Yılmaz Şener: “Deng aslında yaşanmamış o güne dair bir ihtimaldir.”

yılmaz sener- deng

Aynur Kulak

Aynur Kulak, Yılmaz Şener ile Ağustos ayında İletişim Yayınları’ndan çıkan yeni romanı Deng üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.

Çağdaş Edebiyatı’mızın özellikle roman kategorisinde önemli kalemlerinden Yılmaz Şener dördüncü romanı Deng’e giden yolculuğunu şu cümleyle anlatıyor: “İnsan, toplumsal bir varlıktır, her ne kadar kendimizi birey olarak soyutlamaya çalışsak da bu kovanın içindeyiz. Hepimizin üstünde, başkalarına dair hikayelerin parçaları var.” Yılmaz Şener ile Aynur Kulak’ın gerçekleştirdiği kapsamlı söyleşi için buyurun lütfen.

Biyografinizden yola çıkarak sohbetimizi başlatmak istiyorum. Biyografi çalışmalarınız olduğu dikkatimi çekti. Hypatia, Freud, Montaigne, Pessoa. Her biri de alanında çok iyi dünya yazarları. Edebiyata dair salt bir merak mıydı yazar, bilim insanı, düşünür profilleri ve sizin edebiyatla olan bağınızı nasıl besledi?

2020’de hazırladığım bu kısa biyografi kitapları, Destek Yayınları’nın teklifiyle gerçekleşti. Aslında yazar yönümü değil, okuduğum alan olan sosyolojiyle ilişkimi öne çıkaran bir çalışmaydı. Ayrıca isimler de ilgi duyduğum ve sıkça okuduğum kişilerdi. Tabii sonra devam etmedim, sınırlı bir çalışmaydı.

Deng dördüncü romanınız. Dördüncü romana gelene kadarki süreç nasıl bir yolculuktu? Hem kişisel yolculuğunuz adına soruyorum hem de çağdaş bir yazar olarak atlattığınız badireler ve mutluluklar adına.

İnsan yaptığı, yazdığı ya da ürettiği ve tamamladığı şeylerin sonrasında bir değişime uğrarmış. Aslında dönüşüm de denebilir. O yolculukta okuduklarının, düşündüklerinin ve yaşadıklarının etkisiyle bir değişim kaçınılmaz oluyor. Bu inşa sürecinde sürekli temas halinde olduğumuz duygu ve düşünceler ruh halimizin birer parçası olurlar. İlk romandan bu yana bunu sıkça yaşadım. Ama bir süre sonra anlıyorsunuz ki, bu değişim sizi bir sonraki yaratım sürecine hazırlıyor. Kör Adım romanımdan sonra bu daha keskin oldu. Çünkü o güne değin merkezinde bireyin olduğu ve metnin tüm ağırlığın birey üstüne kurulduğu romanlar yazıyordum. Sonrasında yazarlığımda ikinci dönem olarak adlandırdığım ve merkezinde bireyin değil, toplumun yer aldığı romanlar yazmaya başladım. Elia bu romanların ilkidir. Deng de ikinci. Şu an üzerinde çalıştığım roman da aynı mantığı içeriyor. Bu üç roman aynı zamanda bir üçleme olacak. İçerik olarak birbirlerinden tamamen bağımsız olan bu romanların ortak yönü, barındırdıkları tema. Kayıp Kentler Üçlemesi dediğim romanlardan Elia bir adanın ismi ve gelecekte geçiyor. Deng ise bir beldenin adı ve günümüzde geçiyor. Şu an yazdığım roman ise bir ülkeyi anlatacak ve 13. Yüzyılda geçiyor. Kitabın adı da o ülkenin ismi. Geçmiş, şimdi ve geleceği anlatan bir üçleme.

Deng için sizi masanızın başına oturtan odak meseleniz veya meseleleriniz nelerdi? Bir duygu olabilir bu, bir olay veya yaşadığınız bir an ya da belki de uzun süredir içinizde taşıdığınız bir düşünceyi odağa almak istemişsinizdir artık.

Deng’in fikren ortaya çıkması 2007 yılına dayanır. İlk notlarını da 2007 ağustosunda almıştım. Ne yazacağımı biliyordum ama nasıl yazacağımı bilmiyordum. 2021 yılında yazmaya başladım ama ondan evvel yazma konusunda iki teşebbüsüm olmuştu. Ama başlamak için kendimi yeterli hissetmediğim için vazgeçmiştim. Sanırım yazıldığı tarih en doğru tarihti. Deng bir bölgenin romanıdır, alegorik yönü baskındır; bir insanı, bir toplumu, bir dünyayı da ifade eder. Belleği, tarihi, unutulmuşluğu da temsil eder. Sadece 24 saatte geçmesi ve döngüsel bir kurgusunun olması da zamansızlığını temsil eder. Romanın baş karakterleri Deng ve o tek günün kendisidir. Tabii romanda anlatılmayan ama girişinde sözü geçen bir de tarihi vardır Deng’in. Bu ancak söyleşilerde, röportajlarda ortaya çıkan bir şey. Burada da yeri gelmişken anlatmak isterim: Deng aslında yaşanmamış bir günü anlatır. Tarihin bir döneminde, Deng’de bir günü kimse hatırlamaz. Ya herkes uykuda kalmıştır ya da o gün bir şey yaşanmıştır. Ama hakim görüş, o bir günün yaşanmadığıdır. Roman, yaşanmadığı söylenen o bir günü anlatır. Eğer o gün yaşansaydı neler olacaktı? Deng, o toplumun kör kalan o bir gününü yeniden inşa etmektir. Deng aslında yaşanmamış o güne dair bir ihtimaldir.

Yılmaz Şener

Dördüncü kitabınız olduğu için hemen akabinde şunu sormak istiyorum. Dengin farkının ne olmasını istediniz? Dört kitaptır üstünde durduğunuz letmotifleriniz, tematik unsurlar belki de aynı. Fakat Deng ile duvarda asılı duran tüfeğin patlamasını istediniz belki de ya da herkesin ortaya çıkmasını istediniz. Var mı Dengin bir farkı/farkları?

Deng’in gerek kurgusu, gerek yapısı ve gerekse anlatımı ile farklı bir yerde durduğunu okur okumaz anlıyorsunuz. Kendine özgü durumları var; romanın başı ya da sonu yok, dilediğiniz yerden başlayıp dilediğiniz yerde bitirebiliyorsunuz. 24 saatin her vaktini içeriyor. Her bölümde öne çıkan bir karakter olsa da geride duran karakterleri sonraki bölümde ana karakter olarak görebiliyorsunuz. Puzzle parçaları gibi tüm bölümler birbirine bağlı. O tek günde yüzlerce yıl geçmişe ya da anlatılan o günden sonrasına (ama yazıldığı tarihi geçmeyecek şekilde) gidebiliyorsunuz. Ya da bir bölümü okuduğunuzda bölümün o şekilde biteceğini sanırken, bölümün sonunda aslında anlatılanların hiç gerçekleşmediğini, olayı tetikleyen şey yaşanmadığı için bu anlatılanların da başka bir evrenin konusu olduğunu söyleyen bir cümleyle karşılaşıyorsunuz. Çok dikkatli bir okuma gerektiriyor Deng. Çünkü bölümlerde yer alan ve alakasız gibi duran bir şey, bir başka bölümde mutlaka patlıyor.

Deng iç içe geçmiş hikayelerden oluşuyor. Deng bir yer ve bu yeri mekanlarıyla berber içinde yaşayan insanların hikâyeleriyle canlandırarak anlatmak istemişsiniz sanki. Yani ayrıca Dengi bir karakter gibi canlandırıp anlatmak yerine ana malzemesi insanın iç içe hikâyelerinden Dengin payına düşen bir Orası” hikâyesi ortaya çıkmış, ne dersiniz?

İnsanlığın, özünde tek bir hikâyenin parçası olduğunu düşünmeyi seviyorum. Deng için kullandığım cümle de buna yakın; İnsanlığın tarihi aynı zamanda hikâyeler tarihidir. İnsan, toplumsal bir varlıktır, her ne kadar kendimizi birey olarak soyutlamaya çalışsak da bu kovanın içindeyiz. Hepimizin üstünde, başkalarına dair hikâyelerin parçaları var. O yüzden insanlık deriz, bu öylesine bir kelime değildir. Deng için de bu geçerli; orada yaşayan herkesin bir hikâyesi var ve bu hikâyenin yaşayanı kendileri olsa da yazarı çoğunlukla başkalarıdır. Bu herkes için geçerli.

“Oralı olmak.” Deng özelinde sizinle konuşmak istiyorum bu mevzuyu. Oralı olmaktan tutalım da, oralı olmak zorunda kalmak, oralı olmak için çabalamak, asla oralı olmak istememek, hatta oradan kaçmak! Kimliklerimiz ve aidiyet duygumuz için var olan bir Orası” Deng sanki. Hikâyenin en güçlü tarafı bu gibi geldi bana. Özellikle bizim gibi belirsizliğin çok olduğu, kimliğin tam tezahürünü bulamadığı, ait hissetmek adına çok boşluklu bir toplumda yaşanıyorsa.

Çocukluğumuzun geçtiği yer, hikâyemizin temelini oluşturur. Bilinçaltımızı oluşturan öğeler de bu dönemde oluşuyor. Çocukluğumuzun geçtiği, bizi oralı yapan yer, tüm hayatımızın kıblesi hâline geliyor. Tıpkı insanlık gibi, nasıl ki yazdığımız romanlar, şiirler, hikâyeler özünde mitlerden besleniyorsa; insan olarak davranış ve düşüncelerimiz de çocukluğumuzdan beslenir. Ve çocukluğumuz bizim için âdeta bir mit gibidir. Yaşamın içine doğru görerek, duyarak, deneyimleyerek filizlenirken, aynı zamanda olduğumuz yerde derinlere de kök salarız. Bizi oralı yapan bu köklerdir. Hem yukarıya hem de aşağıya doğru çocukluğumuz boyunca bulunduğumu yerde kök salarız. Aidiyet, kimlik ve oralı olma bilinci bu dönemlerde gelişir. Sonrası zaten bunların dönüşümü, şekil değiştirmesi ya da hezeyanlarıdır. Deng’de bu unsurlar çok güçlüdür; dünyanın öbür ucuna da gidilse de içlerinde Deng’i taşırlar.

Deng çok karakterli. Bu kendiliğinden mi oluştu, romanın yolculuğu esnasında mı yoksa siz Deng için yola çıkarken çok karakterli bir yapı üzerine mi inşa etmek istediniz hikâyeyi? Tabii bir de bu karakterler arasında en çok dikkat çekmek istediğiniz hangisiydi. Eşber var mesela. Hikâyenin birinci öznesi olarak ilk Eşberle tanışıyoruz.

Deng henüz fikir aşamasındayken aklımda olan, hikâyeyi 500 yıllık çizgisel bir tarih üzerine kurmaktı. Ama zamanla bu düşüncemin Deng için yetersiz olduğunu fark ettim. Çünkü Deng’in çizgisel değil, döngüsel bir kurguya ihtiyacı vardı. İnsanlar arasındaki ilişkiyi daha diri tutmak, çok karakterli yapısını daha iyi anlatmak için bu gerekliydi. O tek günde zamanın içinde dilediğim gibi hareket edebilmeliydim. Tek bir gün diyorum ama aslında bahsettiğim şey zamansızlık. Tabii çok karakter var ama bir o kadar da dışarıda kalmıştır. Deng’in kurgusu netleşip yapısı ortaya çıktığında, kitabın şu anki halinin iki katı olma durumu vardı. Çünkü sonsuza kadar da yazabilirdiniz. Ama bir yerde bitirmem gerekiyordu. İçinde çok sevdiğim karakterler var. Hepsinin benim için yeri ayrı. Eşber’le giriş yapıyoruz; her ölümün bir başlangıcı temsil etmesidir Eşber.

Tek bir günde geçiyor hikâye. Çok karakterli bir hikâye yapısında zamanı neden tek gün üzerinden işlemek istediniz? Hikâye yapısı parçalıdan ziyade daha bütünsel mi olsun istediniz?

Deng için en doğru kurgusal yapının bu olduğunu düşündüm. Toplumun tüm öğelerini, bileşenlerini ve satır aralarındaki gölgeleri, kımıltıyı, canlılığı bu yapıyla verebilirdim. Bir diğer neden ise Deng’i bir resim gibi görmemdi. Deng’i hep böyle tasavvur ediyordum. Kelimelerle bir resim çizmem gerekiyordu ve o resim de tek bir günü anlatmalıydı. Resim dememin nedeni ise şu; her gün bir kentin fotoğrafını çektiğinizi düşünün; bir gün makineniz bozuluyor, o zaman ne yapardınız? Elinize kalemi ya da fırçayı alıp o günü resmederdiniz. Deng, o tek bir günün kelimelerle resmedilmiş hâlidir. Bu Deng’in nesnel hâli, bir de öznel hâli var; o da belleğini temsil eder.

Hikâye başlangıçlarında tek kelimeden veya heceden veya isimden oluşan başlıkları görüyoruz. Bu seçiminizi de konuşabilir miyiz ve hikâyeye etkilerini. Dikkat çekici bir unsur çünkü.

Başlıkların hepsi Kürtçe, ya da Dengce diyebiliriz. Tüm başlıklar, o bölümle ilişkili. Deng’in diline, aidiyetlerine dair bir şeyler olmalıydı. Başlıklar da bu aidiyeti içeriyor.

Roman yazmaya devam edecek misiniz? Yeni kitabınızda denemek istediğiniz başka bir tür düşüncesi var mı?

Evet, devam edeceğim. Hatta bir süre sonra tüm uğraşım yazmak olacak. İkinci soruda da yanıtladığım gibi, üçlemenin son kitabı üzerine çalışmaya başladım.

Bir biyografi yazarı olmanızdan da dolayı başucu kitaplarınızı merak ettim. Hangi kitapları tercih ediyorsunuz bu anlamda?

Kendimi biyografi yazarı olarak konumlandırmıyorum. Romancı ya da hikaye anlatıcısı demeyi tercih ediyorum. Biyografi kitaplarım, okuduğum alanı temsil ediyor. Tabii birçok kitap var; felsefe, psikoloji, bilim, edebiyat ve daha niceleri. Neyi buraya yazsam, yazmadığıma pişman olduğum bir o kadar kitap olacak. Tabii kurmaca dışında sıklıkla başvurduğum kitaplar ve yazarlar var: Ray Billington, Theodore Zeldin, Peter Watson, Rollo May, Jacques Ranciere, Adam Philips, Byung-Chul Han bunlardan bazıları. 

Yayın dünyasında çalışıyorsunuz ve bir de çağdaş yazar olarak hangi çağdaş yazarların kitaplarını okuyorsunuz desem ilk aklınıza gelenlerden birkaç isim verebilir misiniz? 

Dünya ve Türk edebiyatında yeni çıkan kitapların çoğunu takip ediyorum. Bir önceki yanıtımda olduğu gibi, buraya neyi yazsam bir o kadar da eksik kalır. Ama sıklıkla okuduğum yazarlar var tabii: Gabriel Garcia Marquez, Jose Saramago, Albert Camus, John Fowles, Salman Rushdie, Orhan Pamuk, Julian Barnes, Nabokov, Jonathan Franzen, David Mitchell, Viktor Pelevin, Mario Vargas Llosa, Zadie Smith, Olga Tokarczuk, Mircea Cartatescu sıklıkla okuduğum yazarlar. Tabii klasikleri dahil etmiyorum.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*