Melike Sönmezer
Oyuna dair ilk merak tohumları, oyunun taşıdığı başlığa yöneliyor. Tevafuk, çok sık karşılaşmadığımız ama sanki bildiğimiz bir kelime gibi. TDK bu kelimeyi şöyle açıklıyor: “Birbirine uyma, uygun gelme.” Tam da anlamına uygun biçimde sanki kelimeye ait bir oyun yazılmış gibi.
Tek perdeden oluşan Tevafuk, Ankara’da lüks bir otel odasında geçiyor. Sınıfsal çatışmayı, toplumsal kodları ve deyim yerindeyse tüm alışkanlıklarımızı dışarıda bırakıyor. Ankara’nın lüks bir semtinde, muhafazakâr ve zengin bir ailede büyümüş Halit ile Ankara’nın gettosunda büyümüş, jigololuk yaparak geçinen Yusuf’un hikâyelerinin nasıl kesiştiğini izliyoruz.
Bu iki farklı dünyayı internet üzerinden tanışmaları bir araya getiriyor. Günümüz dünyasında yeni cinsellik ve flört platformları tam da çağımıza yakışırken, Yeşilçam hikâyelerinden çok tanıdık olan “zengin kız – fakir oğlan” aşk hikâyesi burada bambaşka bir surette karşımıza çıkıyor.
Üstelik bu aşk heteroseksüel bir aşk değil. Gay iki bireyin bambaşka dünyalardan, sıfatlarından sıyrılıp aşkın en çıplak hâliyle “bir” olmalarını izliyoruz.
Sistemin tüm kalıplarını yerle bir eden bu oyunu konuşmak üzere ekiple bir araya geldik.
Hikâye nasıl başladı?
Şamil Yılmaz: Tevafuk yaklaşık 12 yıl önce yazılmış bir oyun. Bir üçlemenin ilk kısmıydı. Tevafuk iki erkek arasında, Seher ile Ali bir kadın ve erkek arasında geçiyor. Henüz yazılmamış son oyun ise -eğer yazabilirsem-, iki kadın arasında geçecek. Tevafuk, ilk yazıldığında Ankara’da çalışılmıştı zaten. Üç sene önce Almancaya çevrildi. Orada iki farklı şehirde ve ekip tarafından oynandı, hala Berlin’de oynanmaya devam ediyor. İstanbul seyircisi oyunu bilmiyordu. Biz de biraz özlemiştik galiba…
Ekip nasıl bir araya geldi?
Şamil: Cevriye zaten bir yönetmen. Ama şimdiye kadar hep televizyon için iş yapmıştı. Ben onun hikâyede duygu takibini önemseyen ve oyuncuyu merkeze alan bakışını bizim tiyatro yapma biçimimize çok yakın bulmuşumdur hep. Benim için dışarıdan biri olacaksa o kesinlikle Cevriye olmalıydı.
Cevriye Demir: Şamil bana “Hadi gel oyunu yapalım,” dediğinde ürktüm açıkçası. Çünkü daha önce hiç tiyatro deneyimim olmamıştı. Ayrıca kendimi bir tiyatro izleyicisi/takipçisi olarak bile tanımlayamam. Kendi açımdan “yolda göreceğiz bakalım”a bağlayıp başladım.
Prova sürecinizden biraz bahseder misiniz?
Cevriye: TV reflekslerimden kurtulmam zaman aldı. Hatta ilk haftalar panikleyip bırakmayı bile teklif ettim. İşte şu kadar gündür aynı sahneyi tekrarlayıp duruyoruz hiçbir ilerleme olmuyor. Herhalde yanlış/eksik bir şeyler yapıyorum diye düşünüyorum. Şamil de, ‘kaç tekrar çektim hala olmuyor’ refleksiyle yaklaştığımı -ki çok da haklıydı-, bunun zaten sürecinin böyle olduğunu, bir noktada o değişimi zaten göreceğimi filan anlatıp beni sakinleştirdi.
Berkay Baygın: Oyuncu olarak her bir prova süreci gibi, bu süreç de kendi içinde çok özel, yoğun, zor ama bir o kadar da geliştirici bir deneyimdi. Kendi hayatımda yaşadığım zorlu dönemlerle de birleşince, beni pek çok şeyin arasında kaldığım, hayatımın farklı biçimleriyle yüzleştiren bir yanı oldu. Mekân Sahne’nin kendine özgü bir tarzı var. Bu tarz, oyuncunun tüm duygusunu, algı biçimini ve karakterle kurduğu bağı derinden etkiliyor. Duyguların yalın gerçekliği, oyuncunun karaktere sahip çıkışı ve karakterlerin dışarıda bir yerlerde karşımıza çıkabilecek kadar tanıdık ama bir o kadar da kendine özgü hikâyelere sahip olmaları süreci benim için oldukça zorlayıcı kıldı. Oyun biçim olarak zaman zaman melodramatik bir dile göz kırpıyor; bu yapı içinde sahnenin ve bugünün gerçeği arasında denge kurmak, benim için hem zorlayıcı hem de öğretici bir süreçti. Karakterin enerjisini, jestlerini, ritmini ve varoluş amacını bulmak kimi zaman oldukça güçleşti. Ancak bu noktada Cevriye Demir ve Şamil Yılmaz hocalarım gerçekten çok özenli, sabırlı ve yol gösterici oldular.
Erdinç Kılıç: Ben ekibe sonradan dahil oldum. Prömiyere az bir zaman kalmıştı; o yüzden provalara hızlı bir şekilde adapte olmaya çalıştım. Ekip belli bir aşama kat ettiği için içim rahattı ama aynı zamanda “ya beklentiyi karşılayamazsam” endişelerim de vardı. O yüzden benim için prova süreci çok yoğun ve stresliydi. Her şeyi bırakıp sadece oyuna konsantre olduğum bir aydı.
Yağmur Dursun: Fazlasıyla öğretici, heyecanlı ve keyifli bir süreçti. Yusuf ve Halit’in karakterlerindeki derinliği gözlemlemek büyüleyiciydi. Her bir cümlenin, hatta her bir anın bile ne kadar önemli olduğunu her provada heyecanla dinledim. Konservatuvar tiyatro bölümüne hazırlanan bir oyuncu adayı olarak bu oyun süreci beni çok geliştirdi. Çünkü aynı zamanda derslerim de devam ediyordu ve çalıştığım oyunlardaki karakterlerin katmanlarını, renklerini ve dünyalarını keşfetmek çok daha kolaylaştı. En güzeli, tatlı ve başarılı bir ekiple bir araya gelmekti; merak ettiğim her şeyi içtenlikle ve detaylı bir şekilde anlattılar.

Homofobik dalgaların bu kadar yükseldiği bir dünyada böyle bir oyunu sahnelemek sizi zorladı mı?
Cevriye: Dünyanın ya da çevremizin homofobik algısı bana kadar ulaşmadı. Ama ara ara rejide kendi yaklaşımımdan şüphelendiğim anlar oldu. Acaba yabancı mı kalıyorum, cinsiyete dair farkında olmadığım yargılarım ya da ketlerim var mı diye.
Berkay: Tüm ekonomik koşullara rağmen “alternatif” tiyatro yapma isteğim, bu alanın daha özgür ve cesur olmasından geliyor. Seçimlerimizi ya da ne anlatmak istediğimizi biz seçiyoruz. Bu günlerde olan her şey gibi bu metni oynamak da riskler barındırıyor muhakkak; ancak bunları düşünmeye başladığın ve kabul ettiğin anda, çok sterilize edilmiş bir tiyatroda, gerçek dışı bir oyunculuk yapmaya başlıyorsun. Bu da benim ilgimi çekmiyor açıkçası.
Böyle bir temayı sahneye taşımaya karar verdiğinizde çevrenizden nasıl tepkiler aldınız? Destekleyen ve karşı çıkan tepkiler arasında en çok sizi etkileyen ne oldu?
Şamil: Yakın çevremdeki insanlara sevgim de güvenim de yüksektir. Ama anlatacağım hikayelerin temalarını onların yargısına bırakacak kadar da değil… Arkadaşlarımın sevdiği ya da sevmediği oyunlarım oldu. Tevafuk da onlardan biri. Herhalde en son ihtiyaç duyduğum şey, bende içsel bir sansür mekanizmasını harekete geçirecek bir arkadaş çevresi. Destekleyici değilseler bile kayıtsız kalabilecek kadar yaptığım işe saygı duyan bir yakın çevrem var.
Cevriye: Böyle bir temayı içeren bir oyunu yönetiyor olmaktan çekinmiyor musun diye soran da oldu, iyi ki de yapıyorsunuz diyen de. İçinde olduğum hikayelerin içeriğinden çok duygusunu önemsedim hep. O duygu izleği beni içine alıyorsa tamamdır.
Oyun sadece bir aşk hikâyesi anlatmıyor, aynı zamanda sistemin dışladığı kimlikleri de görünür kılıyor. Bu noktada “politik tiyatro” ile ilişkinizi nasıl tanımlarsınız?
Şamil: Ekibin klasik bir siyaset yapma biçimi yok. Alternatif mekanlar ve bağımsız projelerle birlikte sanatla siyaset yapmanın biçimleri çok çeşitlendi artık. Tevafuk, hep dışlanma süreçleri, hak arayışı, ötekilik vb. gibi kavramsal araçlarla yaklaşılan bir dünyaya, sanki bunlar hiç yokmuş gibi yaklaşan bir oyun. Kimse kimlik krizleriyle boğulmuyor, bir iki dakikalık bir an haricinde gündeme bile getirilmiyor. Ben yazmaya bütün bunların üstünden atladığımızda ortaya çıkabilecek dünyayı merak ettiğim için başladım. Beklenti hep tersi yönde oluyor çünkü. Oyunun -sınıf çatışması dışında- bir siyaseti varsa bu tercihte saklı bence: Doğrudan kimlik siyaseti yapmadığımızda da siyasete yakalandığımız başka kapanlar ve kendi sorunlarıyla yaşanan hayatlar var çünkü. Bunun hikayesi çok az anlatılıyor. Ben bunu hatırlamanın ‘da’ hala önemli olduğunu düşünüyorum.
Erdinç: Tiyatronun doğası gereği politik olduğunu; döneminin ülke ve dünya politikalarından bağımsız değerlendirilemeyeceğini düşünüyorum. O yüzden Politik Tiyatro’yu ayrı bir kategori olarak görmüyorum. Yazarından, oyuncusuna tüm ekip içinde olduğu politik atmosferle yoğruluyor ve bu da hayatımıza ve işimize yansıyor haliyle. Az önce, yükselen homofobi dalgasıyla beraber oyunu sahnelerken zorlandınız mı diye sormanız bile politik aslında bu bağlamda.

Biz aslında sınıfsal uçurumun derinliğini de izliyoruz. Zengin ve muhafazakâr bir gay genç olan Halit ile fakir ve jigololuk yaparak geçimini sağlayan Yusuf’un sınıfsal çatışmasının yanı sıra onları ortak bir kümeye alan bir durum var: Gay olmaları. Halit, aile ve sosyal çevresinden cinsel yönelimini saklamak zorunda kalmasaydı Yusuf’a âşık olur muydu?
Şamil: Ben olmayacağını düşünüyorum. Başlıktaki “tevafuk” ironik bir vurguyla da orada. Her şey olması gerektiği gibi olduğunda, bu iki genç adamın birbirleriyle karşılaşmaları neredeyse imkânsız.
Cevriye: Yusuf’a âşık olur muydu bilemiyorum ama ilk ilişki deneyimini onunla yaşamayacağı benim açımdan kesin.
Erdinç: Bu zaman zaman kendi aramızda da konuştuğumuz bir konu. Aralarındaki duygunun çok güçlü olduğuna inansam da; bu duygunun, içinde bulundukları koşullarla da sıkı sıkıya bağı olduğunu düşünüyorum. O yüzden koşulları ortadan kaldırdığımızda gerçekler acıdır demek geliyor içimden ama bir yandan da “olmazdı” demek istemedim şimdi. 🙂
Yusuf ve Halit iki farklı dünya. Onları bir araya getiren cinsellik olsa da sarmaşık gibi büyüyen o aşk onları birbirlerine kenetliyor. Sizce aşk, bu kadar ayrı dünyaları gerçekten bir araya getirebilir mi? Daha da önemlisi, bir araya gelse de sürdürebilirler mi?
Şamil: Oyun, aşkın ‘gerçekleşebilir’ bir şey olduğuna inanıyor sanırım. İki insan, tüm toplumsal farklılıklarına rağmen, birbirlerine âşık olabilirler. Bu gerçekleşebilir. Bu aşkın yaşanıp yaşanamayacağı sorusu ise başka bir soru. Oyun, burada gerçekçi bir ton taşıyor. Hem basit hem karmaşık bir cevabı var bu soruya: “Âşık olabilirsiniz ama bu aşktan bir hayat kuramayacaksınız.”
Cevriye: Belki bir noktada aşk her şeyin üstüne çıkabilir, tüm zıt kutupları bir araya getirebilir, tüm olmazları da oldurabilir. Ama sürdürülebilir olacağına ikna değilim sanırım.
Erdinç: Bana göre aşkın gücü buradan geliyor zaten. İmkansızlara kafa tutabiliyor, ama sürdürülebilir değil.
Aynı metin bir kadın ve erkek arasında geçseydi, seyircide aynı etkiyi bırakır mıydı?
Şamil: Daha önce bu hikâyenin bir kadın ve erkek arasında geçen versiyonları defalarca yazıldı. İyi yapıldığı her seferinde de izleyenlerde bir etkisi oldu. Oyun Vesikalı Yârim, Pretty Women gibi örneklere doğrudan göndermede bulunuyor zaten. Doğru soru, bu hikâyenin iyi bir hikâye olup olmadığı sorusu sanırım: “İyi yazılıp yönetilmiş mi, iyi oynanıyor mu?” İyiyse seyircide bir etkisi olacaktır çünkü. Değilse olmayacaktır. Sorunun bu kadar sık karşıma çıkıyor olmasından da rahatsızım açıkçası. Bu soruyu meşru kılacak bir iktidar pozisyonu var çünkü. Kimse şimdiye kadar Seher ile Ali iki erkek arasında geçseydi seyircide aynı etkiyi bırakır mıydı diye sormadı mesela… Aynı soruyu gey seyirci de bütün hetero hikâye külliyatına bu rahatlıkla sorabildiğinde yeniden konuşalım bence.
Ama soru, bir taraftan da, aslında cevaplanamaz bir soru. Ne seyirci o kadar tek tip, ne de etki dediğimiz şey ölçülebilir bir şey. Yine de sizin için hikâyeyi sıfırdan şöyle kurayım: Muhafazakâr çevrede yetişmiş zengin bir oğlan, ele avuca gelmeyen, yıkıcı bir enerjiyle dolu, ateş gibi serseri bir “kenar mahalle” kızına âşık olur. Kız aynı zamanda eskort. Ama bu kimliği gururla da taşıyor. Oğlan belki deneyimsiz ama çok inatçı. Sürekli kızın sınırlarını zorluyor. Bu Tevafuk’un logline’ının tersine çevrilmiş hali. Malzeme ‘iyi işlenirse’ ben yine etkileyici bir oyun çıkacağını düşünüyorum. Hatta bir kadın ve erkek arasında geçtiği için, güç dengelerinin çok daha sert yüzleşmelere açık bir tarafı da olacaktır. Niye etkilemesin yani, nasıl yazıldığına bağlı sonuçta…
Cevriye: Seyircide aynı etkiyi bırakır mı bilemiyorum. Ama oyunu çalışmaya başladığımdan beri, bu tekst her cinsiyete çok uygun bir metin deyip duruyorum.
Oyunu zenginleştiren arabesk müzikler en az oyun kadar dikkat çekici. Müzikleri seçme sürecini biraz konuşalım.
Şamil: Oyunun üç sahne geçişi var. Bu geçişlerde çalıyoruz şarkıları. Her şarkı, biten sahnenin duygusunu alıp bir sonraki sahneye taşıyor. Haliyle hikâyenin devamlılığına ilişkin bir dramaturgisi var şarkıların. Karakterler arasındaki diyaloğu, sahneler arasında yeniden inşa ediyorlar. İçerde de iki şarkı dinliyoruz telefondan. Bu şarkılar da sahne içi diyalog akışına dahil olup anlam ve duygu yaratma sürecini destekliyorlar. Ekibin diğer oyunu Dansöz’ün dans sahnelerinde olduğu gibi, burada da şarkı dinlemiyorsunuz aslında. Hala hikâyenin içindesiniz. Bu organik yapıyı oluşturmak için seçtik şarkıları.
Bence Yusuf ve Halit, birbirleriyle tanışmalarının ardından bir dönüşüm yaşadılar. Üç aylık bir zaman diliminde onları izledik. İkisi de birbirlerini etkiledi. Sizce karakterler birbirlerini etkiledi mi? Etkiledilerse bu nasıl bir değişim yarattı?
Cevriye: Tabii ki etkiledi. Süreç içinde Halit Yusuf’a, Yusuf da Halit’e evrildi. Yusuf belki de bu kadar iyi bir öğretmen olduğu için içten içe pişman bile olmuştur.😊
Berkay: Yusuf bence çok deneyimsel bir karakter ve kendince büyük doğruları var. Hayatta da hep bunları yaşadığı olaylarla test etmiş kendi biçimince. O yüzden Halit, hiç bilmediği bir yerden, çok gerçek biri olarak karşısına çıkıyor. Onu en çok zorlayan da bu gerçeklik.Diğer yandan iki karakterin de çok yalnız insanlar olduğunu düşünüyorum. Yusuf, çok sert bir dünyada doğmuş ve buna göre bir kabuk geliştirmiş kendine. Bu sert dünyada hayatta kalmak için kurmak zorunda olduğu ilişki biçimleri bana göre hiç gerçek değil. Halit’in de yine aynı şekilde, daha muhafazakâr bir taraftan gelişi, onu başka bir kabukta kalmaya itmiş ve içinde olduğu dünya kendi gerçeğini ortaya koymasını engelliyor. Ama oyun içindeki bu denk geliş –ya da adıyla Tevafuk– iki karakterin birbirlerinde hem eksik olanı hem de var olup saklı kalanı görmelerini sağlıyor. Yusuf’un kendini korumak için yarattığı sert kabuk, hayatta sağlam durmak için oluşturduğu maskesini parçalıyor. Oyunun başındaki o yırtıcı adam dönüşerek içinden neredeyse çaresiz bir çocuk çıkıyor.
Sahne düzeni oldukça minimalist. Sahne geçişlerinde Yusuf ve Halit’in üstlerini seyircinin önünde değiştirmelerine de şahitlik ediyoruz. Böyle bir sahne geçişi seçmenizin nedeni nedir?
Şamil: Oyunun çok ağır bir duygusu var. Oyunculuk biçimi de tümüyle duyguya yaslanan bir yoğunluk taşıyor. Tevafuk’un hem bu yoğunluğa, hem de oyunun ve seyircinin o yoğunluğun içinde boğulmasını engelleyecek emniyet setlerine ihtiyacı vardı. Metinde bu yoğunluğu, düşük ama tatlı bir tonda tutarak, oyun içinde oyun tekniğini kullanarak kırmaya çalıştım. Çünkü nihayetinde izlediğimiz şey bir oyun. Sahne geçişlerinde oyuncuları oyuncu olarak görmek de, rejinin metindeki bu “oyun olma halini hatırlatan” müdahalelerinden biri. Ayrıca sahneyi geçişlerde ikişer dakikalık boşluklara bırakmak da çok riskli.
Oyunu Anadolu’nun farklı şehirlerinde sahnelemeyi düşünüyor musunuz?
Cevriye: Şu ana kadar Ankara’ya gittik. Olanak -hem sahne hem de maddi- olursa başka şehirlere de gidebiliriz tabii.
Mehmet Berkay Bey, rolünüze hazırlanırken ne gibi duygusal süreçler yaşadınız? Canlandırdığınız rolle benzer özellikleriniz var mı? Ya da Yusuf’la tanıştıktan sonra sizde kalan bir özelliği oldu mu?
Berkay: Kendimle, oynadığım karakterleri olabildiğince ayrı tutmaya özen gösteriyorum. Bazen de metin, reji ve karakter gereği konuşma biçimlerinin ve tavrının, oyuncunun kendi tavrı olması gerekiyor. Ama o zaman da olabildiğince karakterin içsel enerjisini kendimden ayırmaya çalışıyorum. Ama Yusuf’la da ortak yanlarımız var bence. Ben de Ankara’da büyüdüm. Bu açıdan ister istemez ufak bir “Angaralı” 😊 damarım var içimde. O yüzden bazen sinirlenince ufak tefek çıkıyor. Mesela ben daha önce “Hacı” lafını hiç kullanmazdım; ama bu ara, nadiren de olsa “N’aptın hacı?” falan diyorum arkadaşlara. 😄
Erdinç Bey, siz rolünüze hazırlanırken ne gibi değişimler yaşadınız? Halit’le ortak özellikleriniz var mı? Sizi dönüştürdüğü bir süreç yaşadınız mı?
Erdinç: Role hazırlanırken ilk önce Halit’i dışardan gözlemledim bir süre, onu anlamaya çalıştım. Eylemlerini ve eylemsizliklerini yargıladığım, ben olsaydım böyle yapmazdım dediğim zamanlar oldu. Ama Halit’in ruhuna temas ettikçe beni etkisi altına aldığından mıdır bilmiyorum ben olsam, tam da böyle yapardım derken buldum kendimi. Halit’in böyle tehlikeli bir yanı var; sen farkında olmadan sessizce etkisi altına alıyor seni. 🙂
Oyunu, metinden birer cümleyle özetlemenizi istesem hangi cümleler olurdu?
Şamil: Hem sanki her şeyi değiştirecekmiş kadar güçlü göründüğü, hem de aslında hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini hepimizin içten içe bildiği bir tondan duyduğum şu cümle olurdu: “Bekledin mi?”
Cevriye: Ben tek bir cümle söylerdim. İki karakterin de kendi bağlamında kurduğu aynı cümleyi: “Âşık olacaksın sen bana.”
Berkay: Ben oyunu şu bölümün özetlediğini düşünüyorum: “Hadi onu sevdin, bi şekilde yürüdü. İnsan tek kendi mi? Olur mu düşünmeden?! Cins cins arkadaşları olacak tasarımcı ibnenin. Evindeki masanın bacaana, masandaki tabaan kıçına takacaklar. Sen tek misin sonra? Yok mu hiç eşin dostun? Aldın kendi ortamına soktun bebeyi. Bu seferde o darlanmayacak mı?”
Gözlemlediğim kadarıyla oyun sonrası seyircilerle sohbet etmeyi önemsiyorsunuz. Bu yaklaşım, tiyatronun perde kapandıktan sonra da interaktif bir şekilde sürmesini sağlıyor. Seyircilerden oyuna dair ne tür tepkiler alıyorsunuz?
Berkay: Seyircilerle konuşmayı onlar da heveslilerse değerli buluyorum. Çünkü anlattığımız şeyin insanlara ne biçimde yansıdığını öğrenmeyi ve bu konuda eleştiri almayı önemli buluyorum. Genellikle olumlu ve yapıcı eleştiriler geliyor. Çok eğlenenler oluyor, tetiklenenler olabiliyor, kendilerinden bir şeyler bulanlar, sevmeyenler de olabiliyor tabii. Sahne üzerinde yapılan tercihler seyirciler tarafından nasıl algılanıyor, genellikle bu benim ilgimi çekiyor, tabii süzgeçten de geçirerek.
Erdinç: Genel olarak güzel dönüşler alıyoruz. Seyircilerin bize yakın oturuyor olması onları da atmosfere dahil ediyor ve bir yerden sonra aldığımız nefes bile ortak oluyor. Halit’in yaşadıklarına benzer şeyler yaşamış olan seyircilerimiz oluyor, onlar paylaşıyorlar hissettiklerini. Oyunun onlara iyi geldiğini duymak, mesleğimin değerini hatırlatıyor.
Bana ve Sanat Kritik okurlarına kıymetli zamanınızı ayırıp sorularımı cevapladığınız için çok teşekkür ederim. Alkışlarınız bol olsun.
Ekip: Biz teşekkür ederiz.
*Görseller tiyatrolar.com sitesinden alınmıştır.

