Hulusi Çakmak
2024’te yayımlanan Babam, Ev ve Yumurta Kabukları baba-kız motifinin işlendiği yerli ürünlerimizden biri. Dünya edebiyatında etkili bir motif olarak kullanılan baba-evlat ikilemi daha çok erkek evlat üzerinden işlendiğinden baba-kız ilişkisine çok yer verilmez. Elektra kompleksinden bağımsız baba-kız ilişkisi Freudyen bağlamda cinsellik ve ensest temalarının haricinde edebiyatımızda pek yer bulmaz. Yerli edebiyatımıza ait olay metinlerinde öfkeli baba sendromu, kuşak çatışması, aşırı korumacı tutum baba-kız ilişkisinin nasıl işlendiğine dair ipucu verir.
Bu roman aile içi bir hesaplaşmaya götürür bizi. Lezbiyen olduğu için anne ve babasıyla bağını koparmak zorunda kalan Bilge’nin hikayesini anlatır. Fatma Nur Kaptanoğlu’nun bu romanında baba “pasif”tir. Hasta yatağında baba, kızıyla hesaplaşamadan ölür gider. Kahramanın ağzından dinleriz öyküyü. Edebiyatımızda genelde “aktif” durumda olan baba, bu öyküde “pasif” kalır. Bunca yıl ötekileştirilmiş, mikrofon uzatılmamış homoseksüel bireyler adına konuşan Bilge karakteri, üstelik eşcinsel bir kadın, kendi ağzından öyküsünü anlatır.

Bilge yıllardır görüşmediği-konuşmadığı babasını ziyarete gelir. Babası bitkisel hayattadır. Kendi evinde ölü gibi yatar. Ablası ülke dışındadır. Annesi de öleli 3 yıl olmuştur. Yani Bilge babasıyla baş başadır.
Bilge’nin babası zalim ve gaddar bir baba niteliği taşımaz. Ancak kendi içinde sorunlu, sevgisiz bir baba portresi çizdiği de su götürmez bir gerçektir. Evin annesi o kadar silik ve pasiftir ki kadının ölümü bile yankı uyandırmaz.
Bilge’nin yönelimine annesi de tepki gösterse de Bilge, annesinin ölümünde yanında değildir. Onunla hesaplaşmaz bile. Asıl sorunlu figür babadır. Yazar bile kahramanın babasıyla olan sorununu çözmesini ister. Ancak bu da tam bir hesaplaşma değildir. Adamın komada olması ve kitap boyunca kızıyla tek kelime bile etmemesi “hesaplaşma”yı pasifize eder.
Kitabın asıl teması “hesaplaşmak/eve dönmek” ve “büyümek/var olmak”tır. Oldukça saf ve yalın bir şekilde anlatılan öykü, böyle bir dünyada ‘’var olma’’ya çalışan bir kadının büyüme hikayesidir de. Kendi kabuğunu kırmaya çalışan Bilge’nin özgürlük uğruna ödediği bedelleri anlatır. O yüzden çok daha kıymetlidir.
Ancak içinde yaşadığımız ekosistem ataerkil dekonstrüksiyona göre inşa edilmiştir. Baba triangle diyebileceğimiz (baba üçgeni) [1] yarattığı erkek odaklı -eril hegemonik- kültürel atmosfer sayesinde kendince bir insan modeli çizer. Bu sistem hep ast-üst ilişkisiyle var olur. Efendi-köle, patron-işçi, zengin-fakir, yönetici-halk, vb. tezatlıklara yaslanan ataerkil ideoloji erkeğin karşısına da erkek olmayan herkesi koyar. Kadınlar, çocuklar ve homoseksüel bireyler (Penisi olan çocuklar bile ataerkil düzenekte aşağıda yer alırlar. Bir erkeğin erkek kabul edilmesi için çeşitli ritüellerden geçmesi gerekir. Konunun çok dağılmaması için buraya bir virgül koyarak devam edelim.) Bilhassa erkek eşcinseller, ataerkil mengenede sıkışıp kalırlar. Onlar gerçek bir erkek olarak kabul görmezler. Bilge lezbiyen olduğundan erkeklik katından kovulmamıştır. O, erkek bile değildir zaten. Ancak bir erkeğin “kadın”ı olursa kıymetlidir. Babası da (bir erkek olarak) bunu arzular. O da vakti zamanında bir kadınla evlenmiş böylece toplumsal açıdan üzerine düşen vazifeyi layıkıyla yerine getirmiştir.
Ailenin yaşadığı homofobi açmazı, salt Bilge’nin yönelimiyle ilgili değildir. Aynı zamanda “öteki” olarak kabul edilen bir varlığın -kadının- yatak odasını paylaşması da oldukça dikkat çekicidir, tehdit unsurudur.
Bu durum bile başlı başına ataerkil ekosistem için risk taşır. Baştan çıkarıcı olarak kabul edilen kadının, hemcinslerine de kötü örnek olması kabul edilemez (Romana göre, ablasını olumsuz etkileyebilir. Ancak ablası Bilge’yi kıskandığı için ‘baştan çıkmaz’! Apollonik kültürün temsilcisi Athena’nın rolünü üstlenir. Kabul eder, boyun eğer, sessiz kalır.)
Bilge, ailesi için bir nevi witch/cadı figürü taşır. Arketip cadı, zincirlerinden kurtulmuş kadın korkusunun vücut bulmuş hâli olarak kabul edilebilir. Sapkın ve müstehcendir. Ataerkil otoriteye her şeyiyle karşıdır. [2]Bilge de kendi hayatı ve özgürlüğü için -kısacası kendisini daha rahat ifade edebilmek adına- yönelimini açıklamış, çözülemeyecek bir aile krizinin de fitilini ateşlemiştir.
Öfkeli, kendisini hiç suçlu görmeyen, tüm kabahati başkasında arayan bu baba tüm veballerin kaynağı olarak eşini görür. “(…) annem bize hiçbir şey öğretemeyendi, bu çocuklar böyleyse onun umursamazlığı yüzündendi, başka bir anneyle büyüsek en iyi çocuklar bizdik, her şeyin sorumlusu annemdi.”[3]
Romandan alınan bu kesit, baba tasviri için bize güzel ipuçları verir. Kahramanımızın babası roman-öykü tarihimizdeki birçok baba figürüyle benzeşir. Elif Şafak’ın Baba ve Piç‘indeki Levent Kazancı da sorunlu baba kategorisine girer. “Hayattayken çocuklarına uyguladığı baskı, çocuklarıyla arasında onarılamaz yaralar açılmasına sebep olur. En küçük kızı Zeliha, ölen babasının mezarına dua etmek için değil, hayattayken alamadığı soruların cevabını sormak için gitmek ister.“[4]
Şarkını Söylediğin Zaman romanında İnci Aral’ın kahramanı Deniz, babasından sevgi görmemiş bir karakter olarak okurun karşısına çıkar. Bu durum Deniz’in asi ve uçarı bir kişilik geliştirmesine sebep olur (sy. 176).
İnci Aral’ın Yeni Yalan Zamanlar serisindeki kahramanı Gülperi ve babası arasındaki Laios sendromu ilginç bir baba-kız örneğidir. Astsubay olan babası, karısı ölünce kızı Gülperi’yi üvey ana eline bırakmak istemez ve bu yüzden evlenmez. Kıskanç ve sinirli biri olan baba, kızına ilerleyen zamanlarda cinsel tacizde bulunur (sy. 136). Zamanla Gülperi bu ensest ilişkiyi benimser ve babasına garip bir bağlılık duyar.
Ayfer Tunç’un Kaybetme Korkusu‘nda ana karakter Süsen’ın elektra kompleksine şahit oluruz. Babasına olan bu bağlılık, yeni bir erkeğin hayatına girmesiyle yön değiştirir. Tunç’un başka bir eseri Taş-Kağıt-Makas‘ta babasını erken yaşta kaybeden kadın kahraman, evlenince küçük bir kız çocuğu gibi davranır. Bu davranışı, kuşkusuz babasına karşı hissettiği özlemden kaynaklanır. Babasını çok küçükken kaybetmesi, fallik evreyi tamamlamadığı görülür.[5]
Görüldüğü gibi edebiyatımızda baba-kız ilişkisi farklı temalar/psikolojik tahliller/conflictler aracılığıyla işlenmiştir. Hepsindeki ortak payda toksik maskülenitenin/ataerkil hegemonyanın kadın bireyleri çocukluğundan yetişkinliğine zehirlemesi/kısıtlaması/onların tüm haklarına tecavüz etmesidir.
Babam, Ev ve Yumurta Kabukları‘nın Bilge’si kendi olmaya cesaret ettiği için dışlanmanın/ötekileştirmenin hesabını sormak istese de karşısında bir muhatap bulamaz. Babasıyla tek kelime edemeden romanın sonlanması, babanın finaldeki ölümü, metne ucu açık bir son vermenin haricinde, “baba”ya dayanan sosyolojik kökenli problemlerin kültürel normlarla pişerek kahramanın halet-i ruhiyesini betimlemek açısından gereklidir.
[1] Bu duruma romanda da işaret edilir. Sayfa 40’ta geçen şu ifade baba-tanrı denkliğini okura sunar: “Ben Allah’tan umudumu kestim. Babamdan da.” Ataerki, babayı hanenin reisi olarak kabul eder. Babanın dinî terminolojideki karşılığını görmek açısından güzel bir örnek.
[2] Sollee, J. Kristen, Cadılar Sürtükler Feministler, Livera, İzmir, 2025, sy. 25
[3] a.g.e. sy. 42
[4] Ö., Öznur, “İnci Aral ve Elif Şafak’ın Romanlarında Baba Figürü”, Yüksek Lisans Tezi, sy. 319
[5] İpek, R., “Ayfer Tunç’un Öykülerinde Baba Figürünün Etkileri”, Yüksek Lisans tezi, 2023, sy. 182




İlk yorum yapan olun