Ali Bulunmaz
Otobiyografik romanlarında başından geçenleri hikâyeleştirerek benzer şeyler yaşayanların hayatına da dokunan Édouard Louis; gerek aile evindeki gerilimleri gerek maruz kaldığı şiddeti, ayrımcılığı ve homofobiyi kâğıda dökerken ahlak kumkumalığını ve ataerkil nobranlığı getiriyor karşımıza. Babamı Kim Öldürdü?, Eddy’nin Sonu ve Şiddetin Tarihi bu minvalde kitaplardı. Cinsel uyanışı, eril zorbalığı, çocukluğunda tanık olduğu erkeklik gösterilerini ve homofobiyi anlattığı bu metinlerinde Louis; aile, toplum ve roller üzerine kalem oynatırken kaçışları ve tutulduğu ayrımcılık fırtınasını ortaya koymuştu. Bu da psikolojik ve fiziksel şiddetin geçişkenliğini gösteriyordu bize. Anlatıcılar, kişilerin ve toplumun içine şiddetin nasıl nüfuz ettiğini yansıtmakla kalmıyor, bundan doğrudan etkileniyordu. Kısacası yazar, hayatının akışını değiştiren bu olayları romanlaştırmıştı.
Louis, otobiyografik romanlarına Değişmek’le devam ediyor. Doğup büyüdüğü kasabanın kaderi hâline gelen yoksulluğun, ayrımcılığın ve şiddetin dışında bir hayat kurma zorunluluğunu yoğun biçimde hisseden Louis’nin çıktığı benlik yolculuğuyla şekillenen hikâye, aynı zamanda çocukluğuyla hesaplaşma ve onu yer yer sumen altına itme refleksiyle yüzleştiriyor bizi.
Geçmiş Geride Kalır mı?
Louis, Değişmek’te önünde dikildiği sınırları ve duvarları aşmaya uğraşan bir karakter olarak resmediyor kendisini. Özgürlük tutkusuyla yanıp tutuşurken geçmişinden sıyrılmak için ismini, konuşmasını, görüntüsünü ve hareketlerini değiştiren Eddy, tam anlamıyla yeni bir kimlik inşasına girişiyor.
Hikâyedeki temel soru ve sorun, geçmişin gerçekten geride kalıp kalmadığı. Diğer bir ifadeyle değişimlerin, dönüşümlerin ve kaçışların mutlak bir iyileşme sağlayıp sağlamadığı.
Eddy korkutucu, trajik ve aşması gereken çok şey yaşadığını düşünüyor. Hatırladıkça değişme ve olup bitenin üstesinden gelme isteği katlanıyor. Âdeta bir aile geleneği olan şiddete meyilden en çok etkileniyor. Bu nedenle çocukluğundan ve o döneme ait hatıralarından kurtulmayı arzuluyor. Böylece hem metaforik hem de gerçek bir yolculuğa çıkıyor.
Kendisini, etrafındakiler ve rollerine bürünen erkekler gibi hissetmeyen, başka bir bedendeki ve ruhtaki Eddy’nin çatıştığı ilk kişi babası. Sosyal çevresi de onun neden “bir kız gibi konuşup davrandığını” sorguluyor. İlkgençlik yıllarında bu sorular ve imalarla karşılaşınca değişim fikri aklına düşüyor. Ebeveynlerinin endişeleri ve utançları ise günden güne katlanıyor. Özellikle babasından hakaretler işitiyor sık sık. Söz konusu durum, onu küçük yaşlardan itibaren evden kaçmaya zorluyor. Sadece evden değil, kendisini kuşatan kasabadan da hızla uzaklaşmak istiyor. Kısacası nefret ettiği çocukluğunu geride bırakmak için elinden geleni yapıyor. Bu uğurda tiyatro öğrenimine tutunuyor: “Gerçek şu ki tiyatro benim için şaşırtıcı derecede kolay olmuştu. Sanırım bunun sebebi nasıl rol yapacağımı bilmemdi. Doğduğumdan beri istemeden de olsa bunu yapmayı öğrenmiştim; kim olduğumu saklamaya çalışmak, kendimi korumak için rolden role bürünmüştüm. Doğduğumdan beri diğer erkeklere duyduğum arzuyu gizlemeye, daha erkeksi olmaya, en karikatürize erkeklik imgelerine uymaya, futbolcuların isimlerini ezberlemeye, akşamları kasabanın otobüs durağında diğer oğlanlarla gece yarılarına kadar bira içmeye, kızlara ilgi duyuyormuş gibi yapmaya çalışmış, tüm bunları okulda yediğim dayak ve hakaretler dursun, hakaretlerin hayatımdaki varlığı olabildiğince azalsın diye yapmıştım. Doğduğumdan beri olmadığım biri gibi davranmaya çalışıyordum ve bu yüzden, bu sayede, tiyatroyu uzun zaman önce benimsemiştim, benim açımdan sanatsal bir işten ziyade hayatımın doğal akışının bir parçasıydı.”
Elena Etkisi
Geçmişinden kaçmak için ve tiyatro aşkıyla kasabadan ayrılıp babasının alerjisi ve önyargısı olan şehre gittiğinde Eddy, değişimin ilk tohumlarını atıyor. Başkalarına benzemezliğinin farkına orada bir kez daha varıyor ve hayatının akışını değiştirecek Elena’yla tanışıyor.
Kendisini sevdirmek isterken onun burjuva ailesine bilgi ve görgü babında yetişmek için yoğun bir şekilde çalıştığı sırada bir gerçeğin ayırdına varıp babasına sesleniyor: “Olan şey, Elena gibi olmak istememdi, hem de derhal. Onun hayatına sahip olmak ve onun aracılığıyla keşfettiğim bu evrende yer almak istiyordum, artık sanata karşı daha duyarlı ya da diğerlerinden daha zeki olduğum için ya da o hayata herkesten daha yazgılı olduğum için değil, içinde kendi yerimi alabileceğim bir hayatın varlığına şahit olduğum için. (…) Elena’yla tanışarak yeni bir yaşam biçimine, yeni bir sosyal sınıfın kodlarına ve bu sınıfla ilişkili her şeye; sanata, edebiyata, sinemaya bağlanmıştım çünkü tüm bunlar çocukluğumun intikamını almamı, senin üzerinde, geçmişim üzerinde, yoksulluk üzerinde, hakaret üzerinde güç sahibi olmamı sağlıyordu ve bu hayatı taklit ederek senin her zaman korktuğun, her zaman -üstü kapalı olarak- üstün gördüğün (kasabadaki doktoru ya da öğretmeni ve onların düzgün konuşmalarını duyunca korkmuyor muydun?) bir dünyaya erişim sağlıyordum. Bizden bu kadar farklı -ve sosyal anlamda bu kadar uzak- biriyle hiç karşılaşmamıştım ve belki de Elena’da daha en başında, tırmanma kulesi sahnesinde fark ettiğim şeydi bu, yani kesin ve mutlak bir kaçış olasılığı.”
Eddy’nin temel derdi babasının öfkesiyle, şiddetiyle ve karakteriyle şekillenen eski hayatını yenmek. Şehir ve Elena, ona bu olanağı veriyor bir bakıma. Başka bir deyişle hem Elena’nın hem de onun çevresindeki hayatlara imreniyor. Hatta bir manada, onlarla kendisini özdeşleştiriyor ve farkında olmayarak onlara özeniyor. Ardından, kabuk değiştirmeye başlayıp yeni bir role bürünüyor.

Başka Biri Olmanın Yorgunluğu
Eddy kimliğini, yaşamını, beğenilerini ve ismini değiştirerek hem kendisini bulduğunu hem de çocukluğundan ve hatıralarından kurtulup başka biri olduğunu düşünüyor. Daha doğrusu kendini buna inandırıyor.
Çocukluğundan intikam alma ve dünyayla hesaplaşma arzusuyla giriştiği değişim ve dönüşüm hamlesi, onun Eddy’den Édouard’a evrilmesini sağlıyor. Daha doğrusu zarf farklılaşırken mazruf konusunda içten içe şüphe taşıyan Eddy, bir özgürlük ve mutasyon yanılsamasına kapılıyor. Diğer bir ifadeyle zafer sarhoşluğuna tutuluyor. Hatta bu sırada birkaç hayat yaşıyor; görünürdeki ile gizli olanı karıştırıp işin içine rolleri ve gerçekliği de katarken tanıştığında biyografisinden etkilendiği ve yine kendisiyle özdeşleştirdiği Didier’yle yakınlaşarak mevcutlara yeni bir hayat daha ekliyor.
Didier’yle tanışmasını ve yakınlaşmasını çözümlerken başlangıçtaki amacını yeniden anımsıyor Eddy ya da Édouard: “Açıklığa kavuşturmak istiyorum, benim için önemli olan değişim ve özgürleşmeydi; kitaplar ya da yazmak değil. Asıl takıntımın kitaplar olduğunu sanmıyorum. Birdenbire yazar olmanın hayalini kurmaya başladıysam yazma hayali kurduğum için değil, kendimi geçmişten sonsuza dek koparmanın hayalini kurduğum içindi ve Didier’yle tanışmamın vesile olduğu şey de buydu, o kadar. Yazdıklarımı bir yazarın doğuşu olarak değil, bir özgürlüğün doğuşu, nefret edilen bir geçmişten -her ne pahasına olursa olsun- kopuşun başlangıcı olarak görmek gerek.”
Bu amaç doğrultusunda yaptığı her hareket, gerçekleştirdikleri ve girdiği her ortam, Eddy’ye kendisine ait olmayan bir hayat yaşadığını hissettiriyor ama bunlardan vazgeçemiyor. Kaleme aldığı kitap taslağında her şeyi itiraf ediyor âdeta: “Hayatımın hikâyesi peş peşe bozulan dostluklardan oluşuyor. Bu hayatın her aşamasında, kendime karşı verdiğim bu yarışta, daha ileri gidebilmek için sevdiğim insanlarla yollarımı ayırmak zorunda kaldım. Bunu yapmaya ne ben karar verdim ne de onlar: Ben kendimi dönüştürmek için savaşıyordum, onlar aynı takıntıya sahip değildi, onlarla tanıştığımda ne idiyse öyle kaldılar ve sonra birdenbire, artık birbirimize benzemiyorduk, söyleyecek bir şey bulamıyorduk, artık birbirimizi anlamıyorduk. Dönüşüm arzum beni yine başka bir hayata sürüklemeden ve terk edilme sırası onlara gelmeden önce yapabileceğim tek şey, beni kabul edecek yeni insanlar bulmak için yola çıkmaktı.”
Kendisini değiştirmek ve geçmişinden kaçmak isterken başka biri olan ve farklı bir hayat yaşayan Eddy, bir şeylerin yolunda gitmediğini ve büyük bir boşluğa düştüğünü kavrıyor. Taklit ettiği kişilerin ve yaşamların, ulaşmaya çalıştığı şey olmadığının ayırdına varıyor. Başka biri olmanın ve başkasına dönüşmenin yorgunluğunu kaldıramıyor. Hatta başarısız olduğunu düşünüyor. Bu durum ise geçmişinden uzaklaşıp farklı biri olmaya çalıştıkça oraya geri dönüp saplanıyor. Diğer bir ifadeyle bu his, tortuları kazıyıp atmanın güçlüğüne denk geliyor. Kısacası var oluş krizinin hayatın bir parçası olduğunu gösteriyor.
Değişmek, Édouard Louis, Çeviren: Ayberk Erkay, Can Yayınları, 245 s.

