruyu zihne üşüştüren bir filmden söz edeceğiz. Nicholas Meyer’in kendi romanından senaryolaştırdığı 1976 yapımı film The Seven-Per-Cent Solution, Freud’un o meşhur divanına Sherlock Holmes’un uzandığı, kurmaca ile tarihi olayların oyunbaz şekilde harmanlandığı bir dünya yaratıyor.
The Seven-Per-Cent Solution’ın dünyasında, Sherlock Holmes, kokain müptelası paranoid bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Onun ezeli düşmanı Moriarty, bu hezeyanlı adamın zihninde büyüttüğü, takıntı haline getirdiği bir şeytani kötü. Holmes’u bu durumdan çekip kurtarma işi ise Freud’a düşüyor.
Holmes ve Freud’u Viktorya döneminin en önemli iki dedektifi olarak da düşünebiliriz. Birisi cinai ve adli vakaların, diğeri ruhani fenomenlerin hafiyesi. İkisi de, davranışların ardında yatan, ilk bakışta adı konulamayan detayları keskin zekâlarıyla avlıyorlar ve yöntemlerini sistematikleştirerek kusursuzlaştırmaya çalışıyorlar. İki figürü buluşturan bu Oscar adayı film, kendini fazla ciddiye almadan ama seyircisinin zekâ kıvrımlarını da hiç küçümsemeden, farklı çeşnilere bulanmış, mizahı da bol bir Arthur Conan Doyle öyküsü gibi ilerliyor.
Bir Sanat Hafiyesi
Freud, Jung’a yazdığı bir mektupta, Doyle’un yarattığı karakterden övgüyle söz ediyor. Sherlock Holmes’un dedektifinin yöntemleriyle kendi mesleği arasındaki benzerliklerin farkında olduğu izlenimini veriyor1. Elbette bu etkilenmenin düzeyi spekülasyona açık. Freud ile Holmes’un yöntemleri arasındaki koşutluklar günümüzde pek çok makale ve kitaba konu olmuş durumda. Bunlardan en önemlilerinden biri Carlo Ginzburg’un imzasını taşıyor. Freud ve Holmes denince ilk referans kaynaklarından biri olan makalesinde Ginzburg, psikanalizin kurucusu Freud ile Sherlock Holmes’un yöntemlerinin neden benzer olduğunu tartışıyor. Bu iki isme bir de İtalyan sanat tarihçisi Giovanni Morelli’yi ekliyor. İnsan davranışlarının arkasında yatan örtük ya da kısmen gizli motivasyonları açığa vuran Freud ve Holmes gibi bir hafiye aslında Morelli de. Onun mahareti, ünlü ressamların tablolarındaki anatomik detaylardan orijinal ve replika tabloları ayırt edebilmek.
Ginzburg’un makalesi, bu üç analitik yöntemin ayrıntılara düşkünlüğünün ortak bir ekol olarak pek çok başka disiplini de etkilediğini savlıyor. Morelli’nin sanat tarihi için yarattığı tasnifsel keskinliğin yansımasını, Doyle’un birkaç yıl sonra yarattığı Holmes karakterinde görebileceğimizi savunuyor Ginzburg. Morelli’nin ressamların imzasını tanımak için oluşturduğu ayrıntılı anatomik sınıflandırmalardan, kulakların ve daha pek çok başka organın biçiminden vardığı çıkarımlardan söz ediyor ve Doyle’un Sherlock Holmes metinlerinde bu türden detayların çözüme ulaşmak adına nasıl kullanıldığına dair örnekler veriyor. Morelli’ye göre, bir ressamın imzasını anlamak için, onun en az çabayla, bir tür otomasyona bağlanmış gibi, adeta refleks olarak ürettiği çizim detaylarına bakmak gereklidir.2 İşte Ginzburg, bu yöntemin, Freud’un insan ruhuna dair tahlilleri ve Holmes’un adli vakaları çözüme ulaştırması açısından da hayati önem taşıdığını düşünüyor.
Cinayet Mahallinin Rüya Analizi
Yakın dönemde de psikanaliz ve dedektiflik arasındaki koşutluklar üzerine yazıp çizen isimler var elbette. Lacancı arzu kavramını popüler kültür ürünleri üzerinden somutlaştırmayı seven Žižek, Sherlock Holmes gibi klasik dedektiflerin bir anlamda psikoterapi yapmak zorunda olduğunu düşünür. Žižek’e göre bu dedektif öykülerinin en cezbedici tarafı, anlatılan olayın bir tür rüyayı andırmasıdır. Vakanın süfli detayları, rasyonel izahat çabaları değil, ilk bakışta anlamlandırılamayan bu rüyavari tuhaflığı dedektif ve seyirci için cezbedicidir. Dedektif, bir terapist gibi bu rüyanın saklı anlamını açığa çıkarmaya çalışır, belli verileri kullanarak bir rüyanın çözümlemesine dair tahminde bulunur.3
Freud ve Holmes’u, Viktorya döneminde, 1891 yılında Avusturya’da buluşturan The Seven-Per-Cent Solution psikanalitik yöntem ve Holmes’un yöntemleri arasındaki ilişkiyle teorik olarak ilgilenmekten ziyade buna dair fikirlere ilham veriyor. Birisi kurmaca iki efsanevi figürü birbirine denk iki büyük zihin olarak karşı karşıya getiriyor. Bunları yaparken de popüler dedektif öykülerine uyan hareketli bir izlek kuruyor. Öykünün en ilginç yanlarından biri de çizilen Holmes portresi. Nicholas Meyer’in filme kaynaklık eden romanının 70’lerde çok satanlar arasında haftalarca kalmasının başlıca sebebi bu sıradışı Holmes karakterizasyonu. O dönem yasal olarak kolayca bulunabilen kokaine bağımlı hale gelen, analitik yeteneklerini kullanmakta bu nedenle sorun yaşayan bir Holmes var karşımızda. Tüm Avrupa’nın kaderini etkileyecek bir kayıp vakasını çözmek zorunda ancak onun zihnini kendi kendine kurduğu cendereden kurtarmak Freud’un elinde. Filmde psikanalize dair en önemli sahnelerden birinde, Freud bu olağanüstü “danışan”ını tahlile başlıyor ve şöyle diyor: “Kazandığınız zaferleri de başınıza gelen felaketleri de kimseyle paylaşmanıza izin vermeyen bu benmerkezci melodram silsilesi de nedir böyle?”
Doyle’un klasikleşmiş metinlerinde her zaman vazifeye hazır, zihnen dipdiri duran, karşıdakini soğukkanlılıkla analiz eden Holmes, bu kez kendi zihninin, tüm detaylarıyla aynaya tutulduğu bir seansta karşımızda. 1974 tarihli çok satan romanın da, En İyi Uyarlama dalında Oscar adayı olan filmin de en cezbedici tarafı, amanvermez bir tahlil ustasının bir başka ustanın gözleri önünde zihnin en ücra köşelerine kadar irdelenmesi. Bu bir anlamda, psikolojik derinliğiyle öne çıkan her iyi romanda, bir yazarın kendi yarattığı karaktere uygulamasını beklediğimiz şeye çok benzer. Tanrısal konuma sahip bir yazar ve onun tarafından her dürtüsü, sözü, mizacı, benliği parçalara ayrılıp tekrar birleştirilen bir karakter. The Seven-Per-Cent Solution’da, analitik yeteneğiyle bir tanrı konumunda olan Holmes, yükseklerdeki korunaklı alanından düşerek kırılgan yüzünü gösteriyor. Bir başka analitik tanrı figürü, Freud, ona şifa vererek Holmes’u yeniden bir tür kusursuz gözlemciye dönüştürüyor. Kendi yarattığı ama kontrolünden çıkıp ona meydan okuyan bir karakteri yeniden kontrol alanına, kendi hükmüne çeken bir yazar gibi…. Yazar, psikanalist ve dedektif arasındaki bağlantılar hakkında düşünmek için güzel bir çıkış noktası.
Referanslar
1 Sigmund Freud/C.G. Jung. Briefwechsel. Eds. McGuire, William and Wolfgang Sauerländer. Frankfurt: Fischer 1984, 259.
2 Carlo Ginzburg. “Morelli, Freud, and Sherlock Holmes: Clues and Scientific Method.” Oxford Journals, History Workshop, No. 9 (Spring, 1980), 5-36.
3 Slavoj Žižek. “The Detective and the Analyst.” Literature and Psychology 36 (1990): 27-46.