Çağnur Denişik
“Pardon, sizi birine benzettim, geçmiş yıllardan.”
(Zamparanın Ölümü, Teoman)
Sonsuza dek yaşamak, ölümsüzlükle aynı anlama gelir mi? Duygular değişirken, benlik gelişmeye devam ederken, hücreler yenilenir, anılar silinir ve yerlerine yenisi gelirken; yani aslında yaşamak için bir dizi mikro ölüme ihtiyacımız varken, hayatın kendisini ölümden ne kadar ayırabiliriz? Michel Houellebecq’in distopik cenneti, keskin katmanları arasında bu soruları saklıyor.
Bir Ada İhtimali’ni yalnızca bir distopya olarak görmek oldukça sınırlayıcı bir kategorizasyon olur. Evet, kitap, bilinen insan ırkının yok olduğu ve yerine neo-insanların geçtiği, klonlama teknolojisi ile ölümsüzlük ihtimalinin gerçek bir seçenek hâline geldiği bir bilim kurgu eseri. Ama aynı zamanda mizantropi, yalnızlık, sevgisizlik gibi temalarla hayatın ve insanlığın anlamı üzerine sosyolojik bir sorgulama. Ve elbette, modern dünyanın mutsuz, umutsuz, narsisist, yalnız ve büyüyememiş erkeğine dair filtresiz bir hiciv.
“Şimdiki bedenim gittikçe bozuluyor.” (s. 11) diye başlıyor hikâye. Baş kahraman, tartışmalı stand-up gösterileri ve siyasi açıdan da cüretkâr olan pornografik kısa filmleri ile genç yaşta büyük başarılar elde eden komedyen Daniel. Anlatım, Daniel1 ve onun “hem komik hem trajik olan biyografisi” (s. 159) üzerine yorumlar yapan klonları Daniel24 ile Daniel25’in gözlerinden üç farklı perspektifle ilerliyor.
Psikanalitik kuram, ölüm dürtüsü ve yaşam dürtüsünün ahenkle dans ettiğini söyler (Freud, 1920). Hayatın devamlılığı için yaşamın ölüme her seferinde baskın gelmesi gerekir fakat ölümün yokluğu mutlak yaşamı değil, ironik ve aksi bir biçimde, ölümü getirecektir. Başlangıçta kendini memeyle, anneyle ve evrenle bir gören bebek; zamanla ve bu zaman içinde yaşadığı hayal kırıklıklarıyla annenin kendinden ayrı bir nesne, bir öteki, başka biri olduğunu fark eder. Benlik gelişimi için gerekli olan bu süreç aynı zamanda sonsuzluk fantezisini de böler. Bebek tümgüçlü değildir, hiçbir doyum kesintisiz bir süreklilikle sonsuza dek devam etmez. Gerçeklik ilkesinin devreye girmesi ve bireylerin bu eksikliği kabul etmesi ile kastrayon kaygısı tolere edilebilir hâle gelir. Gerçek dünyanın zorluklarına katlanılabilir, libidinal yatırım benlikten ötekine aktarılabilir, kişiler başka insanlarla ilişki kurabilir. Kaybedilen tümgüçlülük fantezisi ise sevilen ötekine, ebeveyne, öğretmenlere, idollere, ruhani liderlere, bilimsel önderlere yansıtılabilir (Freud, 1945; Freud, 1905).
Klonların “uzak selef” (s. 81) ya da “uzak atamız” (s. 159) olarak tanıdığı ilk(el) model Daniel1; birincil süreçlerin ve haz ilkesinin egemenliğinde yaşamak isterken gerçeklik ilkesinin duvarlarına çarpan, benlik gelişimini tamamlayamamış biri. Tipik narsisistik savunmalar Daniel1’de kolaylıkla okunuyor. Kendisini ve kendisine benzeyeni idealize ederken ötekini değersizleştiriyor. Elinden bırakmak istemediği tümgüçlülük fantezisinin kırılmasına tahammül edemiyor. Eskimeyi, beğenilmemeyi, yaşlanmayı bir felaket gibi görüyor. Bununla paralel olarak, hikayesi, Houellebecq’in diğer baş kahramanların hikayeleri gibi hüzünlü ve trajik. “Kişiliğimin tüm yönlerini keşfedip keşfetmediğimden asla emin olamıyordum,” diyor Daniel1, “Vincent’ın olduğu anlamda gerçek bir sanatçı değildim” (s. 185). Varoluş sancılarının arasında son derece kaba, ırkçı, seksist bir adam. Yaşlılığa, kadınlara, inançlara, etnik kökenlere hatta bir adım uzaklaştığımızda birleşen parçalarla daha net görebileceğimiz gibi; insani olan her şeye nihilist bir agresyonla saldırıyor.
İlk karısını, kadın hamile olduğunu öğrenir öğrenmez terk eden Daniel1i çocuğunun ölümüne de kayıtsızca değiniyor: “Oğlumun intihar ettiği gün kendime domatesli yumurta yaptım. ‘Yaşayan bir köpek, ölü bir aslandan daha iyidir.’ der Vaiz. Bu çocuğu hiç sevmemiştim: Annesi kadar aptal, babası kadar da kötüydü. Ortadan kaybolması bir trajedi sayılmayacak kadar önemsizdi, böyle insanlardan vazgeçilebilir.” (s. 27). Yalnızca aile ilişkileri değil, “soytarılık hayatım” ( s. 19) diye tarif ettiği kariyeri de Daniel1’i tatmin etmiyor. İnsanların gülerken takındığı ifadelerken tiksiniyor. “Sefil skeçlerimden hiçbirinin, hiçbir acınası senaryomun benden sonra yaşamayı hak etmediğini fark ediyordum. Bu düşünce zaman zaman beni huzursuz ediyordu ama her şeyde olduğu gibi bu konuda da onu çabucak zihnimden uzaklaştırmayı başaracağımı biliyordum.” (s. 185)
Freud’a göre (1914) temelde iki libidinal nesne vardır: Kişinin kendisi ve onu besleyen ilk nesnesi, çoğunlukla annesi. Yaşamın ilerleyen yıllarında duyguları yansıtmak ve dürtüleri doyurmak, sevmek ve öfkelenmek, kısacası insani ilişkiler kurmak için seçilen nesneler; bu ilk libidinal yatırımların ayak izlerini takip eder. Freud, ilişki kurulacak nesnenin seçimi konusunda iki ayrı yol tarif eder. Bunlardan biri, kişilerin kendi benliklerini ya da başka bir deyişle benzerlerini bir ötekinde aramaları ile gelişen narsisistik seçimdir. Birincil narsisizmin gölgesinin hissedildiği bu yol aslında benliği korumaya yönelik olarak gelişir. Bir diğer nesne seçiminde ise kişiler, erken dönem bakım verenleri ile kurdukları bağa benzer kodlar taşıyan bir ilişki deneyimleyebilecekleri kişilere yönelirler. Klein (1952) ise nesneye duyulan bağlılığın ölüm dürtüsü ve hayatta kalma kaygısından beslendiğini ifade eder.
Daniel1’in aşk hayatı, kitabın başat yörüngelerinden biri. İlk karısından sonra, gençlere yönelik seks ve eğlence dergisi olan Lolita’nın baş editörü Isabelle ile bir ilişkiye başlıyor. Isabelle kırk yaşına geldiğinde ve yaşlanmanın fiziksel belirtileri bedeninde görünür olmaya başladığında Daniel1 acıma duygusu ile onunla evleniyor ancak Bir süre sonra Isabelle bu duruma katlanamıyor ve kendisine parlak bir hayat kurmak için, “gerçekten anormal bir dürüstlük” (s. 33) gördüğü Daniel1’i “Hak ettiğin tüm güzellikleri diliyorum sana.” (s. 89) diyerek köpekleri Fox’la bırakıp gidiyor.

Isabelle’in ardından Daniel1’in hayatına genç porno yıldızı Esther giriyor. “Hayatımızın birinci evresinde, mutluluğun ne olduğunu ancak onu kaybettikten sonra anlarız. Sonra, ikinci evreye gireriz, o zaman gerçek mutluluğu yaşamaya henüz başlamışken bile sonunda onu kaybedeceğimizi biliriz.” (s. 151) diyen Daniel1 için gerçek mutluluk, Esther’le ilişkisinde yaşadığı haz deneyimi. Ancak bu deneyim de sonsuza dek sürmüyor. Daniel1 ve Esther’in ilişkisinde kalıp yargılarla inşa edilmiş toplumsal rollerin tersini okuyoruz. Bu tersine dönüş, o zamana dek çoğunlukla umursamaz hatta mizantrop yanını okuduğumuz Daniel1’in duygusal tarafını en net gördüğümüz yerlerden de biri. Seksten yeterince zevk almayan Isabelle’in aksine Esther aşka ve ilişkiye önem vermiyor. İlişkileri henüz sürerken Daniel1’e “Gerçekten de insanlar sana senin onlara ihtiyaç duyduğundan daha fazla ihtiyaç duruyorlar, en azından benim yaşımdakiler. Ama birkaç yıl içinde bu değişecek.” diyen Isabelle’in “Çalıştığım dergiyi biliyorsun: Amacımız sahte, yüzeysel bir insanlık yaratmak. Ciddiyete veya mizaha kapalı, gitgide daha da umutsuz bir şekilde, ölene kadar fun ve seks arayışı içinde sonsuza kadar kid kalacak bir nesil yaratmak. Tabii ki bunu başaracağız; ve o dünyada senin bir yerin olmayacak.” (s. 33-34) öngörüsü gerçek oluyor. Daniel1, Esther’in bağlanmak istemeyen, şiddeti normalleştiren, yaşlı insanlara karşı saygısız neslinden nefret ediyor. Kariyerindeki başarıları sürse de “asla, asa size neşenizi geri vermez” (s. 143) dediği dünyada bedensel ve ruhsal bir çöküşe kapılan Daniel1, Esther’e kitaba adını veren bir şiir gönderiyor ve ardından intihar ediyor.
“Hayatım, ömrüm, en eski yoldaşım
İlk dileğim, kapanmamış yaram
İlk aşkım, yarım kalan tutkum
Dönmen gerekiyordu.
(…)
Ve Aşk, hepsinin kolay olduğu,
Her şeyin bir anda verildiği o yer;
Zamanın tam ortasında duruyor,
Bir ada ihtimali.” (s. 365-366)
Kitabın bir diğer yörüngesi bilim kurgu merkezli. Daniel1’in yolu, Esther’le yaşadığı ilişkinin sonlarına doğru, Elohim adlı klonlama tarikatıyla kesişiyor. “Tanrı”, “gökten gelenler” gibi anlamlara gelen Elohim ismi, gerçek dünyadaki yeni çağ (“new age”) tarikatlarından biri olan Raëlyenleri* anımsatıyor. Tıpkı Raëlyenler gibi Elohimcilerin de üstün insanlık hedefleri, kiliseleri ve ruhani önderleri var. “Peygamber” olarak anılan lider karakter, duygu kisvesi altında dürtüleri temsil eden bir yerde sunuluyor. Houellebecq’in muzır üslubu burada da devreye giriyor; sevginin sahiplenici olmaması gerektiğini savunan Peygamber’in (on iki havariyi anımsatan ve bu yüzden hayli eleştiri alan) on iki nişanlısı var ve hepsinin yalnızca kendisine ait görüyor.
Üyelerinin cömert bağışları sayesinde Elohimciler, yine gerçek dünyadan tanıdığımız Bill Gates, Steve Jobs gibi bazı isimlerin yanı sıra Daniel1’in, köpeği Fox’un ve Eshter’in de DNA’sını koruyor. Daniel24 ve Daniel25 de korunan genlerle yaratılan kopyalar. Bir başka deyişle, “neo-insanlar” (s. 55). Bu açıdan bakıldığında Elohimcilerin ölümsüzlük vaadinin bir karşılık bulduğu söylenebilir. Neticede korunan genler tekrar tekrar kopyalanabiliyor ama anılar kopyalara aktarılamıyor. Bu noktada tarikatın bir başka VIP üyesi olan Fransız sanatçı Vincent, üyelerin anılarını yazmasını ve böylece klonların onları okuyabileceği fikrini ortaya atıyor. Böylece Daniel24 ve Daniel25’in okuyup yorumladığı öykü ortaya çıkıyor.
Ölümsüzlük pek de Daniel1’in arzuladığı gibi işlemiyor. Klonlar ilk modeli genetik açıdan ölümsüz kılıyor ama insani yanlarını korumuyor. Houellebecq’in tasvir ettiği distopya, tam da bu noktada Freud’un (1919) tekinsizlik kavramını anımsatıyor. Freud, tekinsizliği; bastırılanın geri dönmesinden doğan korku ve kaygı olarak tanımlar. Kaygı verici olan şeyleri kaygı ve korkunun bastırılması neticesinde yabancılaşır, tuhaflaşır. Belirsizlik ve endişe yaratır. Tekinsiz olan, içinde muhakkak tekrar barındırır. Eski ve korkutucu olanla yeniden karşılaşmanın bir sonucu olarak tekinsizlik hissi yaşanır. Bir Ada İhtimali’nde de kırılgan, eksik, ölümlü benlik bastırılır ve geriye kalan kabuk yeniden ve yeniden yaratılır. Klonlar okur için, ilk insanlar ise klonlar için tuhaf ve yabancıdır.
Daniel24 ve Daniel25, Daneil1 gibi görünseler de ruhsallıkta ondan (ve insan olmaktan) oldukça uzaklar. Klonlar, ilk modellerinin on sekiz yaşındaki bedeninde doğuyor. Güneş enerjisi, su ve minerallerle besleniyorlar. Yalnız ve neredeyse izole bir yaşamları var, birbirleriyle iletişim kurabilseler de insani duyguları ya da dürtüleri yok. Sevinmiyorlar, acı çekmiyor, heyecanlanmıyor, empati duramıyorlar. İç dünyaları son derece durağan. Bunun yanında özgecilik geni de klonlanamıyor. “İyilik, merhamet, sadakat ve özgecilik bu nedenle bizim için aşılmaz birer gizem olarak kalmaya devam ediyor,” diyor Daniel24. “Ancak bunlar bir köpeğin bedensel dış görünüşünün sınırlı alanı içinde yer almakta.” (s. 70).
Köpekler bu ruhsuz gelecekte önemli bir simge. Klonların dünyasında neşe, keyif, sevgi yok. Bilinçdışında genellikle rahmi ve duyguları işaret eden, izlenebilecek uçsuz bucaksız denizler de yok. Daniel’ın klonlarının taşıdığı en insani yan, köpeği Fox’a duyduğu sevgi. Güvenlik bariyerlerinin ardından, “Büyük Kuruma”dan (s. 101) sağ çıkabilmiş vahşi insanlığı izlerken “Onlara karşı hiçbir merhamet duymuyor ya da ortak bir aidiyet hissi taşımıyorum,” diyor Daniel24, “Onları yalnızca azıcık daha zeki, bu yüzden de daha tehlikeli maymunlar olarak görüyorum. Bazen bir tavşana ya da başıboş bir köpeğe yarım etmek niyetiyle bariyeri kaldırdığım oluyor; bir insana yardım içinse asla.” (s. 25).

Truva (Troy, 2004) filminde, varlığını ölümsüz kılmak için savaşan Aşil (Akhilleus), “Tanrılar bizi kıskanıyor.” der. “Kıskanıyorlar, çünkü ölümlüyüz. Çünkü her an son anımız olabilir. Ölümlü olduğumuz için her şey çok daha güzel. Asla şu ankinden daha güzel olmayacağız. Bir daha asla birlikte olmayacağız.”. Bir Ada İhtimali, Truva’nın Aşil’ini haklı çıkaracak biçimde sonlanıyor. Seleflerinin anılarını okuyan klonlar, uzak atalarının huzursuzluklarını, mutluluklarını, arzu ve korkularını önce merak, sonra hayranlıkla izliyorlar. Öyle ki, Daniel25’in mektup arkadaşı ve bir başka klon olan Marie23, Daniel1’in intiharından önce Eshter’e yazdığı şiiri okuyunca bir neo-insan topluluğu bulma ümidiyle evini terk ediyor. Daniel25 de en azından atası Daneil1’in hislerini tecrübe edebilmek için onu takip ediyor. Klon, duygu yoksunluğundansa acıyı arzuluyor. “Neo-insanların silik sevinçleri, çoğunlukla düzenleme ve sınıflandırma yapmak, küçük düzenli gruplar oluşturma, titizlikle ve rasyonel bir şekilde küçük nesnelerin yerini değiştirmek gibi faaliyetler etrafında dönüyordu; ama bunlar yetersizdi.” (s. 371) diyor Daniel25, “Dünyanın dışında ne vardı?” sorusuyla başlayan epilogda. “Başarısızlığın en bariz göstergesiyse çektiği acıların büyüklüğüne ve trajik sonuna rağmen, nihayetinde Daniel1’in kaderini kıskanır hâle gelmemdi: Çelişkili ve şiddet dolu yolculuğunu, onu altüst eden tutkulu aşklarını.” (s. 372). Böylece yaşamın nihai amacı olan ölümü (Freud, 1920) kabul ediyor. Yine de ölüm kavramı Daniel25 için hep biraz yabancı. Bilinçte ya da bilinçdışında ölümü düşünmek mümkün olmuyor. Tarikatın korunaklı alanından çıktığı için ölmek zorunda kalacağının farklında olsa da Daneil25 ölümü ve ölümlülüğü anlayamıyor. “Ölümün farkındalığını tam anlamıyla kavrayamayacağımı biliyordum,” diyor, “Bir insanın hissettiği ölçüde bir sıkıntıyı, arzuyu ya da korkuyu hiçbir zaman bilemeyecektim.” (s.401).
Bir Ada İhtimali, okura kolay bir okuma vadetmiyor. Anlatım, klonların dünyayı kavrayış biçimini oldukça başarılı bir biçimde yansıtıyor. Bu da kitaba mekanik, soğuk, yer yer mesafeli sayılabilecek bir hava veriyor. Houellebecq bir imza gibi kişiselleştirdiği iğnelemelerini, kışkırtıcı örneklerini ve rahatsız edici derecede gerçekçi yazım biçimini Bir Ada İhtimali’nde de koruyor.
Eserleri yirmi beşten fazla dile çevrilen, pek çok ödüle layık görülen, eserleriyle dünya çapında başarı elde eden Houellebecq; kitapları kadar polemikleri ve skandallarıyla da gündeme geliyor. Takdir edildiği kadar eleştiriliyor, hayranlık uyandırdığı gibi rahatsız da ediyor. Kendine has bir dünya inşa ederken sınırlara saldırmaktan çekinmiyor. Tepkilerin bir kısmı üslubuna yönelik. Bir kısmıysa içeriğin hedef aldığı kesimlerden; Müslümanlardan, solculardan, feministlerden, entelektüellerden, bilim insanlarından, yazar ve eleştirmenlerden yükseliyor. Bu açıdan, Bir Ada İhtimali, yazarının şöhretini aynalıyor gibi görünüyor. Sevip sevmemek elbette son derece kişisel bir tutum ama Michel Houellebecq; depresif ve yalnız karakterleri, tüyler ürperten gelecek ihtimallerini, modern zamanın kırılgan ruhsallığını teşhir eden gerçekçiliği, melankolik ümitsizliğini bir köpek sevgisiyle kıran ironik romantizmi ve pek sevdiği noktalı virgülleriyle yalnızca akıl çelen bir merak uyandırmıyor; aynı zamanda güçlü ve nevi şahsına münhasır bir üslup da yaratıyor.
Bu sene Ahmet Şimşek çevirisi ile İthaki Yayınları bünyesinde dilimize kazandırılan Bir Ada İhtimali, ülkemizde de farklı frekanslardan ses getirmeye devam edecek gibi duruyor.
Kaynaklar:
- Freud, A. (1945). Indications for child analysis. The psychoanalytic study of the child, 1(1), 127-149.
- Freud, S. (1905). Cinsellik üzerine üç deneme. S. Budak (Haz.) Cinsellik üzerine: Cinsellik teorisi üzerine üç deneme; fetişizm, bekaret kabusu, kadın cinselliği ve diğer çalışmalar içinde, (s. 29-151). İstanbul: Öteki Yayınevi.
- Freud, S. (1919). The Uncanny. (J. Strachey, Çev.). The Complete Psychological Works of Sigmund Freud içinde (s. 216-253). Londra: The Hogarth Press.
- Freud, S. (2006). Narsisizm üzerine ve Schreber Vakası, (M. Atakay, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları. (Özgün eser 1914 tarihlidir.).
- Freud, S. (2011). Haz ilkesinin ötesinde ben ve id (A. Babaoğlu, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları. (Özgün eser 1920 tarihlidir.)
- Houellebecq, M. (2025). Bir Ada İhtimali. (A. Şimşek, Çev.). İstanbul: İthaki Yayınları.
- Klein, M. (1952). The mutual influences in the development of the ego and the id. The Psychoanalytic Study of the Child, 7, 51-53.
* 1973 yılında eski bir otomobil yarışçısı olan Claude Verilhon, Fransa’daki sönmüş yanardağlardan birinde bir UFO ile temas kurduğunu iddia eder. Ona göre Elohim isimli bu uzaylılar, insan ırkının DNA’sını dünya dışı teknolojiyle kendilerinin yarattığını söyler ve klonlama ile insanlığa sonsuz yaşam vadeder. Bugün hâlâ on binlerce üyesi olduğu tahmin edilen Raëlyenler tarikatı, bilimsel altyapısı bulunmayan klonlama iddiaları, tartışma yaratan tutumları ve toplumsal konulardaki söylem ve protestolarıyla dikkat çeker.



