
Edebiyatımız ne hâlde?
Şair-i âzam Abdülhak Hâmit Bey’in fikirleri
“Ben yenilerin içinde bir Faik Âli, bir Hüseyin Siret görmüyorum…”
Kontes hayran, Sezai Bey hayran, Hüseyin Rifat Bey hayran, ben hayran ve dâhi âzam anlatıyor:
- Beyefendi… Sezai Bey size fikirlerini söylemiş… Ben ondan ayrı değilim ki ayrı şeyler söyleyeyim…
Sezai Bey’in gözleri hafifçe yaşardı:
- Ne tevazu efendim ve zerreler âfitâba tabidir… Siz benden ayrı değilsiniz, ben size merbutum (bağlı)…
- Manzur aliniz oldu mu (Adı geçen kimse tarafından görülmek) beyefendi… Resimli Ay mecmuasında zatıalinizden bahis bir makale vardı…
Abdülhak Hâmit Bey kontesin yüzüne baktı, Sezai Bey’in yüzüne baktı, Hüseyin Rifat Bey’in yüzüne baktı ve zarif beyaz getrilerine (tozluk) uzun uzun baktıktan sonra:
- Okudum dedi, makalede: “Hâmit’in en kuvvetli yazısını başka bir dile çevirin, bakın nasıl sırıtır, başka bir dile değil hatta konuştuğumuz Türkçeye tercüme edin lakin dâhinin dehası nasıl sabun köpüğü gibi dağılıverir…” Ben kendimi uzun uzun müdafaa edecek değilim… Bunu büyük Türk gençliğine bırakıyorum… Yalnız şunu söyleyeyim ki en büyük dâhilerin eserleri bile başka bir lisana tercüme edildiği zaman kıymetlerinden kaybederler. Mesela Firdevsî yıldırım gibi bir şahsiyettir. Tercüme edildiği zaman insanı hayretler içinde bırakacak derecede değişir…
Sezai Bey:
- Efendim Fuat Paşa, “Tercüme kanaviçenin alt tarafıdır” der ne doğru söz…
Kontes:
- Bahusus lirik şeyler hiç tercümeye gelmez…
Büyük şair monoklünü gözüne yerleştirirken:
- Buna rağmen Tarık Almanlar da Sırplar da tercüme ettiler… Pek âlâ oldu.
Hüseyin Rifat Bey:
- Ve bu yüksek eser o kadar yüce idi ki tercümesinde de hiç heybetini kaybetmedi…
- Sonra gene o makalede Hâmit’i Türkçeye tercüme etsek deniliyor ben saf Türkçe eserler de yazdım… Mesela: Yabancı Dostlar…

Kontes uzun pembe ağızlığına bir sigara yerleştirdi:
- Efendim dedi, Hâmit’i etüt etmek için Sardanapal’ı alıyorlar. Hâmit yazılarında ecnebi kelimeler kullanıyor diye bu eseri ortaya sürüyorlar. Hâlbuki Hâmit’in sırf Türkçe yazılmış birçok yazıları vardır… Acaba kimdi o makaleyi yazan…
- Vallahi bilmiyorum efendim…
- Nâzım Hikmet Bey galiba…
Hâmit Bey:
- Nâzım Hikmet Bey dedi, benden yanlışsız bir sayfa okuyamaz, beni anlayamaz. Anlamadığı hâlde nasıl tenkit eder…
Sezai Bey:
- Efendim anlayamıyorum… Avrupa’da sanatkârlar birbirlerine hücum ederler ama bunun bir sebebi vardır… Çünkü orada methedilen sanatkâr büyük para kazanır, hücum edilen rağbet görmez… Burada öyle değil ki…
- Vaktiyle Paris’e “Büyük Dâhiye” diye bir mektup gelmiş… Bu mektubu Victor Hugo’ya götürmüşler… Victor Hugo zarfın üstünü okumuş, Lamartine yollamış… Lamartine “Büyük Dâhiye” cümlesini okuyunca tekrar Victor Hugo’ya göndermiş… Ve bu mektup iki büyük adam arasında günlerce mekik dokumuş… Yani Avrupa’da da büyük adamlar kendilerinden başka edebî bir kutup olmadığına kail değildirler (inanmış).
Beyefendi bugünün şairlerinden kimleri beğeniyorsunuz…
- Ben hak tanıyan adamım… Nâzım Hikmet’i kendi janrında (tarz) beğenirim… İstidadı var… Lakin pek mahdut, biraz tenevvü lazım değil mi?.. Mesela ben her tarzda yazdım. Hatta zembereksiz nazım bile…
Kontes pencereden dışarı bakarak okudu.
- Üsküdar!.. İskele…
Herkeste tehacüm (bir yere toplaşma) !..
Acele…
- Evet… Sonra Faruk Nafiz’i, Halit Fahri’yi, Necip Fazıl’ı iyi bulurum…
Sezai Bey:
- Yahya Kemal, Ahmet Haşim Beyleri…
- Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Siret, Faik Ali Beyler bugünden ziyade bize yakın… Lakin ben yenilerin içinde bir Faik Ali bir Siret görmüyorum… Yeniler henüz olmamış… Ham değil olacak…
Romancılardan kimi beğenirsiniz efendim…
- Gençlerden Reşat Nuri’yi… Süleyman Nazif’e emniyetim vardır. O Reşat Nuri Bey’i beğenirdi… Binaenaleyh Reşat Nuri Bey kuvvetlidir.
- Bir zamanlar Hâmit nesir yazabilir mi? Diye ortaya bir mesele çıkmıştı da Talat merhum: Hâmit raks ediyor yürümesini bilmez mi? Demişti…
Şair-i âzam etrafı çizgili gözlerini yere dikti, sonra sözüne devam etti:
- Beyefendi, bana evvela dâhi ismini takan kimdir bilir misiniz? Aktör Burhanettin… Ben dâhi değilim vahiyim vahi…
Bu sefer odadakilerin hepsinin gözleri yaşardı. Hüseyin Rifat Bey:
- Estağfurullah efendim, estağfurullah… Ciharyârı (dört dost) edep diyoruz… Siz, Sezai Bey, Ekrem, Kemal… Bu dörde bir beşinci ilave edebilir misiniz…
Hâmit Bey, tevazuyla başını salladı. Kontes:
- Ben buldum beşinciyi, dedi. Florinalı.
Derin hufreler (çukur), yüksek dağların yanında olur, derler. Hâmit Bey beni kapıya kadar geçirdi…
Kontes:
- Cumaları evdeyiz… Bu Cuma gelsenize… Dedi. Hâmit Bey ilave etti:
- Mutlaka bekleriz… Sezai Bey’de gelecek… Bol bol edebiyattan bahsederiz.
Hikmet Feridun
31 Mayıs 1929
Akşam
İlk yorum yapan olun