.

“My Fairy Tale” üzerine bir sohbet (I): Kemal Özen ve Vildan Hoşbak

Abdullah Ezik

abdullahezik@gmail.com

Farklı sanat disiplinleri arasında bağlantılar kurmaya özen gösteren Ruzy Gallery, yeni karma sergisi “My Fairy Tale”i (“Benim Peri Masalım”) geçtiğimiz günlerde izleyicilerle buluşturdu.

Sanatçıların “masal” kavramını kişisel, toplumsal ve politik bir metafor olarak ele almalarına olanak tanıyan sergi, 20 Nisan’a kadar görülebilir.

Sanatçıların hikâye anlatımı aracılığıyla izleyicinin gerçeklik algısını sorgulamasını ve farklı bakış açıları geliştirilmesini amaçlayan “My Fairy Tale” sergisinde Abrahamm Creative Studio, Gülin Karabacak, Kemal Özen, Nina Murashkina, Pamir Yıldıran, Sinan Çınar, Simay Bahçıvan, Vildan Hoşbak ve Xavier Escala’nın galeriye özel ürettikleri işler yer alıyor.

Abdullah Ezik, sergi sanatçılarından Kemal Özen, Abrahamm Creative Studio, Vildan Hoşbak, Gülin Karabacak (Kiron Studio), Pamir Yıldıran ve Simay Bahçıvan ile konuştu.

Ruzy Gallery’de izleyicilerle buluşan “My Fairy Tale” (“Benim Peri Masalım”) başlıklı sergi, temelinde başlıkta da vurgulandığı gibi “masal” kavramına odaklanıyor. Kavramın kişisel, toplumsal ve politik bir metafor olarak ele alınmasına alan açıyor. Öncelikle bir başlık/konsept/kavram olarak “masal” ifadesi sizde kendisine nasıl bir karşılık buldu?

Kemal Özen: Masal, kelime olarak her yetişkini çocukluğu ile karşı karşıya getiren bir kavramdır diye düşünüyorum. Masalları, çocukluğumuzda okuduğumuz, hayal dünyamızı geliştiren, bizi eğiten ve zihnimizde farklı pencereler açan bir anlatı dili olarak görüyorum. Sürrealist dili seven ve bu bağlamda işler üreten bir sanatçı olarak masal anlatı dilini görsel olarak sık sık işliyorum. Çünkü masallarda içinde yaşadığımız dünyanın sınırları ve sınırlılığı yoktur. Bu da sürrealist dil ile çok paraleldir. Bu sınırsız ifade alanı birçok hikâye anlatımına da olanak sağlıyor. Birçok kavramı (mitoloji, felsefe, ikonografi, psikoloji, sosyoloji vb.) aynı potada eritmeyi mümkün kılıyor. Bu durum da üretilen içeriğin zenginliğini arttırıyor. Masalların ana özelliklerinden biri de gerçeklikle bağının olmaması diyebiliriz. Bu açıdan bakıldığında masal kavramının güncel bir yönü de olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki; içinde olduğumuz dönemin post modern sonrası dönem olan post-truth çağı olarak tanımlandığını düşünürsek, günümüz simülasyon çağı ve masal dilinin benzer özellikler taşıdığını söyleyebiliriz. Bu çağın içinde yaşayan ve çağın bendeki etkilerini ve izlenimlerini üretimlerimde kullanan bir sanatçı olarak post-truth ve masal kavramlarını kafamda birleştirmek hoşuma gidiyor.

Vildan Hoşbak: “Masal” kelimesi benim için yalnızca anlatılan bir hikâyeden ibaret değil; aynı zamanda zamanın içinde süzülen, bireysel ve kolektif hafızayı şekillendiren bir yankı. Masallar, geçmişten bugüne taşıdığımız kodlarla, inanışlarla ve unuttuğumuz hakikatlerle dolu. Onlar hem bir kaçış hem de bir yüzleşme alanı.

Benim sanat pratiğimde masal, hem kişisel bir hatıra hem de evrensel bir anlatı olarak varlık buluyor. Masalların sıcak, tanıdık ve davetkâr yüzeyinin altında, çoğu zaman daha karanlık, sorgulayıcı ve sembollerle örülü derinlikler olduğunu düşünüyorum. Kendi işimde de masalın içsel bir yolculuk olarak nasıl yeniden kurgulanabileceğini sorguluyorum. Bu konuda uzunca bir süre hep meraklı olacağım ki; 2013 yılında ilk kişisel sergimi Masal ismiyle gerçekleştirdim.

Vildan Hoşbak

Masalların kendi içerisinde kişisel, toplumsal, siyasal birçok açılım barındırdığını söylemek mümkün. Sergi özelinde üzerine çalıştığınız işi tasarlarken nasıl hareket ettiniz? Masallar sizde kendisine bu anlamda nasıl bir yer edindi?

Kemal Özen: İşlerimde içinde yaşadığım dünya ile var olan çatışmalar üzerine edindiğim birikimleri yansıtıyorum. Bu sergiye özel yeni iki tane resim ve bir tane heykel ürettim. İlk defa bu sergide görülecek bu işlerimin ortak noktası insanın kendi kendini iyileştirmesi diyebilirim. Uzun süredir iyi haberler almaya muhtaç olduğumuz günler yaşıyoruz. İyi haber almaktan öte her yeni gün başka bir felaket haberi ile uyanır olduk. Yaşadığımız ülke sınırları içindeki felaketler bitmek bilmezken ülke sınırlarının hemen ötesinde de her yeni gün başka bir olay, savaş, felaket yaşanmakta. Tüm bu distopikleşen günümüz gerçekliğinden sıyrılmanın yollarını herkes gibi ben de arıyorum. Sanat bu distopik dünyaya alternatif gerçeklikler ve öneriler sunmak için en verimli araçlardan biri. Hatırlayın, birinci ve ikinci dünya savaşının ortasında yaşanan karanlık günlerde ortaya çıkan ve DaDa’nın küllerinden doğan Sürrealist Sanat’ın vaatlerinden biri de o dönemin karanlık gerçeklerine karşı yeni alternatifler üretmekti. Günümüze gelecek olursak karanlık günlerin, şiddetin, öfkenin, savaşın, hayvan ve doğa katliamının yine dört bir tarafımızı sardığı günlerdeyiz. Bu sergide izleyiciye sunduğum çalışmalarımla bu gerçekliği görmezlikten gelmelerini önermiyorum, onlara sunduğum Peri Masalı hikayesini içsel dünyamıza yönelerek bulmamızı öneriyorum. İçsel dünya görüntüleri olarak da doğa tasvirlerini izleyici ile paylaşıyorum. Çünkü bence, doğadan uzaklaştıkça daha huzursuz bir ırk olmaya evriliyoruz. Gözümüzü kapatıp kendimizi bir ormanda, bir deniz kıyısında ya da herhangi bir doğal evren içinde hissettiğimizde içimizi dolduran o huzur dolu hissi bu resimlerim karşısında da hissedilsin istedim.

Vildan Hoşbak: Masalların geçmişin izlerini taşıdığı düşüncesi, benim için çok önemli bir çıkış noktası oldu. Bu işi tasarlarken, sadece çocukluğumuzdan kalma masallara değil, çok daha derin bir anlatı geleneğine, Türk mitolojisinde anlatılan hikâyelere yöneldim. Esasen, mitler, aslında halkların kolektif bilincini, bu dünyayı algılama şekillerini ve onunla kurdukları bağı yansıtan en eski masallar diyebiliriz. Bu benim oldukça dikkatimi çekiyor Ben de bu işi tasarlarken, mitolojik anlatılardaki semboller, figürler ve ritüellerle ilişki kurarak, geçmişin bugüne nasıl taşındığını sorgulayarak ve bunun üzerine düşünerek işe başladım.

Dün Bugün Daima

Hikâye anlatıcılığı, bir başlık ve mesele olarak sergide kendisine karşılık bulan özel konulardan bir diğeri. Her iş, sergi, başlık kendi içerisinde bir anlatı barındırıyor ve bu durum mekândaki hemen bütün işlerde kendisini gösteriyor. Ana hatlarıyla tüm bu anlatılar sizin işinizi nasıl şekillendirdi? Siz bir anlatı geliştirirken hangi temeller üzerinden hareket ettiniz?

Kemal Özen: Sergimizin küratörü Polina, bu serginin hikayesi ile bana geldiğinde hali hazırda bu işlerim taslak halinde bekliyorlardı. Az önce de bahsettiğim gibi etrafımda olan olaylar işlerimi oluşturmakta kullandığım iz düşümlerdir. Distopik bir dünyada insanın kendi mental ve ruh sağlığını koruyabilmesi için güvenli sığınaklara ihtiyacı var. Bu sığınak bazen aile, bazen bir dost bazen bir hayvan bazen de doğa olabiliyor. Benim zihnimi boşaltma ve tazeleme aracım genelde doğa oluyor. Şehrin gri, cam ve beton yığını labirentleri içinde, korna sesleri, öfkeli insan bağırışları, egzoz ve baca dumanları ile kararan zihinsel ve fiziksel dünyama doğaya kaçış çok iyi geliyor. Bu yüzden de sergideki işlerimde insanın kendi kendini iyileştirmesinin anahtarı olarak doğayla iğdiş olmayı öneriyorum.

Vildan Hoşbak: Aslında ben yine kendi coğrafyamızın bize bahşettiği anlatılardan yola çıkacağım. İşimde, Türk mitolojisinden beslenen bir hikâye anlatıyorum; ancak bu hikâyeyi sabit, değişmez bir anlatı olarak değil, katmanlı ve izleyici tarafından keşfedilebilecek bir yapı olarak tasarladım. Geleneksel hikâye anlatıcılığının döngüsel yapısını koruyarak, geçmiş ve şimdi arasında bir köprü kurmak istedim. Bu noktada, anlatıyı şekillendiren en önemli unsurlardan biri de mekân oldu. Sergi alanındaki diğer işlerle kurduğu ilişki, izleyicinin anlatıya dahil olmasını sağladı. Masalların zamanlar ve coğrafyalar boyunca şekil değiştirdiği gibi, benim de anlatımım durağan değil; semboller, formlar ve materyaller aracılığıyla dönüşen, farklı okumalara açık bir yapı oluşturuyor.

Kemal Özen

Söz konusu masallar olunca gerçeklik ve gerçeklik algısı da sorgulanan en önemli başlıklardan biri olarak değerlendirilebilir. Peki siz kendi gerçekliğinizi kurgularken nasıl bir bakış açısı geliştirmeye çalıştınız? Masalların gerçekliğiyle bir parçası olduğumuz dünya ve serginin gerçekliği sizde nasıl iç içe geçti?

Kemal Özen: Baudrillard simülasyon çağı olarak adlandırdığı 1980’lerin teknolojisini düşününce günümüz dünyasına bakış bir hayli zorlaşıyor. Artık kelimeler aracılığı ile gerçekliğinin ayırt edilemediği görüntüler ve hatta videolar oluşturmanın mümkün olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bilboardlarda belirli bir mesafeden bizi etkilemeye başlayan simülasyon evreni artık elimizin altında ve her an bizi provake etmeye hazır bir bomba gibi bekliyor. Elimizin altındaki ekranlardan sürekli olarak akan görüntü ve bilgi sirkülasyonu karşısında bir süre sonra gerçeklik algımız iyice bozulmaya başlıyor. İşte burada gerçek dünyanın masalsılaşması evresi başlıyor diye düşünüyorum. Çünkü masallarda zaman, mekân kavramı belirli değildir tıpkı ekranlara dalıp giden insanın zaman mekan kavramını kaybetmesi gibi. Ekranın büyülü dünyasına dalan bir insan kendisini bir anda Bali’de tatil yapan arkadaşının yanında, bir anda Filistin’de devam eden çatışmaların içinde, bir anda Amerika’daki seçim mitingleri içinde bulabiliyor.

Durum böyle olunca kendi gerçekliği etrafındaki her şeyi kaçırmış oluyor. Ben izleyiciye bu sergi aracılığı ile kendi kendilerine olabilme, kendi başlarına zamanı yavaşlatma önerisi sunuyorum. Etrafımızı saran yapay gerçekliğin aksine kendi gerçekliğinin farkına varmasını öneriyorum. Bunu ben de deniyorum ve tüm çabam bunun üzerine. Zaten sergideki bu çalışmalarım da kendi farkındalığımın arttığı bu süreçte ortaya çıktı.

Son olarak, masalların ortak özelliklerinden biri gerçek dünya ve gerçeklikle çok bağının olmaması idi. Diğer bir ortak özelliği ise çoğunlukla mutlu sonla bitmesidir. Bu sergi umarım kitlesel bir farkındalığa ve iyi olma durumuna evrilir ve masallarda olduğu gibi yarın, o iyilerin kazandığı ve herkesin artık dolu dolu huzurlu nefes aldığı, güneşin daha canlı kuşların daha şen cıvıldadığı bir güne uyanırız.

İyileşme

Vildan Hoşbak: Bu noktada sanatçının kendi masalını anlatma serüveni, işin en keyifli kısmı başlıyor. Aslında ben, kendi gerçekliğimi kurgularken, masalların sunduğu bu ikili yapıyı benimsedim: Hem tanıdık hem yabancı, hem gerçek hem de illüzyon gibi görünen bir alan yaratmaya çalıştım.

Serginin gerçekliğiyle masalların gerçekliği de benim için iç içe geçti. Sergi mekânını yalnızca eserlerin sergilendiği bir alan olarak değil, bir anlatının içinde dolaşılan bir sahne gibi gördüm. İzleyicinin, işimin çevresinde dolaşırken kendi hikâyesini de masalın içine katabileceği bir alan yaratmak istedim. Böylece hem mitolojinin hem de masalların sunduğu semboller aracılığıyla, gerçeklik algısını sorgulayan ve izleyiciyi de bu sorgulamaya dahil eden bir dünya kurmaya çalıştım.