Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Namusla Açlık Meselesi adlı hikâyesi, açlık ve namus gibi belirli konularda toplumun ne derece hassas davrandığını, bu gibi sorunlar karşısında ne tür tavırlar takındığını işleyen bir eserdir. Kitapta bu konuyu bir ailenin başından geçen olaylar üzerinden işleyen Hüseyin Rahmi, kendi alışılmış üslubunu bu kitabında da devam ettirir.
Hikâye bir ailenin ekonomik durumunun zayıflaması üzerine sefalete düşmesi, çare olarak da kötü yollardan haksız kazanç ile tutunmaya çalışması anlatılır. Sem’i Efendi oğlu ve damadıyla sıkıntısız evlerinin geçimini sağlarlarken o dönemde savaş çıkması sebebiyle oğlu ve damadı askere alınır aynı zamanda gelini ve kızı biri kız, biri oğlan olmak üzere ihtiyarın torunlarını dünyaya getirirler. Evin delikanlılarından askerde öldüler mi kaldılar mı hiçbir şekilde haber alınamaz ve evin geçimi kötüye gitmeye başlar. İhtiyarın emeklilik maaşı da her ne kadar tutumlu harcama yapsalar da geçinmeleri için yeterli olmaz. Açlıktan bebeklerden biri (Sem’i Bey’in kızının oğlu) ölür, diğeri de anasından süt alamamanın verdiği sinirle sürekli ağlar. Günden güne zayıflar, sararır, solar ama ölmez, yaşar. Ellerine biraz olsun para geçmesi için artık evin içinden, sandıktan önemli eşyalarını satmaya başlarlar. Pahada ağır, yükte hafif veya yükte ağır pahada hafif ne varsa git gide evden yok olur. “artık en gerekli eşyalardan her gün bir parça soyulan ev git gide tamtakır kalıyor, ama mide denilen o dipsiz kuyu doymak, dolmak bilmiyordu.” (Gürpınar, 1933: 296). Sıra eşyasız kalan eve gelir, onu da ipotek ettirirler ama işin içine faiz hilesi girer daha az para ellerine geçer borçları da ödeyemeyince ev de ellerinden gider. Zor şartlar altında kendilerine barınacak yer, yiyecek yemek arayan ailenin durumu kötüdür. Gelin Düriye ise ortadan kaybolur, birkaç ay sonra lüks otomobillerle ipekler içinde görürler. Bulgurcuya metres olmuştur ama yine de aileyi unutmaz ve ellerine az çok para verir. Aile Boston kulübesinde kalır. Bir buçuk odalıdır o kadar kirlenmişlerdir ki ellerini yıkayacak sabunları bile yoktur. Kıyafetleri üzerinde çürümeye başlar. İhtiyar, karısının ısrarıyla sokağa dilenmeye çıkar, döndüğünde elinde sadece yetmiş lira vardır ve kulübenin bacasından duman tüttüğünü görür ve etli yemek kokuları alır dolayısıyla çok şaşırır. Düriye gelmiş ve gerekli yardımları yapmıştır o günden sonra ihtiyar bilmesede, paranın nasıl geldiğini karısı bilir ama ona söylemez. Durumları düzelir daha iyi bir eve çıkarlar ve sıhhatleri yerine gelir daha sonra dışarıda gezerken lakırdı yapmak ister ve bir komşusu ona nasıl gelini sayesinde para geldiğini, bolluğa erdiklerini anlatır bunun üzerine ihtiyar felç olur. Daha sonra kızı Rasiha da ortadan kaybolur, felçli ihtiyar gözleriyle kızını ararken karısı para kazanmaya gittiğini söyler. Kızları sayesinde durumlarının iyi olduğunu açıklar. Kızları da çalışmazlarsa açlıktan öleceklerini bunları herkesin yaptığını, bu işlerin böyle yürüdüğünü bunun namusla açlık meselesi olduğunu kocasına anlatır ve öykü burada sona erer. “bu namusla açlık meselesi… Çokları bizim gibi oldular, keyfine bak…” (Gürpınar, 1933: 301)