Hafıza, Travma ve Yeniden Kuruluşun Romanı: “Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar”

Abdullah Ezik

abdullahezik@gmail.com

Polat Özlüoğlu’nun ilk romanı Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar, bireysel belleğin kırılganlığı ile toplumsal hafızanın yükü arasında gidip gelen, sessizlikle örülü bir iç dünyanın romanı olarak yayımlandı. 12 Eylül 1980 Darbesi ve sonrasında giderek farklı bir yöne evrilen Türkiye’nin merkez noktasında, hem bir kadının hem de bir toplumun travmalarını dile getiren roman, hatırlamanın ve unutmanın sınırlarını sorgularken aslında okura çok yönlü bir anlatı sunmayı da ihmal etmez. Özlüoğlu’nun öykülerinden de aşina olunan dili bu romanda kısa ve yankılı cümleleri okuyucuyu hem metnin içinde hem de karakterlerin zihninde yankılanan uzun süreli bir sessizliğe çağırır. Bu yönüyle roman, politik bir döneme tanıklık etmekten öte, insanın kırılma noktalarına, kalbin gerçekten durduğu zamanlara odaklanır.

Romanın merkezinde 12 Eylül darbesinde tutuklanıp uzun süre işkencelerden geçen Meşhur Kara vardır. Meşhur, çocukluğunu yalnızlıkla, gençliğini korkuyla, yetişkinliğiniyse suskunlukla geçirmiş bir kadın olarak romanda belirir. Hayatının dönüm noktalarının birçok kez ülkenin geçirdiği sarsıntılarla paralel ilerlediği söylenebilir. Darbe yıllarının getirdiği gözaltılar, kayıplar, işkenceler, toplumsal belleğin karanlık bölgeleriyle birlikte Meşhur’un iç dünyasında derin bir yankı bulur. Bu yönüyle Meşhur, hem bireysel hem de kolektif bir hafızayı taşır; onun hikâyesi bir kişinin değil, bir kuşağın, bir ülkenin hikâyesidir.

Unutmaya ve hatırlamaya dair bir roman olarak görülebilecek Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar, bu ikili gerilimi romanın kalbine yerleştirir. Unutmak bazen bir savunma, hatırlamaka bir direniş biçimi olarak romanda ön plana çıkar. Meşhur, ne tam olarak unutabilir ne de hatırladıklarının ağırlığından kurtulabilir. Bu durum sadece psikolojik bir kırılma değil, aynı zamanda tarihsel bir yükün birey üzerindeki yansıması olarak da görülebilir. Romanın başlığı, bu durumu simgesel biçimde taşır: kalbin durduğu bütün zamanlar, hem bireysel bir donma hem de toplumsal bir felç anıdır.

Romanın üzerine kurulu olduğu ana meselelerden ilki kötülüğün sıradanlığıdır. Kötülüğün hep uzak bir yerlerde değil, genellikle “çok yakınlarda bir yerlerde” olduğunu görünür kılan roman, böylelikle insanoğlunun yeryüzündeki en temel açmazlarından birini anlatının merkezine yerleştirir. Bu bakış, romana birçok açıdan (gerek kişisel gerekse toplumsal) güçlü bir etik boyut ve etik meselesi kazandırır. Kötülük, soyut bir kavram olarak değil, sıradan hayatların içinde görünmez biçimlerde var olur. Sessizlik, görmezden gelme, unutmayı seçme gibi tutumlar da zaman içerisinde kötülüğün birer aracına dönüşür. Roman bu nedenle yalnızca mağduriyetin değil, seyirci kalmanın da temsili olarak yorumlanabilir.

Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar çok katmanlı bir anlatı yapısına sahip özgün bir roman olarak değerlendirilebilir. Geçmiş ve şimdi arasında gidip gelen roman, anıların parçalı doğasına benzer bir biçimde kurulmuş ve bu yönüyle kendisine özgün bir karşılık bulmuştur. Meşhur’un hatırladığı hiçbir şey tam ve eksiksiz değildir; aksine her şey yarım, eksik, kırık döküktür. Öyle ki kimi zaman bedenin bir şeyler hatırladığı, zihnin bu anlamda arka planda kaldığı dahi görülür. Hafıza yalnızca zihinde değil, bedende, hatta suskunlukta bile kendisine anlam bulur, var olur. Özlüoğlu bu bedensel hafızayı dilin içinde görünür kılmayı başarır ve bu yönüyle metnini orijinal bir yere taşır.

Romanda dikkat çeken bir diğer boyut, bütün bir metnin aslında “kitap içinde kitap” vari bir oyunla kurgulanmış olmasıdır. Meşhur’un çevirmenliği, metinler arası göndermeler ve “İşkence Külliyatı” gibi bölümler, romanın kendi içine kapanmayan, başka metinlerle diyalog kuran bir yapıya sahip olduğunu görünür kılar. Bu yaklaşım romanı yalnızca bireysel bir travma hikâyesi olmaktan çıkarır, aynı zamanda edebiyatın kendisini bir tanıklık biçimi olarak tartışır. Özlüoğlu, edebiyatı bir tür etik alan, bir hatırlama mekânı olarak konumlandırır.

Özlüoğlu’nun anlatı dili, kısa cümleleri ve ritmik yapısıyla karakterlerin ruh hâlini doğrudan yansıtır. Bu anlamda yazarın ve dolayısıyla anlatıcının tercih ettiği kısa, öz, eyleme dönük cümleler okurda hem bir nefes darlığı hissi geliştirir hem de okuru Meşhur’un içsel yankısına daha da ortak kılar. Zaman içerisinde bir özdeşleşme kurulur. Romanın büyük bölümü sınırlı mekânlarda, özellikle de bir peruk dükkânında geçer. Bu mekân, görünürlük ile gizlenme arasındaki gerilimin bir metaforu olarak romanın en önemli uç noktalarından biri olarak görülür. Peruk, kimliğin maskesi, görünür olmanın ama aynı zamanda saklanmanın bir aracı olarak dikkat çeker. Güçlü bir imge, anlamı sembolikleştirme yöntemi olarak var olur. Meşhur’un hayatı da tıpkı bu peruklar gibidir: dışarıdan bakıldığında sıradan ama içten içe kopmuş, yaralı, görünmez.

Romanın dili kadar ahlaki tavrı da dikkat çekicidir. Özlüoğlu, mağdur ile fail arasında keskin sınırlar çizmek yerine insanın karanlık yanına, sessizliğin içindeki suç ortaklığına odaklanır. Bu yönüyle roman, failin sesini de zaman zaman duyurur. Bu tercih riskli ama cesur bir anlatım biçimi olarak ön plana çıkar; çünkü failin insani yönü görünür kılındığında kötülüğün uzak bir yabancıya ait olmadığı, herkesin içinde, yakınında var olduğu fark edilir. Romanın gücü de bu farkındalığı geliştirmesinde gizlidir. Yazar ile okur, anlatıcı ile dinleyici, hikâyenin sahibi ile tanığı arasında böylelikle yeni iletişim kanalları geliştirilir.

Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar atmosfer olarak “karanlık ama tutkulu” bir yerde durur. Karakterler de olaylar da hikâye de bir yanıyla aydınlık, diğer yanıyla karanlık vadeder okura. Böylelikle iki uçta gidip gelen çok yönlü bir anlatı geliştirilir. Bu karanlık, umutsuzluk değil, yüzleşmenin karanlığıdır. Aydınlık da salt bir umut değil, bütün açmazlarıyla insanı hayata bağlayan bir yöndür. Meşhur, içinde kendi kişisel geçmişinin ağırlığını taşırken bir yandan da yeniden var olmanın yollarını arar. Romanın sessiz ama direngen tonu, yazarın adalet ve vicdan duygusuna yaslanır ve ana örgü bu şekilde kurulur. Özlüoğlu, edebiyatı bir hesaplaşma alanı olarak görür; resmi tarihin unuttuklarına yer açar, unutturulmak isteneni kayda geçirir.

Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar, yalnızca 1980’lerin değil, bugünün de romanıdır. Çünkü unutma hâli yalnızca geçmişe ait bir mesele değildir; hâlâ süren, hâlâ bedende yankılanan bir durumdur. Bu roman, sessizliğin nasıl bir direniş biçimine dönüşebileceğini, hafızanın nasıl hem lanet hem lütuf olabileceğini gösterir. Özlüoğlu, travmayı estetize etmeden, onu edebi bir sorumlulukla ele alır. Böylelikle roman, hem bir dönemin tanıklığına hem de insanın kırılganlığına dair evrensel bir hikâyeye dönüşür.

Polat Özlüoğlu, Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar, İthaki Yayınları, 2025.