Ağlanç: Ağlanılası

“Kimi ürkütmek ister, kimi vazgeçmesinden bir şeyler umar gibiydi bu usa sığmaz, gülünç, ağlanç sözleri ederken” (193)

Öğrenesiye: Öğreneceği kadar

“Basacağın yeri öğrenesiye, sağlam toprağı tanır olasıya, akşam olurdu.” (194)

Olasıya: Olabileceği kadar

“Basacağın yeri öğrenesiye, sağlam toprağı tanır olasıya, akşam olurdu.” (194)

Sarılgan: Sapı yakınındaki başka bitkilere, başka şeylere sarılıp yükselen, otsu veya odunsu (sap, bitki), sarmaşan.

“Kimi sürüngen; kimi sarılgan.” (194)

Yitivermek: Çabucak yitmek

“O yüreklilik de, nedense, suskunlarda sezdirmeğe çalışılırken çalışılırken, yitiverirdi ortadan.” (194)

Ağu: Zehir

“Gecenin yaşı,sazlıklar içinde çürüyen dirimin karanlıkta ağan ağusu seni taştan beter ederdi.” (194)

Esenleşmek: Vedalaşmak

“Esenleşmişti bunlarla,…” (194)

Ettoprak: Yumuşak, kırmızı ve özlü toprak

“Bir ettoprağa girdiğini anladığında iş işten geçmişti.” (195)

Tortop olmak: Top biçimine girmek.

“…daha sonra birden kıvrar, bumburuşul, tortop bir şey olur.” (198)

Yolak: Patika

“….yol değil yolak olduğunu unutmadan…” (199)

Körpe: Dalından yeni koparılmış

“…körpe bir sap kırıp suyunu emiyorum, yürüyorum.” (199)

Poyra: Tekerleğin ortasındaki parmakların ve dingilin geçirildiği yuvarlak kısım, göbek.

“Poyradan çıkan parmaklar ne kadar uzunsa, çember o kadar büyük olur.” (199)

Yapıntı: Gerçekle çeliştiğini, gerçekliğe uymadığını bile bile tasarlanan şey, hayal gücüyle yaratılmış olan şey.

“Ama, ilk değen nokta demek, bir yapıntıya gereğinden çok gerçeklik değeri vermek olmaz mı?” (199)

Düzlem: Üzerinde girinti ve çıkıntı olmayan, düz, yassı. (Not: Düzlem kelimesi yer yer “dümdüz yer” anlamında da kullanılmıştır.)

“Bunu düşünebilmek için düzlemden kurtulup çıkmalı.” (200) 

Adamoğlu: İnsan.

“Adamoğlunun bütün serüvenini bir tekerleğin parmaklarına yerleştiriverdiğim için sevinmem yakışık alır mı?” (200)

Gönenmek: Mutlu, mesut, rahat bir hayat sürmek.

“Genişleyen kan ırmaklarına bakıp gönenen Güneş Eri.” (201)

 Tapınç kuleleri: Tapınma kuleleri

“…tapınç kulelerinin tepesindeki sunaklarda çakmaktaşı bıçaklarıyla kölelerin…” (201)

Sunak: Tapınaklarda, üzerinde kurban kesilen, günlük yakılan, dinî tören yapılan taş masa.

 “…tapınç kulelerinin tepesindeki sunaklarda çakmaktaşı bıçaklarıyla kölelerin…” (201)

Tümce: Cümle

“…bir tümce, o kavgayı, o savaşı anlatamaz hiçbir zaman.” (202)

Çıkrık: Kuyudan kovayı çekmeye yarayan ve el ile çevrilen alet.

“Yürek böyle bir savaştayken çıkrık olmağı kabul etmek iç karartısı, yüz kızartısı bir şey.” (202)

Yüz kızartısı: Utandırıcı

““Yürek böyle bir savaştayken çıkrık olmağı kabul etmek iç karartısı, yüz kızartısı bir şey.” (202)

 Ağaççık: Taflan gibi dalları dibinden başlayarak çatallanan küçük ağaç.

“..koparıp çiğnediğim ağaççık dirseğin ardında yitti çoktan.” (202)

Kargı: Dalyanlarda büyük balıklar için kullanılan demir kanca.

“…ellerine kargı almaları, kalkan almaları gerekirken gene de kargısız, kalkansızlar.” (203)

Savutlu: Silah.

“Karşılarındaki kol, küçük; küçücük ama düzenli, savutlu.” (203)

Duyarga: Önceden belirlenmiş ışığı veya nesneyi algılayıp gerekli hareketi başlatan aygıt, sensör.

“…”duyargalar gibi duran kargılar parmaklığıyla.” (203)

Enenmek: Eneme işi yapılmak, erkekliği giderilmek.

“Çok duyargalı, çok ayaklı, enenmiş bir böcek.” (203)

Böcekbaşı: Osmanlı Devleti döneminde zabıta görevlisi.

“…bir çocuk sesinin söylediği tekerlemede biçimlenen bir imge. Böcekbaşı, böcekbaşı…/hani böceklerin başı?” (203)

Tulga: Savaşçıların veya itfaiyecilerin başlarına giydikleri demir başlık, tolga.

“…çeperleri dağılacak; tulgaları ayaklarının dibine yuvarlanacak.” (205)

Kösnü: Şehvet.

“… içlerinde birikmiş kösnüye ansızın uyanan gencecik, gürbüz insanlar.” (205)

Gürbüz: Sağlam, güçlü, gelişmiş.

“… içlerinde birikmiş kösnüye ansızın uyanan gencecik, gürbüz insanlar.” (205)

Sevi: Aşk.

“Ama sevi de, doruğa yaklaştıkça eski önemini yitirir gibi.” (205)