.

Ceylan Özgün Özçelik: “18+ kadınlar için yasaklanmış her şeyi temsil ediyor.”

Abdullah Ezik

abdullah.ezik@sanatkritik.com

Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddete dair farklı biçimlerde, zamansız ve mekânsız şifa hikâyeleri anlatan Cadı Üçlemesi’nin ikinci filmi Cadı Üçlemesi 15+ Cezaevinden Mektuplar, 41. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Belgesel Yarışması kapsamında dünya prömiyerini yaptı. Yönetmenliğini Ceylan Özgün Özçelik’in, yapımcılığını Armağan Lale’nin üstlendiği belgeselde Hare Sürel ve Gülçin Kültür Şahin, kendilerine şiddet uygulayan kocalarını öldüren iki kadının mektuplara döktükleri hikâyelerine sesleriyle hayat verdi.

Yönetmen Ceylan Özgün Özçelik’in, ortak teması kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet olan ve farklı formlarda farklı öyküler anlatan Cadı Üçlemesi projesi, bir belgesel ile biri kısa biri uzun iki kurmaca filmden oluşuyor. AB Temel Haklar Ajansı’nın 2014 tarihli araştırmasının sonuçlarına göre her üç kadından birinin 15 yaşından itibaren fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kalmasından yola çıkarak isimlendirilen, projenin ikinci filmi Cadı Üçlemesi 15+,kendilerine şiddet uygulayan kocalarını öldürmüş iki kadının öyküsünü anlatıyor. Aylin ve Havva evlerini, sevgiyi, öfkeyi, çocukluklarını, çocuklarını, düşlerini ve kâbuslarını paylaşıyor. Aylin ve Havva’nın mektuplara döktükleri duyguları aktarırken gerilimden deneysele türler arasında dolaşan Cadı Üçlemesi 15+, şiddetin zaman ve mekân tanımayan döngüsünde iki kadının “suçlu” bulunmasını sorguluyor. İki başarılı oyuncu, Hare Sürel ve Gülçin Kültür Şahin ise Aylin ve Havva’nın mektuplara döktükleri sesleri oluyor.

Cadı Üçlemesi’nin ikinci filmi olan Cadı Üçlemesi 15+ Cezaevinden Mektuplar, 41. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Belgesel Yarışması kapsamında dünya prömiyerini yapıyor. Üçleme, ana hatlarıyla kadın ve kız çocuklarına yönelik şiddet eylemlerine zamansız/mekânsız bir yaklaşım sunuyor. Öncelikle bu proje nasıl ortaya çıktı ve üçlemenin serüveni nasıl gelişti?

Kaygı’yı tamamladıktan sonra ailemdeki kadınlardan esinlenerek yeni bir uzun metraja çalışmaya başladım. Adı 18+. Şiddet, kurban, cellat temaları üzerine, fantastik ögelerden beslenen ve sadece kadın karakterlerden oluşan bir kurmaca film. 18+’nın dünyasına hazırlanırken şiddet okumaları yapıyordum ve çok kâbus görüyordum. Özellikle kız çocuklarına yönelik şiddet üzerine çalışırken gerçeğe sıklıkla temas etmek geçmişimi tetikledi. Bir gece uykumda üstüme çöken bir karabasanı bir kısa filme dönüştürdüm. Şiddet gören bir kız çocuğunun isyanını tek planda anlattım. Filmin adı 13+, ergenliği ve “uğursuzluğu” temsil ediyor. 18+ ise kadınlar için yasaklanmış her şeyi temsil ediyor. Yapımcım Armağan’la, biri kısa biri uzun olan bu iki kurmaca film projemizi, bir belgeselle desteklememiz gerektiğine inandık. Kendisine sistematik şiddet uygulayan kocalarına karşı öz savunma hakkını kullanan kadınların özelinde; deneyimli avukatlar ve bir psikolog rehberliğinde çalışmalarımı genişlettim. Ortak teması kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet olan, farklı formlarda ve türlerde farklı karakterlerin öykülerini anlatan Cadı Üçlemesi böyle başladı.

Projenin “zamansız” ve “mekânsız” yapısı üzerine ne söylersiniz? Bu durumun her ân, her kadının bir Havva/Aylin olabilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmasından ve meselenin evrenselliğinden kaynaklandığını söyleyebilir miyiz?

Dünya çapında yapılan çalışmalar, “kasten öldürme” suçu özelinde kadınların suçu yönelttiği kişinin yüksek oranda eşleri veya ailenin başka bir erkek üyesi olduğunu söylüyor. Türkiye İstatistik Kurumu’na göre; Türkiye’deki kadın suçlularda aile içi şiddet ile çocuğunu koruma saiki çok etkili. Üçleme sürecinin en başından beri kafamın içinde tekrar eden iki soru var: Kadınlar için öldürmek nasıl ve ne zaman tek seçenek oluyor? Kadınlar kendini koruduğunda sistem neden öz savunma diyemiyor ve yakacak bir “cadı” arıyor? AB Temel Haklar Ajansının araştırmasına göre; her üç kadından biri 15 yaşından itibaren fiziksel ve/veya cinsel şiddete uğruyor. Birleşmiş Milletler’in 2018’de Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde açıkladığı araştırma sonucuna göre; kadınlar için en tehlikeli yer evleri. Salgın ve beraberindeki karantina süreciyle birlikte de dünyada kadına yönelik ev içi şiddet artış gösterdi. Evet, mesele fazlasıyla evrensel, fazlasıyla acil! Ve güvende değil kimse güvenli “ev”inde bile.

Üçlemenin ikinci ayağı olan Cezaevinden Mektuplar, deneysel bir belgesel formunda, bu yönüyle ayrıca dikkat çekiyor, çünkü gerçekle kurgu burada sıkı bir şekilde iç içe geçiyor. Bu noktada tür tercihiniz ve Cezaevinden Mektuplar’ın deneysel-belgesel yapısı üzerine ne söylersiniz?

Kısa/uzun her filmime; hareket eden kameranın ve etkin sesin varlığından korkmayan, risk alan bir tür filmi yapma tutkusuyla başlıyorum. Korku sinemasına ve tüm alt türlerine özel ilgim var. Geçmişe ve gerçeğe ulaşmak için mekânı eşeleyip dönüştüren gerilimlerin hayranıyım. Kendim de böyle filmler yapmaya çalışıyorum. Bir filme gücünü, önce mekânın ve atmosferin verdiğine inanıyorum. Aylin kim, ne hissediyor? Havva kim, ne hissediyor? sorularını; kendi cümleleri kadar şehirler, filtreler, efektler ve müzikler de yanıtlıyor. Gazi Mahallesi (İstanbul), Belen (Hatay), Dağkapı (Diyarbakır) ve Çiğli (İzmir) başta olmak üzere çekim yaptığımız dört ildeki tüm sokaklar bu filmin belkemiği. Nihayetinde sinema, kurmaca da olsa belgesel de olsa bir tasarım. Bir esere kimliğini tekniği veriyor. İç içe geçen imgeler, renk ve ses bandı; Aylin ve Havva’nın anlatılarına göre durmaksızın değişip dönüşüyor. Kâbus mekânlara göre ayrı, hayallere göre ayrı, isyanlara göre ayrı, her bir anlatıya göre ayrı bir teknik çalışma yaptık.

Filmde Hare Sürel ve Gülçin Kültür Şahin, kendilerine şiddet uygulayan kocalarını öldüren iki kadının (Aylin ve Havva) mektuplara dökülen hikâyelerine ses veriyor. Doğrudan mağdurun sesini duymak sanırım filmin en güçlü yanlarından birisine işaret ediyor ve uyandırdığı farkındalık/duyarlılık/etkiyi de arttırıyor. Doğrudan mağdurun sesine kulak vermek ve onu duyurmak, filme nasıl bir katkı sundu, alan açtı?

Bu film Aylin ve Havva’nın iç döküşü… Onlar çocukluklarından konuşurken de, hayvanlardan konuşurken de şiddetin bu ülkede nasıl bir döngü olduğunu, adaletsizliği, kız kardeşliği, her şeye karşın dimdik durabilmeyi anlatıyorlar. En başta, sadece onların sesini duyuracağımız bir yapı kurdum. Belgeselde; aileleri, arkadaşları, avukatları dâhil kimse onlar hakkında konuşmayacaktı. Aylin ve Havva’yı, Aylin ve Havva anlatacaktı. Belgeselin seyircisi ancak bu sayede onların dünyasına yaklaşabilir, duygularını paylaşabilir. Aksi halde 15+ seyirciye başkalarının gözünden Aylin ve Havva’yı tanıtacaktı. Bu da beraberinde mesafeyi getirecekti. Salgının ilk haftalarında Hare ve Gülçin hayranlık uyandıran bir özveriyle filmin parçası oldular. Aylin ve Havva oldular. Mektup okumasından ziyade arkadaş sohbetinde içlerini döktükleri kayıtlar aldık.      

Cadı Üçlemesi’nin suç ve suçlu kavramlarına yönelik ciddi bir sorgulamayı da beraberinde getirdiği söylenebilir. “Suç”un tanımı, suç psikolojisi, fail ile mağdur arasındaki ilişki gibi birçok mesele söz konusu. Cezaevinden Mektuplar’dan yola çıkarak, siz “suç” ve “suçlu” kavramını nasıl tanımlarsınız/sorgularsınız?

15+’nın araştırma sürecinde dava dosyalarını ve adli tıp raporlarını okuyarak farklı cezaevlerindeki kadınlarla bir araya geldim. Mesleği icra etmiyor olsam da bu görüşmeleri baroya kayıtlı bir avukat olarak sorunsuz yapabildim. Bu ziyaretlerden, dava dosyalarından ve danışman avukatlarla yaptığımız çalışmalardan yola çıkarak şunları söyleyebiliyoruz: Kadınlar, çocuklarının ekonomik koşulları ve/veya “aile değerleri” için sistematik şiddete boyun eğmek zorunda kalıyor. Şiddetin çocuklara sirayet etmesi “artık yeter” evresinin başlangıcı oluyor. Çocuklarını alıp kendi anne-babasının evine dönmeyi deniyorlar. Ebeveynler, kadının yerinin kocasının yanı olduğunu söylüyor ve onu cehennemi yaşadığı evine geri gönderiyor. Nadiren, kadınlar “olaylı bir gün”ün sonrasında gücünü toplayıp en yakınındaki polis karakoluna gidiyor. Ancak polis, “Siz karı-kocasınız, olur böyle şeyler!” diyor ve kadını, hayatının tehlikede olduğu evine geri gönderiyor. Kadınlar son çare olarak sığınma evlerini deniyor. Ancak sınırlı sayıda, sınırlı hizmet sunan sığınma evleri de kalıcı bir çözüm olamıyor. Sığınma evlerinin çoğu ifşa olmuş durumda… Hatta güzergâhında sığınma evi bulunan minibüs duraklarından birinin gayrı-resmi adı “sığınma evi”! Kadınlar, uğradığı cinsel şiddeti çoğu zaman mahkemede anlatamıyor. Mahkeme salonunda; çocukları, akrabaları ve/veya komşuları olduğu için utanıyor ve cezasında indirim sağlayacak gerçekleri söyleyemiyor. En çok da evli olduğu adam tarafından para karşılığında başkalarıyla birlikte olmaya zorlanan kadınlar, salondakilerden utandıkları için bu gerçeği mahkemede saklıyor. Bu dehşetin içinde Aylin, Havva ve öz savunma hakkını kullanan sayısız kadın “suçlu” bulunuyor ve yıllarca cezaevinde yaşıyor. Şiddet hiç bitmiyor.

Şiddetin bu zaman ve mekân tanımayan döngüsünde izleyici hep rahatsız edilir. Belgesel, hep bir gerilim hâli üzerine kuruludur ki biz bunu Havva ve Aylin’in seslerinde/hikâyelerinde de hep hissederiz. Bu noktada belgesel atmosferini bu kadar gergin kılan nedir? (Havva ve Aylin’in başından geçenler ve çırılçıplak işittiğimiz sesleri mi, yoksa buradaki hikâyenin her an herkesin başına gelebilecek olmasının verdiği daha farklı bir durum mu söz konusu?)

Aylin ve Havva’nın gözüne yaklaşabilmek için POV (bakış açısı) çekimlere ağırlık verdim. Onlar ne görüyorsa, kamera (seyirci) da onu görmeliydi. Değişken ruh hallerini yansıtabilmek için farklı planların üst üste gelerek tek bir imge oluşturduğu bir görsel dil inşa ettim. Mekânların-insanların-objelerin Aylin ve Havva’daki etkisini; sallanan omuz kamerasıyla ya da fazlasıyla dengeli değil; ikisinin ortasında bir dil yakalayarak odaklanmaya zarar vermeyecek hafif dalgalarla yansıtmak… Karanlık günlerinin geçtiği şehir ve sokak görüntülerinde deformasyonlar… Aylin ve Havva’nın anılarını iç içe geçirdiğimiz, onlarla birlikte o sokaklarda dolaştığımız, onların düşlerine ortak olup, kâbuslarını paylaştığımız bir yapı kurdum. Netleşemeyen hayalet imgeler ve klostrofobik atmosfer, ışıl ışıl nükteli anılarla paslaşsın istedim. Bir bölümde ürküp köşeye sıkışıyoruz, sonraki sahnede umutlanıp nefes alıyoruz. Yoğun ses bandının ve Ekin Fil’in yaptığı özgün müziklerin belgeselin gel-gitli duygusunda etkin bir rolü var. Hem görüntüde hem seste çoğunlukla tansiyonlu olan yapı, finalde seyirciyi ferahlığa taşıyor. En azından ben fikir aşamasından beri öyle olacağını umdum. 😉

Yönetmen Ceylan Özgün Özçelik, yapımcı Armağan Lale ve yardımcı yönetmen Merve Toz

Belgeselin yapımcılığını Armağan Lale üstlenirken destekçileri arasında ise Önem Günal, Aybüke Pusat, Fadile Paksoy, Elif Yakarçelik, Emre Boncuk, Ceren Moray, Cemre Ebüzziya, İrem Sak, Ece Dizdar, Belçim Bilgin, Billur Arıkan, Gülhan Düzgün, Damla Sönmez, Canan Ergüder, Burcu Biricik, Hazal Kaya, Selen Şenay ve Hasibe Eren yer alıyor. Son olarak projeye destek olan tüm bu isimler ve onların projeye/size olan katkıları/etkileri üzerine ne söylersiniz?

Bir uzun metraj filmi çekecek parayı aramak, beklemek, ömürden ömür götürecek kadar zorlu ve yıpratıcı bir süreç. Kaynağı bulduktan sonrası başka türlü oluyor. Karşılıklı sevgi ve güven ilişkisi kurduğunuz insanlarla sete çıkmak hayatı yaşamaya değer kılıyor. 15+’nın aldığı fonlar, bütçenin dörtte birini ancak karşıladı. Yapımcım da böyle bir destek modeli oluşturdu. Sete çıkmamızı ve filmi yapmamızı sağlayan herkesin desteği çok değerli… Tamamen kişisel bir yerden, desteğin bana etkisi için şunu söyleyebilirim: Bu belgeselin dört yıllık yapım süreci boyunca -sinemacı kadın- kimliğimle yok sayıldığımı hissettiğim oldu, oluyor. Bu katkılar, “Varım, varız. Film çekmeye devam edeceğiz,” dememi sağlıyor.

Çok teşekkürler;

Ceylan Özgün Özçelik


***

Önem Günal, Aybüke Pusat, Fadile Paksoy, Elif Yakarçelik, Emre Boncuk, Ceren Moray, Cemre Ebüzziya, İrem Sak, Ece Dizdar, Belçim Bilgin, Billur Arıkan, Gülhan Düzgün, Damla Sönmez, Canan Ergüder, Burcu Biricik, Hazal Kaya, Selen Şenay ve Hasibe Eren’in desteklediği belgeselin yapımcılığını Armağan Lale üstleniyor.

Yeni Film Fonu Prodüksiyon Desteği, Kültür Bakanlığı Belgesel Yapım Desteği ve Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı Desteği kazanan Cadı Üçlemesi 15+, 2020 yılında Antalya Film Forum’da ise Belgesel Work in Progress Ödülü’ne layık görülmüştü.