
Abdullah Ezik
abdullah.ezik@sanatkritik.com
Ketebe Yayınları’nın özgünlüğü ve tekilliğiyle dikkat çeken Exlibris dizisini, dizinin editörü Aykut Ertuğrul ile konuştuk.
Exlibris birçok açıdan çok özel bir kitap serisi. Peki bu seri nasıl ortaya çıktı, adını nereden aldı ve bu özel basımların karşılığı nedir?
Öncelikle teşekkür ederim.
Pek çok güzel şey gibi, Exlibris de bir sürü başka güzel şeyin doğru anda bir araya gelmesiyle ortaya çıktı. Furkan Çalışkan’la birlikte Ketebe Yayınları’nda bir özel dizi oluşturmak istiyorduk. Bu kesindi. Öyle ki daha Ketebe Yayınları kurulmadan önce bile. Ama nasıl bir dizi? Kimler için? Oturup uzun uzun bunu konuştuk. Tek bir uzun konuşmadan bahsetmiyorum. Her sohbetin bir köşesine kendiliğinden kurulan bir değişmez misafirdi bizim için Exlibris. Değişen, gelişen, hayali listeler yapıp duruyorduk. Zamanla önceliklerimiz belirdi:
- Bu dizi, bir dergide yayımlanamayacak kadar uzun, kitap olamayacak kadar kısa lezzetli metinlerden oluşabilirdi.
- Tutkulu okurların dilinden düşürmediği, baskısı tükenmiş, uzun süredir yeni baskısı yapılmayan kült kitapları düşünmeliydik.
- Exlibris dizisinin tamamına yayılmasını arzu ettiğimiz duygu, okurluk ve yazarlık coşkusu. Bu coşkuyu paylaşmanın bir yolu olmalıydı bu yeni dizi. Aslında, iyi okurlar iyi/önemli bir kitabı duyduğu anda onu hangi sahafın hangi kütüphanenin gizli rafına saklanmış olursa olsun bulurlar zaten. Biz bu kitapları hem onlar hem de diğer okurlar için daha kolay erişilir hale getirelim istiyorduk. (Belki burada okurluk müessesine yapılmış bir küçük ihanetten söz ediyoruzdur. Çünkü her iyi okur, biraz da kıskançtır. Exlibris kitaplarını yayına hazırlarken hep bu duyguyla boğuşuyoruz.)
- Yayımlanan kitaplar, kâğıt ve baskı kalitesiyle titiz çeviri ve edisyonlarla öne çıkmalıydı.
- Belki de 3. maddedeki gizli kıskançlığın etkisiyle bu kitaplar sayılı ve numaralı olmalıydı. Kitaplar belirli sayıda basılmalı, böylece eşsizliklerini muhafaza etmelilerdi.
Alt alta sıraladığım maddeler elbette daha önce hiç böyle alt alta yazılmadı. (Kitaplar hakkında sohbet ederken ilkelerimiz, misyonumuz, vizyonumuz diye konuşmuyoruz sonuçta.) Eksikler olabilir. Çünkü rakamlardan, listelerden istatistiklerden öte bir şeyden bahsediyoruz. Coşkudan, tutkudan, edebiyata duyulan neredeyse saplantılı sevgiden.
Seri kapsamında Frankfurt Dersleri’nden yola çıkarak birçok önemli yazar ve düşünürün çalışmalarını bir araya getiriyorsunuz. Bu çok incelikli ve zahmetli bir iş elbette. Peki bu isimlere ve eserlere karar verirken nasıl bir yol izliyorsunuz?
Az önce uzun, sürekli sohbetlerden bahsetmiştim. Haliyle sohbetlerimize pek çok değerli dost katıldı zamanla. İsimlere biraz böyle karar veriliyor aslında. Okumak istediğimiz ya da okuyup bayıldığımız fakat halihazırda Türkçede olmayan, baskısı bulunmayan kitaplar hakkında dostlarla konuşarak.
Ahmet Sarı bunlardan biri ve en önemlisi. Kendisi zaten yıllar önce Frankfurt Dersleri’ni takibe almış, bir kısmını da Babil Yayınları’nda yayına hazırlamıştı. Malumunuz, Frankfurt Dersleri, Goethe Üniversitesi’nin 1959 yılında “edebiyata edebiyatın sorunlarına ve gelişimine ilgi duyacak öğrencilere bir imkân sunmak amacıyla” başlattığı derslerden oluşuyor. Ahmet Sarı’nın dehşetli heyecanı ve ilham veren coşkusunu biz de mutlulukla paylaştık. Frankfurt Dersleri’ni, okumaktan, yayımlamaktan müthiş keyif aldık; zamanla -1926’dan beri yapılan- Norton Konferansları’nı da dizinin ucuna eklemeye başladık.
Exlibris serisi birçok farklı tür ve konu üzerine çalışmayı bir araya getiriyor. Jurek Becker’in Dikkat Yazar Var’ından Peter Bichsel’in Edebiyat Dersleri’ne kadar serideki birçok çalışma aslında birbirleriyle diyalog hâlinde. Peki bu açıdan, hem serideki metinlerin birbirleriyle ilişkisi ve birbirlerine atıfları, hem de kendi özellerinde ifade ettikleri değerler açısından ne söyleyebilirsiniz?
Bütün büyük yazarlar, bütün büyük eserler birbiriyle her an diyalog halinde değil midir zaten? Borges Shakespeare’le, Binbir Gece Masalları’yla, Tanpınar Kafka’yla, Rasim Özdenören Dostoyevski’yle, Knut Hamsun Bukowski’yle, Calvino Marco Polo’yla, Sezai Karakoç Fuzuli’yle, Orhan Pamuk Şeyh Galip’le…
Hem eserleri hem eserlerine dolaylı ya da dolaysız şekilde yansıyan görüşleri itibarıyla bitmeyen, sonsuza kadar sürecek olan büyüleyici sohbetler. Exlibris dizisinin önceliklerine tam şimdi bir madde de siz eklemiş oldunuz. Zaten bildiğimiz, sezdiğimiz ama alt alta yazmaya bugüne kadar üşendiğimiz ilkelerden biri kesinlikle bu büyü: Birbirleriyle konuşan dâhilerin konuşmalarına kulak misafiri olmak, Exlibris dizisi ve okurlarının öncelikli alışkanlıklarından birisi.
Serinin ilk kitabı olan Çalınan Poe, Lacan ve Derrida’nın Poe üzerine metinlerini bir araya getiriyor ve oldukça kıymetli bir tartışmayı alevlendiriyor. Bu ilk derleme-metin serinin geleceğine dair de çok önemli mesajlar veriyor. Serinin ilk kitabı olarak neden Çalınan Poe’yu seçtiniz ve bu iki önemli ismin Poe’yu değerlendirişini nasıl görüyorsunuz?
Bir dostun daha adını anarak cevap vereyim. Kitabın derleyen ve çevirenlerinden biri olan çok sevgili Ali Utku Hoca gayreti ve coşkusuyla Exlibris dizisinin mimarlarından biridir. Çalınan Poe da -az evvel bahsettiğim- daha önce yayımlanmış, baskısı tükendiği için çok az okurun ulaşabildiği mücevherlerdendi. Her halükârda, eninde sonunda Çalınan Poe’nun peşine düşüp Exlibris dizisinden çıkmasını sağlayacaktık. Ama Poe’nun Çalınan Mektup öyküsü üzerine Lacan’ın bir seminer vermesi ve Derrida’nın Poe’nun öyküsü ve Lacan’ın seminerine yapısöküm uygulayan bir yazı yazması; üzerine Ali Utku ve Mukadder Erkan’ın bu üç metni inceleyen bir dördüncü metin kaleme alması; bu görkemli manzara, Exlibris dizisinde inşa etmek istediğimiz şeye cuk oturuyordu. Diyalog bahsini hatırlayalım. Tam da bu değil mi işte? İşte bu yüzden Çalınan Poe ilk kitabımız.

Avrupa’da soyut sanatın öncüsü olarak kabul edilen Wassily Kandinksy’nin kendi sanat felsefesini açıkladığı Sanatta Ruhsallık Üzerine, bir sanatçının kendisi ve çağı üzerine düşünmesi bakımından oldukça dikkat çekici bir eser, sizce okurlar için Kandinsky’nin en dikkat çekici yanı ne oldu?
Jerome Ashore, “sanatkârın eseriyle beraber ortaya bir kuram koyması yaygındır ama Kandinsky’ninki kadar tafsilatlı bir kurama nadiren denk geliriz. Entelektüel açıdan öyle ince işlenmiş bir kuram ortaya koydu ki resimlerini bu açıdan koruma altına almış oldu…” der Kandinsky’nin eseri için. Hakikaten sanatın kuramsal tarihi açısından da nadir bir eserdir Sanatta Ruhsallık Üzerine.
Kandinsky, sanat eserlerinin üç işlevinden bahseder. Sanatçının şahsiyetinin ifadesi ve zamanın ifadesi, bilinen, sık tekrar edilen işlevlerdir. O üçüncü bir işlev olarak ruhani unsuru, ruhsallığı ekler. Kandinsky’ye göre ancak bu üçüncü unsuru taşıyan eserler, saf ve ebedi olacak, asalet bağlamında daha üstün kabul edilecektir.
Bir teoriden “dikkat çekici bölümler” çıkarmak zor olsa da yukarıda söylediklerim Sanatta Ruhsallık Üzerine’nin meselesi hakkında bir bilgi verebilir bize.
Nobel Edebiyat Ödüllü Günter Grass, Auschwitz’den Sonra Yazmak ile kendi edebî serüvenini tartışmaya açıyor. Peki bir yazarın kendi edebiyatı üzerine düşünmesi ve bunu açık sözlülükle ifade etmesi nasıl bir duygu?
Sanıyorum, Norton Konferansları ve Frankfurt Dersleri’ni planlayanların arzu ettikleri ders biçimi de tam olarak bu açık sözlü derin düşünce idi. Her yazar, malzemesini başka yazarlardan, başka kitaplardan, başka hayatlardan başka dünyalardan toplasa da iş sahici bir yol inşa etmeye geldiğinde yalnızdır. Daima yapayalnız inşa edilen saf düşüncenin saf edebiyatın yolunu, görüp anlamaya, idrak etmeye en çok bu tarz metinleri okurken yaklaşabiliyoruz. Hele de Grass’ın derslerinde olduğu gibi bu metinler, sahici bir özeleştiri ve “açık sözlü” bir savunma içeriyorsa bizler için daha da öğretici oluyor.
Jorge Luis Borges’in Harvard Üniversitesi’nde şiir üzerine verdiği derslerden oluşan Şu Şiir İşçiliği okuyucuyu hem Borges’in unutulmaz ders ve konferanslarıyla buluşturuyor hem de diziyi şiire doğru yaklaştırıyor. Peki bu ders ve konuşmalar günümüz okuru için ne anlam ifade ediyor? Borges’i bunca özel kılan nedir?
Borges dünyada ve Türkiye’de zaten epey bilinen, hakkıyla okunan bir isim. Üstelik bu yeni değil. Geçenlerde 2000’lerin başlarında çıkmış olan İmge Öyküler dergisini karıştırırken bir soruşturmada yazarların Türk öyküsündeki Borges etkisinden yakındığını okudum mesela keyifle. “Borgesyen öykülerin çok fazla yazılmaya başlandığı” ve bunun can sıkıcı olduğunu söylüyorlardı. Bu etkiyi daha da geriye götürebiliriz. Peki Borges’i bizim için özel kılan nedir?
Borges, “iyi bir okurun iyi bir yazardan daha nadir bulunan bir şey” olduğunu söylüyor biliyorsunuz. Onun kitaplarla, metinlerle, bütün dünyanın hikâyeleriyle hem kendisi hem de biz okurları için inşa ettiği labirentlerde kaybolmak her okur için çaresizce güzel ve bir o kadar gizemli. Galiba onu en çok sevenler de bu labirentlerde kaybolmaya en istekli olanlar. Sayfalar arasında kaybolmaktan gizli bir zevk alanlar olsa gerek.
Hem deminden beri vurguladığım “okurluk coşkusu ve tutkusu”ndan bahsederken, cenneti bir kütüphane olarak hayal eden bu Arjantinli tuhaf adamdan bahsetmemek mümkün mü? Şu Şiir İşçiliği’yle Borges misafirimiz olmasaydı, Exlibris dizisi hep eksik kalacaktı.
Böylesine kapsamlı ve birçok farklı disiplinden çalışmayı içeren bir diziyi yönetmek nasıl bir duygu?
Gurur verici elbette. Her şeyden önce okur tarafından kabul edilen, sevilen, takip edilen bir diziyi yönetmenin heyecanını yaşıyorum. Sevdiğimiz, bizi heyecanlandıran kitapların başka pek çok okurda da aynı beklentiyle karşılandığını görmek o gizli kardeşlik bağını kuvvetlendiriyor. Her yeni, iyi kitapla birbirine biraz daha yaklaşan, tanışan, kaynaşan Borgesyen bir gizli okurluk örgütündeymiş gibi hissetmiyor musunuz siz de bazen? Dışarıda başka şeyler oluyor olabilir, her bir kişinin farklı aidiyetleri, farklı hayat tercihleri, farklı zevkleri, görüşleri olabilir; dünya bütün iyiliğiyle kötülüğüyle saçmalığıyla kendine has mantığıyla, tutarlı ya da tutarsızca dönmeye devam edebilir, dönüyor da. Ama bu örgütün kapısından içeri adım attığımızda mümkün olan en saf, katıksız heyecanı paylaşmaya başlıyoruz. Kardeşliğe çok benzeyen bu bağlılık hissini Exlibris dizisi yayına başlayınca daha yoğun hissetmeye başladığımı söyleyebilirim. Kütüphanemizde olmayan ya da yıpranmış kitapları sahaflarda aramak yerine Ketebe’den yayımlayarak yenilediğimizi, yerine koyduğumuzu söyleyenler oluyor gülerek. Önceleri, bu şakanın altında şımarıklığımıza yapılan bir gizli vurgu aramadım desem yalan olur. Ama düşününce “bir kitaplık inşa etmek” amacıyla yola çıktığını en başından dile getiren bizler için bu şaka tam da yerli yerine oturuyor. Evet, hepimiz için bir kitaplık inşa etmek, içinde bir miktar şımarıklık da barındıran bir eylemdir. İyi ki.
Aynı zamanda bir yazar olarak, bu çeviriler/çalışmalar sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor? Sizin okuma pratiklerinizde/alışkanlıklarınızda bu isimlerin/kitapların yeri nedir?
Bir yayıncılık klişesidir ama gerçek de bu olduğu için söylemeliyim: Özellikle Exlibris dizisi için “okumak istediğimiz” tekrar tekrar okumak istediğimiz kitapları yayımlıyoruz. Borges, Poe, Derrida, Peter Bischel, Octavio Paz… Bu isimlerin her biri benim ya da Furkan’ın okurluk macerasında önemli isimler. Bizden herhangi bir mecra herhangi bir tavsiye listesi istense zaten mutlaka yazacak olduğumuz isimler. Bu anlamda üzerimizde başka birçok yazarla birlikte hakkı olan şairler, yazarlar, teorisyenler. Onların edebiyat üzerine düşüncelerini de bu yüzden merak ediyor, önemsiyor, öneriyoruz.
Son bir soru olarak, Exlibris serisi nasıl devam edecek? Önümüzdeki süreçte bizi neler bekliyor?
Aslında ben Exlibris dizisini takip eden, edecek olan okurlarımıza Ketebe Poetika dizisini de mutlaka tavsiye ederim. İki dizi benim zihnimde birbirini tamamlıyor çünkü. Büyük bir yapbozun birbirine en yakın iki parçası.
Exlibris, edebiyata dair “içerden sohbetler”i, dolaysız, samimi “diyalog”u, Poetika ise yine ve doğal olarak merkezinde edebiyat olan teoriyi kucaklamaya çalışıyor.
Ketebe Poetika dizisinden bugüne kadar Paul Valery’nin Şiir Sanatı, Marjorie Perloff’un Radikal Zanaat’ı Handan Acar Yıldız’ın Karanlıkta Patlama’sı gibi çok iyi kitaplar yayımladık. Bu yüzden “tezgahtakiler”, sorunuza hem Exlibris hem Poetika dizisi adına cevap vereyim:
Helen Gardner’ın Norton Konferansları bünyesinde yaptığı edebiyat konuşmaları (In Defans of the Imagination) Kasım ayında raflarda olacak. Ömer Seyfettin’in Genç Kızlar için Altı Derste Tabii Yazmak Sanatı başlıklı mektupları ve edebiyat yazıları, Derrida’nın Edebiyat Edimleri, Northrop Frye’ın Hayal Gücünü Eğitmek, Mesut Koçak’ın yayına hazırladığı Tutunamayanlar Kitabı, Harold Bloom’un Why to Read and Write eseri de 2020 yılında okurla buluşturmak için gayret ettiğimiz eserlerden bazıları.