Dilek Büyük
Şairin Köpeği, küçük büyük tüm okurların kalbini ısıtacak öykülerden biri…
Şiddetli tipi altında mahsur kalan araçlarını kurtarmak için anneleri yardım bulmaya giden sekiz yaşındaki Flora ile on iki yaşındaki Nicholas, arabanın karla kaplanmasından korkup, buz gibi havaya rağmen dışarı çıkarlar. Hava kararmak üzeredir. Onları iliklerine dek üşümüş, sırılsıklam halde bulan kişi buradan başlayarak bize hikâyeyi anlatır. Anlatıcının bir köpek olduğunu ikinci sayfada öğreniriz; Teddy. Teddy bir İrlanda kurdudur. İki kardeşi yaşadığı kulübeye getirir ve fırtına dinip, yollar açılıncaya kadar birkaç günü kulübede birlikte geçirirler. Ve hikâye katman katman açılmaya başlar. Teddy konuşabilen bir köpektir. Ancak onu sadece şairler ve çocuklar duyabilmektedir. Artık orada olmayan kulübenin sahibi Sylvan, Teddy’i bir barınaktan almış, onun kulağını ve kalbini sözcükler ve mısralarla doldurmuştur. Sylvan bir şairdir ve ders verdiği öğrencileri vardır. Teddy bu derslerde de Sylvan ve öğrencileri ile birliktedir. Hatta bazen bir öğretmen gibi dinler öğrencileri, dahası yorum yaptığı bile olur.
Şair bir gün hastalanır. Öğrencilerinden Ellie onu doktora götür fakat kısa süre sonra Sylvan bu dünyadan ayrılır. Ancak vasiyet niteliğinde bir not bırakır, kulübe ve banka hesabını Teddy için Ellie’ye bırakmıştır. Ayrıca Ellie’den Teddy’nin bilge sözlerini duyabilecek bir aile bulmasına yardım etmesini ister.
Ölmeden önce Teddy’ye söylediği şeylerden biri de, “Umarım bir iki mücevher bulursun,” olur. Teddy bundan bir şey anlamaz elbette.
Şair dünya ile bağını sınırlı tutmak istediği için kulübede telefon, televizyon, internet yoktur. Bu yüzden fırtına dinene dek çocuklar ailelerine haber veremezler. Küçük Flora’nın arabaya bıraktığı yarım yamalak bir not nedeniyle anne babalarının çok endişelenmeyeceğini umarlar.
Kulübede geçen günler dayanışma ve güven dolu bir dostluk ortamıdır. Küçük Flora yemekleri yapar yapabildiği kadar, Nicholas odun taşır ateşi canlı tutmak için ve geceleri üçü birbirine sarılıp, aynı battaniyenin altında uyurlar.
Fırtına diner dinmez Ellie gelir Teddy’e bakmak için ve çocuklarla tanışır. Ailelerini durumdan haberdar eder ve ertesi sabah babaları onları almaya gelir. Şansa bakın ki, baba da bir edebiyat öğretmenidir ve Sylvan’ın da öğrencisi olmuştur. Tahmin edeceğiniz gibi Teddy’yi de yanlarına alarak dönerler eve. Anne onları sevinç çığlıklarıyla karşılar. Teddy’nin geleceğinden haberdar ama onu görünce yine de şaşırır, çünkü kendisi de bir İrlanda kurdu ile büyümüştür.
Patricia MacLachlan Newbery Ödüllü, pek çok çocuk ve gençlik kitabı kaleme almış bir yazar. Bu kısa novellada öyle çok temayı ustalıkla bir araya getirmiş ki hayran olmamak mümkün değil. Bunlardan ilki köpeğin konuşabiliyor olması. Teddy konuşabiliyor ama onu sadece şairler ve çocuklar, başka bir deyişle duygusu önde olan insanlar duyabiliyor. Burada biraz hay huyunda kaybolduğumuz bu çağda, zihne odaklanıp, duyguyu unutacak kadar geriye attığımızı hatırlatıyor sanki gizliden gizliye. Ne zaman duygularımızı hatırlar, öne çekeriz; işte o zaman duyamadıklarımızı duyar, göremediklerimizi görürüz diye fısıldıyor satır arasından. Bunu desteleyecek başka bir şey de, şairin dünya ile arasına koyduğu iletişim sınırı; kulübede telefon, televizyon, internet bulunmaması. Belki günümüz koşullarında böylesi bir izolasyon mümkün değil ama duygu dünyasını korumak için bunlarla ilişkiyi sınırlı tutmak gerektiğini de hatırlatıyor bir yandan.
Yazar doğanın ortasında yaşayan şairin başıboş bir köpek bulduğunu anlatabilirdi ama bunun yerine köpeği barınaktan aldığını kurgulamayı tercih etmiş. Okurun gözüne sokulan bir mesaj olarak vermemiş bunu ama minik bir sorumluluk hatırlatması da yapmış.
MacLachlan tek cümlelik ve didaktik olmaktan çok uzak öyle ifadeler yerleştirmiş ki öyküye, kocaman bir konuya dair kanırtmadan görüşünü iletiveriyor okura. Buna en iyi örneklerden biri yemekleri yapan küçük Flora’nın şu sözü: “Hoşuma gittiği için yemek yapıyorum, kız olduğum için değil…”
Yazar, şair karakterini kurgularken onun bilgeliğini okura küçük sürprizler yapacak şekilde inşa etmiş. Ölmeden önce Teddy’ye söylediği, “Umarım bir iki mücevher bulursun,” sözü ile ne demek istediğini öykünün finaline doğru öğreniyoruz. Flora’nın ikinci adı Jewel (mücevher), annesinin adı ise Ruby (yakut)’dir. Üstelik Ruby’nin çocukken sahip olduğu İrlanda kurdunun adı da Jewel’dir.
Kayba dair yas sürecini, dostluk, dayanışma, sadakat temalarını birbiriyle yoğurarak tadına doyulmaz bir karışım yaratmış Patricia Maclachlan. Metnin içinde şiirlere de yer vermiş. Bu hem kitap boyunca kendisini görmediğimiz, anlatılanlardan hakkında bilgi sahibi olduğumuz şair karakterinin ruhuna uyan hem de küçük okura şiiri sevdirecek şekilde metni zenginleştiren bir yöntem olmuş. Ve tüm metin boyunca yazar kayıplara karşın yeni başlangıçlar, zorluklara karşı kolaylık ve daima umudun olduğunun altını çiziyor.
Bu masalsı ve şiirsel novella bana başka bir şairin, Nâzım Hikmet’in köpeği Şeytan hakkındaki mısralarını hatırlattı:
…
Hayvanların çoğu insan gibidir,
Hem de iyi insan gibi.
Kalın boynu kıldan inceydi dostluğun buyruğunda.
Hürriyeti, dişleriyle bacaklarındaydı,
Nezaketi, tüylü uzun kuyruğunda.
Göresim gelirdi birbirimizi.
En büyük işlerden konuşurdu:
Açlıktan, tokluktan, sevdalardan.
…
Hepimizin duygu hassasiyetinin Teddy’nin sihrine ortak olacak şekilde şairler ve çocuklar ayarında kalabilmesi dileğiyle…
YAZAR: Patricia MacLachlan
ÇEVİREN: Şirin Etik
Altın Kitaplar