1 Mayıs Amele Bayramı: İşçi ve emekçiler tarafından dünya çapında kutlanan, birlik, dayanışma ve haksızlıklarla mücadele günü. Dünya üzerindeki pek çok ülkede, resmî tatil olarak kabul edilmektedir. İlk kez 1856’da Avustralya’nın Melbourne kentinde taş ve inşaat işçileri, günde sekiz saatlik iş günü için Melbourne Üniversitesinden Parlamento Evi’ne kadar bir yürüyüş düzenlediler. 1 Mayıs 1886’da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçiler günde 12 saat, haftada 6 gün olan çalışma takvimine karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle iş bıraktılar. Chicago’da yapılan gösterilere yarım milyon işçi katıldı. Luizvil’de (Kentaki) 6 binden fazla siyah ve beyaz işçi, birlikte yürüdü. O dönemde Luizvil’deki parklar, siyahlara kapalıydı. İşçiler, sokaklarda yürüdükten sonra hep birlikte Ulusal Park’a girdi. Her eyalet ve kentte, siyah ve beyaz işçilerin birlikte yaptığı gösteriler, gazeteler tarafından, ‘Böylece önyargı duvarı yıkılmış oldu’ şeklinde yorumlanmıştı. Bu gösteriler 1 Mayıs’ı izleyen günlerde tüm harareti ile devam etti ve 4 Mayıs’ta kanlı Haymarket Olayı’na yol açtı. Uygulanan yasal baskılarla bu gösterinin tekrarlanması engellendi. 14 Temmuz-21 Temmuz 1889’da toplanan İkinci Enternasyonal’de Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle 1 Mayıs gününün tüm dünyada “Birlik, mücadele ve dayanışma günü” olarak kutlanmasına karar verildi. Böylece ikinci gösteri 1890 yılında yapılabildi. Zamanla 8 saatlik iş günü birçok ülkede resmen kabul edildi. 1 Mayıs böylece işçilerin birlik ve dayanışmasını yansıtan bir bayram niteliğini kazandı. Günümüzde birçok ülkede tatil günü olan 1 Mayıs’ı işçiler büyük kitle gösterileriyle kutlar; bazı ülkelerde 1 Mayıs siyasal bir eylem biçimini de alır.                                                                                                      

“1 Mayıs, Perşembe: Amele bayramımız. Cemal Efendi geldi, beyimle avluda oturdular, konuştular gene.” (Erbil, 2020: 174)

1509 İstanbul Depremi: 1509 Konstantinopolis depremi veya 1509 Büyük İstanbul depremi, 10 Eylül 1509 tarihinde merkez üssü Marmara Denizi’nin kuzeyi olan, 7.2 Ms (± 0.8) büyüklüğünde meydana gelen deprem. Tarihsel kayıtlara göre deprem sonucunda Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’te 4000 ila 13000 arasında kişi hayatını kaybetti, 10000’den fazla kişi yaralandı ve yaklaşık 1070 hane yıkıldı veya ağır hasar aldı. Ayrıca depremin ardından oluşan ve yüksekliği bazı yerlerde 6 metreyi aşan tsunami dalgaları şehrin surlarını aşarak güzergahı üzerindeki semtlere ağır hasar verdi.

“bir şey istiyor musun diye soracak oysa içeri girer girmez sadrettin bir bardak suyla ilacımı getirecek ne dediğimi dinlemeden hiç dinlemez karşısındakini hep bu lodos bu cereyan suç sende diyecek burada oturulur mu balkon kapısını hep böyle aralık tutarsın yazın kışın yok terlersin üşürsün yarım tepe burası esintili titrersin deprem deprem mi 1509da kırk beş gün süren depremi ünlüdür istanbulun 100 camii yerle bir etmiştir tek bir minare koymamıştır ayakta sarsıntı o sarsıntıdır…” (Erbil, 2020: 288)

67 numara Kalender: Kuruluşu 1917’ye dayanan lokomotif ve deniz motoru yapımı, gemi yapımı alanında faaliyet gösteren İngiltere’nin en büyük tersaneleri arasında yer alan Hawthorn, Leslie&Co’nun tezgâhlarında Newcastle’de 67 numaralı Kalender; 1911 yılında, teknesi çelik sac çift uskurlu yolcu vapuru olarak yapıldı ve 1981 yılında hizmet dışı kaldı.

“Henüz tekne yoktu ufukta,,, görünmüyor,,, bir engerek gibi dolaşarak geçiyor koca bir vapur ortadan- belki de 67 numara Kalender’dir çocukluğun- engerek değildir belki de denizde…” (Erbil, 2020: 9)

Abdülhak Hamid: Abdülhak Hamit Tarhan (2 Ocak 1852, Beşiktaş – 12 Nisan 1937, İstanbul), Türk şair, oyun yazarı, diplomat. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde ve Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk yıllarında eserler vermiş, modern edebiyatın doğuşunda etkin bir isimdir. Köklü ve eski bir ulema ailesinin ferdi olarak dünyaya gelmiş, hayatının her döneminde yüksek mevkilerde bulunmuş, dünyanın birçok yerini görme fırsatı yakalamış, çağının büyük ve güçlü bir sanatçısı sayılmıştır. Tanzimatı, Birinci ve İkinci Meşrutiyetleri ve Cumhuriyeti gören; bu devirlerdeki Tanzimat, Edebiyat-ı Cedide, Millî Edebiyat ve Cumhuriyet devri edebiyatlarını yakından tanıyan sanatçı Türk edebiyatında Şair’i Azam (Büyük Şair) sıfatı ile anılır. Uzun seneler diplomat olarak hem Doğu hem de Batı ülkelerinde bulunması nedeniyle iki edebiyatı da tanımış; Türk şiirine Batı’dan yeni konular, serbest düşünce ve şekiller getirirken; Batı yazarlarından etkilenerek yazdığı oyunlarla Türk tiyatrosuna felsefi düşünceyi sokmuştur. Türk edebiyatının en büyük eserlerinden birisi kabul edilen Makber’in şairidir. “Sahra”, “Ölü”, “Hacle” şiirlerinden; “Tayflar Geçidi”, “İçli Kız”, “Nesteren” ise yazdığı oyunlardan birkaçıdır.

“Şurada, şu salonda kimi en çok severim diye baksam, çocukluktan kalma alışkanlıkla (- anneyi mi seviyorsun, babayı mı? Halanı unutma! Bak halacığım sana neler getirmiş Nesli! Bak Kuran-ı Kerim küçücük! Bak bak kapağına, altın yaldızlı yaa!.. Halayı mı seviyorsun en çok, anneyi mi? Ahmet Haşim’i mi, Abdülhak Hamid’i mi? Sadi’yi mi, Nietzsche’yi mi? Mustafa Kemal’i mi, İnönü’yü mü, İzmir’i mi, Paris’i mi? Serhat’ı mı, Bilge’yi mi? Kıymalı böreği mi, su böreğini mi?) Yıldız’dan sonra gelmez Necdet!, ama!.. Hepsinden önce Fikret mi gelir?… Yoksa Gülgül mü!.. Belki de Azade?…” (Erbil, 2020: 237)

acı patlıcanı kırağı çalmaz: “Herhangi bir duruma alışkın olan kimseyi benzer kötü durumlar etkilemez” anlamında kullanılan bir söz.

“Turhan’sa, gergince bir tonla, gözlerini kızınkine dikerek, ‘Yok canım! Koca adamım ben; boşver git otur yerine!’ Yerdeki bardağa uzandı: ‘Acı patlıcanı kırağı çalmaz! Şerefine!’ Kız süklüm püklüm yerine döndü, çöktü yanıma, bir cıgara yaktı. Hepimiz ona bakıyorduk. Turhan ‘Biz ne badireler atlattık!’dedi.” (Erbil, 2020: 223)

acun: Dünya.

“Bir misafirhane burası,,, bu dünya,,, koltuk,,, evrende,,, oturuyorum,,, evren, felek, kâinat, acun,,, kâinat kozmosta,,, uyumlu, kaosa karşıt olan,,, yaban, bir koltuktan İstanbul’da…” (Erbil, 2020: 7)

acuze: Huysuz, yaşlı kadın.

“Acuzenin teki geçende bir röportaj yapıyor, ‘Çocukları sever misiniz?’ demez mi! Ne dedim biliyor musun: ‘Sevmem! Ben sadece kendi çocuklarımı severim; herkes kendi çocuğuna sahip olsun!..” (Erbil, 2020: 238)

Ahmet Haşim: Ahmed Haşim (1887, Bağdat – 4 Haziran 1933, Kadıköy, İstanbul), sembolizmin öncülerinden Türk şairi. Hâşim’in sanat ve edebiyata ilgisi Galatasaray Sultanîsi’nde başlar. Bilinen ilk manzumesi “Leyâl-i Aşkım” 1901’de “Mecmua-i Edebiyye”de yayınlandı. Bu dönemde Muallim Naci, Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret ve Cenab Şahabeddin’in tesiri altında kaldı. Son sınıfta iken Fransız şiirini ve sembolistleri tanıdı. Bundan sonra kendi şahsiyetini gösterdi ve ilk şiirlerini kitaplarına almadı. 1905-1908 yılları arasında yazdığı ve Piyâle kitabına aldığı “Şi’r-i Kamer” serisindeki şiirleri hayal zenginliği, iç ahenkteki kuvvet ve büyük telkin kabiliyeti ile dikkat çekti ve beğenildi. 1909’da kurulan Fecr-i Âtî’ye girdi. 1911’de yayınlanan Göl Saatleri adlı şiirleriyle haklı bir şöhret kazandı. Fecr-i Atî dağıldıktan sonra siyasi ve edebî akımların dışında kendisine has bir şiir ve nesir anlayışının tek temsilcisi olarak kaldı. Sonbahar, akşam kızıllığı ve karamsarlık önemli temalardır. Ahmet Haşim fıkraları, denemeleri ve gezi yazılarıyla da önemli bir yazardır. Düz yazılarında dili sade ve oldukça başarılıdır.

“Şurada, şu salonda kimi en çok severim diye baksam, çocukluktan kalma alışkanlıkla (- anneyi mi seviyorsun, babayı mı? Halanı unutma! Bak halacığım sana neler getirmiş Nesli! Bak Kuran-ı Kerim küçücük! Bak bak kapağına, altın yaldızlı yaa!.. Halayı mı seviyorsun en çok, anneyi mi? Ahmet Haşim’i mi, Abdülhak Hamid’i mi? Sadi’yi mi, Nietzsche’yi mi? Mustafa Kemal’i mi, İnönü’yü mü, İzmir’i mi, Paris’i mi? Serhat’ı mı, Bilge’yi mi? Kıymalı böreği mi, su böreğini mi?) Yıldız’dan sonra gelmez Necdet!, ama!.. Hepsinden önce Fikret  mi gelir?… Yoksa Gülgül mü!.. Belki de Azade?…” (Erbil, 2020: 237)

Altını bozdurayım/ Gerdana dizdireyim/ İpek mendil değilsin anam/ Cebimde gezdireyim/ Galice politinli yârim (Erbil, 2020: 60): “Altını Bozdurayım” adlı Giresun türküsünden bir alıntı. (https://youtu.be/B5fK4AHVnyc)

Farklı bir yorum için: https://www.youtube.com/watch?v=XqQYVom36Gw 

amel: Yapılan iş, edim, fiil.

“Önce kendinizi örnek göstermek gerekmez mi: Bakın bize, biz dediğimiz gibi adamlarız, özüne sözüne doğru, hayatımızla işimiz, fikrimizle amelimiz birdir, diyemedikçe kimi inandırabilirsiniz ki? Beni bile inandıramıyorsunuz daha!” (Erbil, 2020: 56)

anafor: Karmakarışık.

“Gümüşsuyu’nun Taksim alanıyla kesiştiği o anaforlu köşeye geldiğimizde, yerden kopan bir yel kocaman kara silindir şapkasını aldı götürdü başından” (Erbil, 2020: 137)

arduvaz: Kayağan taş.

“…ne olduğunu bilemediğim

terk edilmiş

arduvaz çatılı

penceresiz ve tek katlı

tuğla örgülü ek yapıyı” (Erbil, 2020: 25)

Ayinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim / Mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür daim: Risale-i Nur Külliyatı’nın Barla Lahikası, 89. Mektuptan alınmış bir beyittir. “Nasıl bir çiçek o güzel ve güleç yüzü ile Allah’ın isimlerine küçük bir ayna oluyor ve Onun isimlerini bize sevdiriyor ise, Hz. Peygamber de Allah’ı bize tanıtan ve sevdiren dev bir aynadır. Allah’ın bütün isim ve sıfatları en parlak ve haşmetli olarak bu aynada tecelli etmiştir” anlamındadır.

“… serinletici bir yaprağı gevelercesine mırıldandığı: Ayinedir bu Âlem, her şey hak ile kaim / Mir’at-ı Muhammedden Allah görünür daim,,, sayıklamasıyla,,, yenik düşmüş…” (Erbil, 2020: 201)

aylıkçı: Başka geliri olmayıp yalnız aldığı aylıkla geçinen kimse.

“Çoğumuz aylıkçıyız; Asiye hem babadan, hem kocadan varlıklı, Vedat son iki yılda nasıl olduğunu anlayamadığımız bir biçimde fabrikatör olmuş eki bir solcu arkadaşımız.” (Erbil, 2020: 17)

ayyuka çıkmak: Bir şeyin çok yayılması, duymayanın kalmaması anlamındadır.

“Ayyuka çıkmıştır ol hikaye

Geçmiştir yazılı metne

Mahzune derler anası

Onu doğururken bir hafta yedi gün

Sancılar çekmiş çalmıştı kendini yerden yere

Ama olmamıştı doğum vaki

Cenin katlanmış ikiye

Sımsıkı yapışmıştı rahme

Bir eliyle örtmüştü apışarasını

Ötekiyle geçirmişti su torbasına tırnaklarını

Ve vaki oldu ki” (Erbil, 2020: 97)

azametli: Gururlu, heybetli.

“Güzelliği aşan azametli bir yürüyüşü vardır ki özellikle kadınları etkiler…Yıldız’ı da etkileyen mutlaka bu duruşları bu yürüyüşleri olmuştur.” (Erbil, 2020: 23)

Babıali: Bürokrasinin ve gazeteciliğin merkezidir. Divanyolu’ndan Sirkeci’ye kadar inen bölgenin adıdır. Babıali dendiğinde anlaşılan İstanbul basınıdır. Devletin idare edildiği merkez olması ve gazeteciliğin burada şekillenmesiyle birlikte yayınevleri de burada kurulmuştur.    

“Koca kafalı, ablak yüzlü, al yanaklı sıpsıska bedenli şu rençber Hilmi’ye de bak sen! Bardağıma ağız ağıza rakı doldurdum: (Kitapçılığa başladığı ilk yıllarda gel-git uğrayıp hatırını sorduğum masum köylü! Babıali’de yozlaşmasına engel olacaktım!…” (Erbil, 2020: 65)

Bahamut: Arap mitolojisinde orjinalinde su ile ilgili bir figür. Fakat modernleştirme işlemi sonrasında bu figür büyük oranda değiştirilmiştir. Bahamut engin bir denizde yaşayan dev bir balıktır. Kujata isimli dört bin göz, kulak, burun, ağız, dil ve ayağa sahip dev bir boğayı destekler. Dünya bu boğanın üzerinde durmaktadır.

“Bahamut’un

Zehra halamın anlattığı

yeryüzünü yaratan Allah’ın

yeryüzünün altına meleği

meleğin ayaklarına mercan kayalıkları

yakut kayalıkları

onun altına öküzü

binlerce gözü, ağzı,

kulağı, dili, burun deliği ve ayağı

olan öküzü yerleştirdiğini

öküzün altına

Bahamut’u…” (Erbil, 2020: 101)

betik: Yazılı olan şey, kitap, mektup, tezkere, pusula.

“…buradan Yahudilerin fütuhat yolu türklerin kral yoluna ekleyecekleri diye geçen bir kehanette eski bir betikte oysa varken eski yollar…” (Erbil, 2020: 319)

Behişt (Bihişt): Farsça cennet anlamındadır.

“Kâhı Bihişt o gördüğün dedi, babamın dedesinin,,, tahtasedir,,, Hasan Paşa… Bağdat’ta vali iken,,, kuyumculara yaptırmış,,, Cennet bahçesi!..” (Erbil, 2020: 135)

Bir günâh ettimse cânâ sûznâk oldum yeter

Sağ iken öldüm harab oldum helâk oldum yeter

Pây-ı ağyare serildim işte hâk oldum yeter

Sağ iken öldüm harab oldum, helâk oldum yeter (Erbil, 2020: 95): Selanikli Ahmet Efendi tarafından bestelenen “Bir günâh ettimse cânâ sûznâk oldum yeter” adlı parça. (https://www.youtube.com/watch?v=xYFDJu12j6E)

bıçkın: (argo) Külhanbeyi, kabadayı.

“Bizde de bıçkın çok! Kolundaki kadına bakanı vuran adam, vatanına göz dikeni temizlemez mi, vatanına ne hacet, Kore’ye ters bakanı temizlemeye gider!” (Erbil, 2020: 79)

Blauer Himmel: Danny Malando’nun parçası. Hollandalı besteci olan Danny Malando 26 Mayıs 1908 tarihinde Rotterdam’da doğmuş, 22 Kasım 1980 tarihinde ölmüştür.

(https://www.youtube.com/watch?v=Y2I3BdldZS4 )

“Blaur Himmels ne demekse, bizi gören orkestra Blaur Himmell’i çalmaya, biz de dansa başlardık İstanbul pavyonlarında.” (Erbil, 2020: 87)

Brigitte Bardot: BAFTA ödülüne aday gösterilmiş eski Fransız sinema oyuncusu, manken, şarkıcı ve hayvan hakları aktivistidir. En çok 1950’lerin ve 1960’ların kadın figürü olarak bilinir. Kadın bağımsızlığının ve cinsel özgürlüğünün sembolü olan Brigitte Bardot kariyeri boyunca birçok çocuk-kadın ve femme fatale rolde oynadı. “Ve Tanrı Kadını Yarattı” (1956), “Dear Brigitte” (1965), “Les Femmes” (1969), rol aldığı filmlerden birkaçıdır.

“Televizyonda, kurdeleler, organzeler içinde, cırtlak sesli dört yaşlarında bir kız çocuk (çocuğun sarı uzun saçlı, açık renk gözlü olmasına, geleceğin yosması olacağına dair aşiftemsi davranışlarda bulunmasına mutlaka dikkat edilirdi) Bridgette Bardot dudaklarına bir çubuk çikolata sokmaya uğraşır, çikolatalı salyaları akardı ağzından.” (Erbil, 2020: 193)

buhara seccade: Bir kişinin üzerinde namaz kılabileceği büyüklükte, halı, kilim, post veya kumaştan yaygı, namazlık anlamına gelen seccadenin Orta Asya’da üretilen bir türü.

“Buhara seccadeler, Isfahan’lar, Kazak’lar salonu cıvıltılı renklere boğarak bunca yıl sonra kendini gösteren yoksulluğu soylu tutmakta direnirler.” (Erbil, 2020: 17)

Buñuel, Luis: Sürrealist İspanyol yönetmen ve senarist. Otoriteler tarafından sinema tarihinin en etkili yönetmenlerinden biri olarak kabul edilmektedir. “Samanyolu” (1969), “La Joven” (1960), “Burjuvazinin Gizli Çekiciliği” (1972), “Arzunun O Belirsiz Nesnesi” (1977) yönettiği filmlerden birkaçıdır.

“Sıcaktan kavrulmuş yollarda ağır adımlarla, hatta adımlarını yolun iki kıyısında vura vura- tıpkı Bunuel’in Nazaren’i gibi- zikzaklarla dolaşıp duran kim?” (Erbil, 2020: 208)

cangıl : Karışıklık, kargaşa.

“Dinleniyorum şimdi; bir kumsalda, cangılında bir kentin, bir teknede,,,” (Erbil, 2020: 8)

canhıraş: Yürek paralayan, iç tırmalayan.

“Ya Allah bismillah deyip

  anasının memesine saldılar

  yavru geçirdi dişlerini memeye

  Ve otuz iki dişiyle başladı emmeye

 Can çekişmekte olan Mahzune hanım

 son kez ve uzun sesler çıkardı

 canhıraş

 ölmeden önce…” (Erbil, 2020: 99)

ceket-atay (jaketatay): Resmî ziyaret ve davetlerde erkeklerin giydikleri, arkası yırtmaçlı, etekleri uzun ve ön köşeleri yuvarlak kesilmiş ceket.

“Babamın panama şapkası, melon şapkası, ceket-atay’ı, ayakları su topladığından eskitemediği yeni kalan ayakkabıları, annemin tuvaletleri, tayyörleri, tüllü kara şapkası…” (Erbil, 2020: 75)

Cem Sultan: (22 Aralık 1459, Edirne – 25 Şubat 1495), II. Mehmed’in Çiçek Hatun’dan olma en küçük oğlu ve II. Bayezid’in küçük kardeşi. Ağabeyi II. Bayezid ile girdiği taht mücadelesiyle bilinir. Cem Sultan vakası Osmanlı tarihinde Yıldırım Bayezid’in Timur’un elinde esir düşüp, demir kafese hapsedilmesinden sonra ikinci büyük hadisedir. Rumeli’den tekrar Osmanlı topraklarına gelmek isteyen Cem Sultan, 14 yıl esir hayatı yaşadı. En son Papa’nın elinden Fransız Kralı tarafından kurtarılmış, ancak büyük bir ihtimalle zehirlendiği için bir hafta içinde yolda ölmüştür.

“sen tutar ömrünü, Cem sultan’ı kimin zehirlediğini araştırmaya adarsın, diyelim, Cem sultan’ı Fransızlar, diyelim Ruslar zehirlemiş olsun,  bundan sonra neyi değiştirir!” (Erbil, 2020: 77)

cepken: Kolları yırtmaçlı ve uzun, harçla işlenmiş bir tür kısa, yakasız üst giysisi.

“Köylü modasının, şalvarın, cepkenin öncülüğünü yapar ama bacım…” (Erbil, 2020: 224)

 cürmümeşhut: Suçüstü.

“Vaktinde, cürmümeşhut halinde, bastırsaydık ha!” (Erbil, 2020: 78)

Çayancı (Mahir Çayan): Mahir Çayan, (d. 14 Ağustos 1945, Samsun – ö. 30 Mart 1972, Kızıldere, Niksar, Tokat) Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesinin kurucusu Türk Marksist-Leninist politik aktivist. 30 Mart 1972 tarihinde Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde dokuz arkadaşıyla birlikte öldürüldü. Mahir Çayan’ın görüşleri, “İhtilalin Yolu” ve “Kesintisiz Devrim I-II-III” başlıklı iki kitapçık ve “Bütün Yazılar” başlıklı bir iki kitapta yayımlandı. 1971 öncesinde başlayan sosyalizm rüzgârı 1974 sonrasında daha da yoğunlaşarak ve kitleselleşerek güç kazanırken Leninist düşünceden daha çok düşünce kalıpları içerisinde kendini dışa vuran Türkiye’ye özgü olan “Mahir Çayan”ın düşüncelerine destek veren kişi veya kişiler.

“Şu Gülgül’e de bir türlü öğretemedim ülkücü kim Çayancı kim!..” (Erbil, 2020: 82)

Che Guevara: Ernesto “Che” Guevara ya da el Che veya bilinen adıyla Che Guevara (d. 14 Haziran 1928 – ö. 9 Ekim 1967), Arjantinli Marksist-Leninist siyasetçi, Küba gerillaları ile Enternasyonalist gerillaların lideri ve sosyalist bir devrimci.

“Tamamen bilimsel; siz inanmıyorsunuz ama, aslında Sovyetler bile bu bilimle çok ilgileniyorlar, materyalist düşünce falan dedikleri de yok…

  • Onların tavırlarını ABD belirliyor güzelim, onlar ABD’den geri kalmamak için sıvanmışlardır bu işe!…
  • Peki, bakın örneğin Che Guevara’nın dünyaya başka bir yıldızdan programlanarak, görevle gönderildiğini biliyor musunuz, elimizde fotoğrafları bile var!.. Hatta bu açıdan Sovyetler, Amerika’dan daha ilerideymiş!
  • Guevara mı! Bir bu eksikti!… dedim.” (Erbil, 2020: 127)

dalavere: Yalan dolanla gizlice görülen kötü iş, gizli oyun.

“Çerçi baba askerliği jandarmada yapmıştı

Dalavere zulüm sataş karanlık bir geçmişten

Sonra” (Erbil, 2020: 107)

Das Kapital: Ekonomi Politiğin Eleştirisi alt başlıklı kitap, Karl Marx’ın en önemli yapıtlarındandır. Toplam üç cilttir. 2. ve 3. ciltler Marx’ın ölümünden sonra dostu ve çalışma arkadaşı Friedrich Engels tarafından notlarının düzenlenmesi sayesinde yayınlanabilmiştir. Marx, Kapital’de öncelikle “kapitalist toplumun en temel hücresi” olarak gördüğü “meta”nın çözümlenmesinden başlayarak kapitalist üretim ilişkilerini bütün boyutlarıyla inceler.

“‘Hala aynı şeyi söylüyorsun! Ya kimin için üzüleydim! Haksızlıklara mı! Gülmek istiyorum sana; akılsız olduğunu düşünüyorum senin sadece! Akılsız! Zavallı olduğunu! Das Kapital’e, Enel Hak arasında, dürüstlük adına yaşayamadığın dünya adına, doğruluk yüzünden yaranamadığın insanlar adına!..” (Erbil, 2020: 279)

Demokles’in Kılıcı: Demokles’in kılıcı, genellikle siyasetçilerin kullandığı bir deyimdir. Efsaneye göre; Siraküza Kralı Dionysos, kral olmanın çok rahat ve güzel olduğunu savunan Demokles’e ders vermek için onu yemeğe davet eder. Onu ince bir sicimle tavana bağlanmış ağır bir kılıcın altındaki koltuğa oturtur ve ona iktidarın aslında ne kadar zor olduğunu gösterir. “Demokles’in kılıcı” deyimi günümüzde farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Bu anlamlardan birisi “önemli mevkilere yönelik potansiyel tehditleri” vurgulamak içindir. İktidar güzel gözükür ancak ölüm tehlikesiyle burun burunadır. Bununla beraber bu deyim; ”önemli mevkilerde” bulunan idarecilerin makamlarına aldanıp, o makamların taşıdığı ağır sorumlulukları unutmamaları gerektiğini vurgulama manasında da kullanılmaktadır.

“Ünü, zenginliği, her yerde her nedenle adını Demokles’in Kılıcı gibi karşımıza çıkartıp onu unutmamıza izin vermemesi miydi…” (Erbil, 2020: 152)

despot: Bir ülkeyi zora ve baskıya dayanarak yöneten kimse.

“Bizi egemenliğine almak isteyen o yukarıdaki despot kimse, ona kızıyorum,” (Erbil, 2020: 124)

diğerkâmlık: Özgecilik.

“Zehra halam, ‘Komşunu kendinde olanla imrendirmeyeceksin,’ derdi, ‘başkalarının menfaatini kendisininkinden üstün tutacaksın.’ ‘Diğerkâmlık’ derdi, ‘isar’ derdi.” (Erbil, 2020: 52)

Dior: Christian Dior (21 Ocak 1905 Granville, Normandiya – 23 Ekim 1957 Montecatini Terme), Fransız moda tasarımcısı. Kendisiyle aynı adı taşıyan dünyanın en ünlü moda evlerinden ve dünyanın en ünlü markalarından biri olan “Christian Dior SE”nin kurucusudur.

“Şimdi böyle arkadan hafif kamburuna, eğik tıraşlı erkek başına, o başın oturduğu komanda enseye, kocaman sert topuklarını açıkta bırakan Dior ayakkabısına bakarken gene acıyorum ona;” (Erbil, 2020: 160)

dişbudak: Zeytingillerden, kerestesi sert ve değerli bir ağaç, demircik.

“Kıyılarına oturmak ve dinlenmek üzere limon sarısı ıhlamur tahtasından sedirlerle çevrilmiş, koca gövdeli dişbudaklar, ceviz, kestane ağaçları konağı perdelemiş;” (Erbil, 2020: 20-21)

Divina Commedia: Dante tarafından 14. yüzyılın ilk yarısında yazılmış, İtalyan edebiyatının en meşhur epik şiiri ve dünya edebiyatının önemli bir başyapıtı. İlahi Komedya’da Dante, ölüm sonrası sırasıyla Cehennem, Araf ve Cennette geçen seyahati anlatır.

“Ya da beriki, Dante’nin Divina Commedia’sını Ebûl-Ala Maarî’nin Risalet-ül Gufrân adlı kitabından aynen çaldığını ispat etmekle tüketir hayatını; doğrudur da, çalmıştır, biliniyor da pekala, amma, ne fayda, gerçek artık o gerçek değildir, gerçek kaymıştır artık, Divina Commedia, Dante’nindir.” (Erbil, 2020: 77)

divit: Hokkadaki mürekkebe batırılarak yazı yazmaya yarayan ve değişik uçları olan bir kalem türü.

“Şakkadak çıkardığı gümüş bir divitle kadını orasından yaralandığını” (Erbil, 2020: 311)

doktrin: Öğreti.

“İnsanı mücadeleden geri durduracak bir doktrin yeryüzünde mevcut değilken henüz!” (Erbil, 2020: 260)

domage: (İng.) Utanç.

“Geceyi dışarda geçirdi, ne domage!..” (Erbil, 2020: 15)

Dorian Gray’in Portresi: Dorian Gray’in Portresi, Oscar Wilde’ın 1891 yılında yayımlanan gençlik, haz ve güzellik konuları üzerine düşündüren felsefi romanıdır.

“‘Taksim bahçesinde, aradaki yeşil kırmızı lambalar takılı ağaçlara İstiklal Caddesi’nden akan boğuk uğultular çarpıp yıldızlanıyordu, barmenden bir konyak daha istedi. ‘Dorian Gray’in Portresi mi yoksa?’dedi. ‘Senin edebiyatla ilgilendiğini bilmiyordum” dedim. ‘Neyimi biliyorsun neyimi merak ettin ki!’ Dedi. Kahkaların sonu gelmiyordu, susturmak için iyice ciddileştim.” (Erbil, 2020: 89)

durallaşmak: Dengelenmek, sessizleşmek.

“Kemanlar giderek durallaştı, ince dingin bir tonla hep aynı sözü, ıssız bir esintiyi yinelediler:” (Erbil, 2020: 247)

ebruli: Üzerinde değişik renkler bulunan.

“Yere çakılmış ebruli bir gök gürültüsünü andıran su kuyruğu görünmektedir.” (Erbil, 2020: 20)

Eftalikus’un Kahvesi (Eptalofos Kahvesi): Panayot Kalivis tarafından kurulmuştur. 1881 yılında Ohannes Halepian tarafından işletilen mekânda akşamları fasıl heyeti sahne alırdı. Edebiyatın ünlü kalemleri Sait Faik, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Atilla İlhan, Edip Cansever ve Behçet Necatigil terasında toplanıp edebiyat sohbetleri yapmıştır. Sait Faik’in kahvehanenin ismiyle yazılmış bir öyküsü bulunmaktadır. Karşısında Taksim Sineması olması nedeniyle sinemacıların da uğrak yeri olmuştur.

“Koluna girdim. Köşedeki Terminal Birahanesi’ni geçtik. Ankara Pazarı’nı geçtik, karşıda Eftakilus Kahvesi’nin olduğu kaldırımı geçtik; Beyoğlu’nun binlerce yıllık karanlığına adım attık ve bir tayf gibi kaybolduk.” (Erbil, 2020: 137-138)

Elhamra (Sineması ve Tiyatrosu): İstiklal Caddesi’nde 1920–22 yılları arasında inşa edilmiş Elhamra Pasajı’nın zemin katında yer almıştır. İki kez Atatürk’ü ağırlayan sinema 1936 yılında el değiştirerek Sakarya Sineması olur, 1944 yılında yeniden Elhamra Sineması adını alır. 1958 yılında tiyatro olarak hizmet veren salon, dönemin önemli tiyatro topluluklarını ağırlar. 1970’lerden sonra tekrar sinema salonuna çevrilen yapının faaliyetleri 1999 yılında geçirdiği büyük yangın ile sonlanmıştır.

“… gene de arıyoruz: sevdiği yemekleri, gittiği sinemaları; Şehzadebaşı’ndaki Felek’i, İstiklal Caddesi’ndeki Elhamra’yı, Oriento’yu “Hayalin Sonu” filminin, “Adieu mein kleiner gardoffizier, Adieu!” şarkısını söyleyerek arıyoruz, ilk sazlı sözlü, şarkılı yerli filmimize birlikte gittikti dediklerinden babamla, İstanbul Sokakları’nda arıyoruz, Jönpremiyer Rahmi bey, Semiha Berksoy, Talat Artemel, Hazım Körmükçü ile birlikte; Maksim’i, Hamiyet’i, Majik’i yeniden dönüp boşluğu, apartman karanlığını aydınlığını arıyoruz…” (Erbil, 2020: 316)

Elizabeth Taylor: Dame Elizabeth Rosemond Taylor iki kez Oscar kazanmış Liz Taylor olarak da tanınan İngiliz oyuncu. “Kleopatra” (1963), “Cynthia” (1947), “Butterfield 8” (1960), “Cat on a Hot Tin Roof” (1958) rol aldığı filmlerden birkaçıdır.

“Sokarım banyoya annemi, köpürtürüm, aynen benim gibi gövdesi: Marilyn Monroe memeli, Elizabeth Taylor bacaklı, Lana Turner kıçlı, Kim Novak saçlı…” (Erbil, 2020: 49)

emperyalizm: Emperyalizm, yayılmacılık veya ekspansiyonizm, bir devletin veya ulusun başka devlet veya uluslar üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda etkide bulunmaya çalışmasıdır. Etkileyen devlet, etkilenen devletin kaynaklarından “yararlanma” hakkına sahiptir. Diktatörlük gücü, merkezî hükûmet, keyfî yönetim metotları anlamına gelmektedir.

​​“şu emperyalizmin işlediği en ağır insanlık suçu nedir, biliyor musunuz, dedi, dünyanın, insanların hala bağımsızlık, demokrasi, özgürlük gibi kavramlar yüzünden mücadeleye girebileceklerini ve kazanabileceklerini sandırtmasıdır.” (Erbil, 2020: 79)

encam: Son, bu işin sonu.

“…Allah encamını hayır etsin…” (Erbil, 2020: 99)

enel hak (Ene’l-Hakk): Arapça “Ben Hakk’ım”, “Hak’tan gayrı değilim.” demektir. Hakk gerçek ve doğru anlamlarına geldiği gibi aynı zamanda İslamda Allah’ın isimlerinden biridir ve bu söz kişinin Tanrı ile birleşip-bütünleştiği, Tanrı’nın kişide vücut bulduğu veya kişinin varlığının Tanrının varlığı içerisinde eriyip yok olduğu diğer bir ifade ile Tanrı’nın varlığının kişinin vücudunda yüz bulması anlamlarını da ifade etmektedir. Bu düşünce Tevhid akidesine aykırı bulunarak ilk söyleyen kişi olan Hallâc-ı Mansûr’un idam edilmesine neden olmuştur.

“‘Hala aynı şeyi söylüyorsun! Ya kimin için üzüleydim! Haksızlıklara mı! Gülmek istiyorum sana; akılsız olduğunu düşünüyorum senin sadece! Akılsız! Zavallı olduğunu! Das Kapital’le, Enel Hak arasında, dürüstlük adına yaşayamadığın dünya adına, doğruluk yüzünden yaranamadığın insanlar adına!..” (Erbil, 2020: 279)

engerek: Başı üç köşeli, rengi siyah veya siyaha yakın, taşlık ve güneşli yerlerde yaşayan zehirli bir yılan.

“Bir engerek gibi dolaşarak geçiyor koca bir vapur ortadan” (Erbil, 2020: 9)

Esfeli Safilin: İnsanoğlunun yaratılış sistemindeki en aşağıdaki eşyaî makamdaki kulluk hayatının negatif ucundaki en alt durağı.

“Cehennemin esfeli safilinden çıkıp gelen bu yaratık, bizi, bizim sevgimizin, bağlılığımızın ne ucuz, ne dönek, ne kaypak bir sevgi olduğunu bilmez olur mu?” (Erbil, 2020: 160)

eshabıkiram: Hz. Muhammed’in eshabı, sahabeleri.

“‘Ey eshabım, şimdi küçük cihad bitti, büyük cihad başlıyor!’ demiş de, eshabıkiram, ‘Efendim, büyük cihad nedir, kiminledir?’ dediklerinde…” (Erbil, 2020: 200)

etajer : Raflı, taşınabilir, küçük dolap.

“Şamdanları gümüş, varak yaldız sehpa ve koltukları geçmişini kimsenin çıkaramadığı, etajerleri, çeşitli bibloların nasıl birer birer eridiğini onlar yerine, aylık mazot masraflarının, emlak vergilerinin, kapıcı ve yiyecek giderlerimizin karşılandığını bilmekteyiz…” (Erbil, 2020: 17)

fanila: Genellikle ince pamuk ipliğinden dokunmuş, ten üzerine giyilen iç çamaşırı.

“Öyleyse yün fanilamı kim çaldı ha?”  (Erbil, 2020: 39)

Falih Rıfkı: Falih Rıfkı Atay (26 Aralık 1894, İstanbul – 20 Mart 1971, İstanbul), Türk gazeteci, yazar, milletvekili. Cumhuriyet döneminin en etkin gazetecilerindendir. “Zeytindağı”, “Ateş ve Güneş”, “Mustafa Kemal’in Mütareke Defteri” yazdığı eserlerden birkaçıdır.

“Onu tanımayan bir insan bu resme bakınca mutlaka durur ve ‘Bu adam kim?’ Diye sormaktan kendini alamazdı. Falih Rıfkı’nın anlattığı gibi bir başka sürgündü O: ‘Bütün parlaklığı üstünde benzerlerinden yalnız tabii olarak ayrı değil, isteyerek ve özenerek ayrılış edildiği belli idi’ dediği adamdı.” (Erbil, 2020: 216)

Fellini: Federico Fellini (20 Ocak 1920, Rimini – 31 Ekim 1993, Roma), İtalyan film yönetmeni. “Varyete Işıkları” (1950), “Beyaz Şeyh” (1952), “Kalpazanlar Çetesi” (1955) yönettiği filmlerden birkaçıdır. 1939-1940 yılları arasında radyo oyunları ve filmler için espriler yazdı. 1943’te oyuncu Giulietta Masina ile evlendi. Birçok filmde birlikte çalıştılar. 1944’te Roberto Rossellini ile birlikte “Roma, Città Apperta (Roma Açık Şehir)” filminin senaryosu üzerine çalıştı. 1946-1952 yılları arasında senaryo yazarı ve yönetmen yardımcısı olarak Rosselini, Alberto Lattuada ve Pietro Germi ile çalıştı. 1950’de ilk filmini Lattuada ile birlikte yönetti. Başarılı sinema kariyeri boyunca dört kez En iyi Yabancı Film Oscar’ını aldı. 1993’te meslek yaşamında gösterdiği başarı için özel bir Oscar’la onurlandırıldı.

“Avutur mu insan kendini? Ben kendimi avutabildiğimden söylemiyorum; bana göre değil bu  yüce gönüllülük, bu insanı beğenmişlikler; Allah’tan gelen kendini… Ama ne olsa bir ucundan yiğitliğe özenmişler için hoş bir söylevdir Melville’inki.

        Avut insanı ey Tanrı! Avut O’nu:

        Fellini ile avut O’nu,

        Kasanova’sıyla bu dünyanın,

        Tarkovskyle!

        Herzog! Heart of Glass’la! Ama kimdir o sürgün?

        Charlie Chaplin; The Kid’le!

        Grand Illusion’la, Jean Reonir’la!

        Korkunç Ivan’la! Bizler miyiz o sürgün?

        Guguk Kuşunu, Orange Mechanic, The Blue Angel, Markiz’e oturup Şokola Glase                         

         isteyerek!.. Kuran ve İncil’le ve Zebur’la dille, yazıyla, sözle, yaratıyla avut…” (Erbil, 2020: 212-213)

fer forge (Ferforje): Demirin dövülerek işlenmiş süslü demirler ortaya çıkarma işine denilmektedir.

“Uzun nakışlı fer forge’lerle yemek salonundan ayrılmış oturma bölümü burası.” (Erbil, 2020: 37)

fotöy: Hasta koltuğu.

“Burada düşünüyorum, annemin vaktiyle Armina’nın kocası Ohan Efendi’den ucuza kapattğı fotöyde…” (Erbil, 2020: 7)

fütuhat: Zaferler, fetihler.

“Yahudilerin fütuhat yolu Türklerin kral yoluna ekleyecekleri diye geçen” (Erbil, 2020: 319)

gaile: Sıkıntı, dert, keder, üzüntü.

“… Daldı gene dünya gailesine, hep böyle yapar, gençliğinden beri bekletir beni…” (Erbil, 2020: 231)

Gördes halısı: Manisa ilinin Gördes ilçesi yöresine özgü özellikler taşıyan halı türüne denir. Figür ve motifleri geçmişin izlerini yaşatmaktadır.

“Asiye Yıldız’ın satacağını söylediği Gördes halısının üzerinde kırık bacaklı bir sandalyede oturuyordu.” (Erbil, 2020: 61)

gûlam: İslam devletlerinde kölelerden oluşan, hükümdarı korumakla görevli olan askeri birliklerdir. Gulam, kelime itibarıyla Arapça kökenli olup, erkek çocuk anlamına gelmektedir. 

“Bu Hasan Paşa câânım,,, cuma namazına,,, padişahın kulağına gitmiş,,, kızmamış, memnun ondan,,, ama , ‘Ol değme yapukları üzerinden kaldırsın!’ diye haber göndermiş,,, bir de gûlamlara düşkünmüş,,, kendi giydiği libası onlara da giydirdiğinden,,, gûlamlarpadişah gibi giyinirmiş…” (Erbil, 2020: 136)

güruh: Değersiz, aşağı görülen, küçümsenen topluluk, derinti, sürü.

“Beni zalimler güruhuyla bir tutmasın!” (Erbil, 2020: 234)

güve: Kurtçuğu yapağı, yünlü kumaş ve dokuma yiyen pul kanatlılardan bir böcek.

“İlkokul çocuklarının ders aralarında bahçeye çıkıp ip atlayacakları, saklambaç oynayacakları ve boğuşacakları ve ciğerlerini biraz önce dolduran o ders güvelerinin küflenmiş tozundan kurtaracakları yerde hızla o dikenli tellere yapışacaklarını, yaprakları gözleriyle aralayarak, her biri bu yanda konağın arkasında kalan…” (Erbil, 2020: 22)

giyotin: Fransa’da ölüm cezasına çarptırılanların başını kesmek için kullanılan araç.

“İki başlı bir giyotini andırıyor şimdilik, kıyıya, denize, göğe, bulutlara, geleceğe, tarihe, bize, ayaklanmalara, yoksulluğa meydan okuyan bir giyotini…” (Erbil, 2020: 189)

Hacapulo Pasajı (Hazzopulo Pasajı/Geçidi): İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde bulunan yapımına 1850’lerde başlanmış ve 15 Nisan 1871’de ise törenle açılmıştır. Meşrutiyet Caddesi ile İstiklal Caddesi’ni birbirine bağlar. Üç ana kagir yapısı, ortası avlulu T geçidiyle üstü açık pasaj tarzının tipik bir örneğidir. Bina ve avlusu, tuhafiye dükkânlarının yanı sıra çay ocaklarını, kahvehaneleri ve kitapçıları barındırmaktadır.

“Kimi vakit mutfakta bulaşık yıkarken, toz alırken, banyonun aynasını parlatırken ya da ütülü çamaşırları düzenle üst üste koyup, Beyoğlu’nda Hacapulo Pasajı’nın kapısı dibine oturmuş yaşlı Çingene kadından aldığım gevrek lavantaları iç çamaşırlarımın arasına serperken Emin gelirdi aklıma.” (Erbil, 2020: 239)

Hacı Mehmet Nuri: Tavganalı Şeyh Hacı Mehmet Nuri Efendi; Ispartalı olup, Hacı Bektaşi Veli dergahına postnişin ve şeyh olarak gönderilmiştir. İskender Mahallesi’nde tekke kurmuş ve 1872 yılında ölmüştür. Ağrı ve sızı giderici dualar ve muskalar ile ün yapmıştır. Hacı Nuri Efendi, Beşiktaş’ta Mektebi Hamid’nin Sülüs ve Nesih hocası idi. Daha sonra 1893-1894 yılları arasında Matbaa-i Amire’nin baş hattatlığı görevinin ifa etmiştir. 1908’de Mekke’ye giderek hac farizasını yerine getirmis, dönüşte bir buçuk sene kadar Mısır’da kalarak hat dersleri vermiştir. İstanbul’a döndüğünde Medresetü’l-Hattatin Sülüs ve Nesih hocalığına tayin edilmiştir. Harf İnkılâbı’ndan bir müddet sonra da Güzel Sanatlar Akademisi’nde yazı hocalığı yapmıştır.  

“Asiye, şimdi de Emin’le birlikte duvarda açtırılmış mumsanna bir pencereyi süsleyen yazıları seyretmeye başladı. Dairevi istiflerdeki kaynaşmayı, rozetleri, hakkak Hamit beyin ‘Maşallah’ını, ‘El Rızkı Al-Allah’ını geçti, ölümünden sonra, Gazi Osman Paşa’nın alnına besmele, göğsüne bir ayet yazan Hacı Mehmet Nuri’nin hattına bir göz attıktan sonra sülüs yazıyla ve altınla yazılıp etrafına tahrir çekilmiş bir başka rozet’in önünde bekledi. Emin, Hattat Karahisari’nın olan yazıyı açıkladı ona: ‘Herkesin yaptığı iş, meydana getirdiği eser mizac ve karakterinin aynasıdır. Herkes yaradılışına göre davranır.’” (Erbil, 2020: 214)

Hamiyet: Hamiyet Yüceses (20 Haziran 1916, İstanbul – 10 Temmuz 1996, Marmaris), Türk Sanat Müziği sanatçısı. Küçük yaşlarda sesinin güzelliği ile dikkat çekti. Hafız Burhan hayranı idi. Babasının işlerinin bozulmasi nedeniyle 11 yaşındayken (1927) sahnede şarkı söylemeye başladı. 4-5 yıl boyunca Anadolu’nun birçok şehrinde çalıştıktan sonra Gaziantep’te uzun bir süre kaldı. Şöhreti İstanbul’a kadar geldi. 1932 yılının başlarında Beyoğlu’nda ünlü Londra Birahanesi’nde Safiye Ayla’nın kadrosunda gazino çalışmalarını başlattı. Selahattin Pınar, Sadettin Kaynak, Yesari Asım Arsoy, Mısırlı İbrahim ve Bimen Şen’den özel dersler aldı. 1932 yılı Temmuz ayında Kadıköy Mısırlıoğlu Bahçesi’nde düzenlenen yarışmada Türkiye Ses Kraliçesi seçildi. 1933 yılında eski İstanbul Radyosu’nda programlara çıktı. Sahibinin Sesi, Columbia ve Odeon firmalarına plaklar doldurdu. Soyadı kanunu çıktığında Sadettin Kaynak ve Selahattin Pınar’ın ısrarı ile “Yüceses” soyadını aldı. Sadettin Kaynak, Hamiyet’in sesine göre besteler yaptı: O Dudaklar, Yasemen, Kirpiklerinin Gölgesi gibi. Bu plaklar, devrinde satış rekorları kırdı. “Gitti de Gelmeyiverdi”, “Makber”, “Bakmıyor Çeşm-i Siyah” seslendirdiği şarkılardan birkaçıdır.

“Fırfırlılar, nervürlüler, ‘koktoroj’ dediği renkten verevler, kloşlar, kara tüllü parlak hasır şapkalar, küçük başları, kırmızı gözleriyle, insana korkuyla bakan sansar etolü yakasına geçirip geziniyordu evin içinde; sırtında simli tuvalet, kolunda körüklü krokodil çanta, öteki elde iğne topuklu, ‘gece ayakkabısı’ üstüne ince saydam muşambadan zamanının gece çizmelerini geçirir, kule gibi olup, kat kat dururdu; bu Tepebaşı’na Hamiyet’i dinlemeye giderken, şu Kristal’e Müzeyyen’e, şu Münir Nurettin’e,,, nikahlara şu tayyörler, senin gelinliğinde şu kadife,,, Rafet’in kupür dantel,,, herkesin gözü bende olurdu!’” (Erbil, 2020: 142)

Hamparsun (Hampartsum Yortusu): Paskalya’nın, yani Surp Zadig’in 40. günü Kristos’un Göğe Yükseliş yortusudur. Perşembeyi izleyen pazar gününe kadar kutlanan bu yortu, geçmişte Vicag (niyet) ya da Can Gülüm adlarıyla bilinip yöresel yemeklerle karşılanırken, günümüz İstanbul’unda, zeytinyağıyla pişmiş enginar yemeğiyle, Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi’nin çatısı altında kutlanmaktadır. O dönemlerde bahara giriş bir başka neşeyle, bir başka coşkuyla kutlanırdı. Hampartsum’da dağ taş, yayla vadi, her yer coşkulu gençlerle şenlenir, ışıldardı. Kızlar kırçiçekleri, özellikle kardelen ve papatya derleyip birbirini süsler, güzelleştirirlerdi. Hampartsum’un geleneksel yemeği, pancar ya da pazı yaprakları (ağtzan), bulgur, tereyağı ve sütle hazırlanan ‘samir’di. Kırlarda ve yaylalarda ise ‘dabgotz’ (tavada kızartılmış) en gözde yiyecekti.

“Yukarıdakilerin de ‘Hamparsun’ günleriymiş. Zaten bunların bayramı, duası, yortusu, ‘merelot’ları hiç bitmez.” (Erbil, 2020: 171)

hankâh: Tarikat yapılarına verilen adlardan biri.

“…cenazelerimiz ribat demektir kervensaray zaviye tekke hankâh da denir maveraünnehirde on bin kadardı bir zamanlar…” (Erbil, 2020: 321)

Hattat Karahisari: Ahmed Karahisari (tam adı: Ahmed Şemseddin Karahisârî; d. 1468, Afyonkarahisar – ö. 1556, İstanbul), Osmanlı hattatı. Yakut-ı Mustasımi akımını benimsemiş ve bu üslubun en güzel örneklerini vermiştir. Sülüs ve Nesih yazının en güzel örnekleri kendisine aittir. Karahisari’nin bu üslubu “Yâkût-ı Rûm” diye anılmıştır.

“Asiye, şimdi de Emin’le birlikte duvarda açtırılmış mumsanna bir pencereyi süsleyen yazıları seyretmeye başladı. Dairevi istiflerdeki kaynaşmayı, rozetleri, hakkak Hamit beyin ‘Maşallah’ını, ‘El Rızkı Al-Allah’ını geçti, ölümünden sonra, Gazi Osman Paşa’nın alnına besmele, göğsüne bir ayet yazan Hacı Mehmet Nuri’nin hattına bir göz attıktan sonra sülüs yazıyla ve altınla yazılıp etrafına tahrir çekilmiş bir başka rozet’in önünde bekledi. Emin, Hattat Karahisari’nın olan yazıyı açıkladı ona: ‘Herkesin yaptığı iş, meydana getirdiği eser mizac ve karakterinin aynasıdır. Herkes yaradılışına göre davranır.’” (Erbil, 2020: 214)

Heart of Glass: 1976 yılında Werner Herzog tarafından yönetilen bir Alman filmi. Küçük bir kasaba, üfleme cam yapan “Ruby Glass” firmasıyla ünlü ve bu firmanın ustası, Yakut Cam’ın sırrını açıklamadan aniden ölünce, kasabada büyük üzüntü ve çaresizlik hakim olur; işletmenin sahibi ise kaybolup giden sırra kafayı iyice takmasını konu alan bir filmdir.

“Avutur mu insan kendini? Ben kendimi avutabildiğimden söylemiyorum; bana göre değil bu  yüce gönüllülük, bu insanı beğenmişlikler; Allah’tan gelen kendini… Ama ne olsa bir ucundan yiğitliğe özenmişler için hoş bir söylevdir Melville’inki.

        Avut insanı ey Tanrı! Avut O’nu:

        Fellini ile avut O’nu,

        Kasanova’sıyla bu dünyanın,

        Tarkovskyle!

        Herzog! Heart of Glass’la! Ama kimdir o sürgün?

        Charlie Chaplin; The Kid’le!

        Grand Illusion’la, Jean Reonir’la!

        Korkunç Ivan’la! Bizler miyiz o sürgün?

        Guguk Kuşunu, Orange Mechanic, The Blue Angel, Markiz’e oturup Şokola Glase                         

isteyerek!.. Kuran ve İncil’le ve Zebur’la dille, yazıyla, sözle, yaratıyla avut… (Erbil, 2020: 212-213)

Hıdırellez Bayramı: Orta Asya, Ortadoğu, Anadolu ve Balkanlar’da kutlanan mevsimlik bayramlardan biridir. Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan Hıdırellez günü, dünyada darda kalanların yardımcısı olduğu düşünülen Hızır ile denizlerin hakimi olduğuna inanılan İlyas’ın yeryüzünde buluştukları gün olarak düşünülür ve kutlanır.

“6 mayıs salı: Hıdırellez bayramı. Bugün mahalleli hep birlikte yukarı çayırlara, Kolej’in sırtlarına, ağaçlara çıktık.” (Erbil: 2020, 175)

hırpani: Perişan, derbeder.

“İkisinin de gözleri solmuş gerilemiştir; davranışları, hırpaniliği; sırtlarında beliren kamburumsuluk…” (Erbil, 2020: 211)

hıyanet: Kutsal sayılan şeylere el uzatma, kötülük etme veya karşı davranma, hainlik, ihanet.

“Amcan nasıl? Yengen? Hıyanet onlar, hıyanet!..” (Erbil, 2020: 232)

hicap: Utanma, utanç, sıkılma.

“İnsan inanamıyor: bunca yüklü bir geçmişten sonra insanoğlunun hâlâ hicap duygusunu yitirmemiş olması!..” (Erbil, 2020: 19)

hippi: Toplumsal düzene, tüketime ve şiddete karşı çıkan, derbederce yaşayan, örgütlenmemiş gençler topluluğu.

“…Allah’ın kendi soluğuyla üfleyerek canverdiği, istiareci hippi Mehmet’in babası Fikret, durmadan düş gören, kara gözlü, şimdi mavi gözlü, şimdi kel başlı, şimdi lepiska saçlı…” (Erbil, 2020: 130)

Hitler: Adolf Hitler (20 Nisan 1889, Braunau am Inn – 30 Nisan 1945, Berlin), Avusturya doğumlu Alman politikacı, demagog ve Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi lideridir. Yirminci yüzyılın en güçlü ve kötü şöhretli diktatörlerden biri olarak kabul edilir. Hitler, Almanya’da I. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan Büyük Buhran’dan güç kazandı. Onun Yahudi karşıtı politikaları ve ırkçı ideolojisi, aşağı ırk mensubu olarak gördüğü milyonlarca insanın ölümüne sebep oldu.

“- Ne kadar katı düşünceler bunlar, arkadaş? Bütün yollar kötüdür, insanlık dışıdır? Peki ama halklar nasıl kimi kazançlar elde etmişlerdir gene de? Hep aynı yerde mi sayıyor dünya! Çelişkileri gözden kaçırıyorsun. Nasıl oldu da Hitler mezalimiyle, Brant dönemini, Kızılderili katliamıyla Kennedy yönetimini eş kefeye koyarız?..” (Erbil, 2020: 257)

hodgâm: Kendi keyfini düşünen. Kendini beğenmiş.

“Bu erkek milleti ne kadar da hodgâm.” (Erbil, 2020: 178)

 hovunu almak:  Kızgınlığını gidermek, hırsını almak anlamında kullanılan bir ifade.

“Varsa yoksa oyun, Allahtan şurda bir avuç avlu var da çıkıp tepiniyor, hovunu alıyor çocuk.” (Erbil, 2020: 171)

hünsa: Erdişi, hem erkek hem dişi gametleri bulunan (birey), erselik, hünsa, hermafrodit.

“Sesi, başının yerine görünen dizlerinden çıkar gibiydi. Tatlı tatlı dinliyorduk; eğleniyor, ne söylese birbirimize, ‘Neden olmasın, olabilir de!’ diyorduk gülümseyerek… Hünsa sesi söndüğü anda boyuna hiç uymayan kocaman kıllı esmer ellerini dizlerinin iki yanından indiriyordu; yerlere sürünüyordu elleri kolların uzunluğundan.” (Erbil, 2020: 38)

I can’t give you anything but love baby

dü dü dü düd dü düüü! anything but love!.. (Erbil, 2020: 77): Louis Armstrong’un “I can’t give anything but love” adlı parçasından alıntı. (https://youtu.be/-xj_9sXa4wU )

Istrati, Panait: Rumen yazardır. Romanya’nın bir liman kenti olan İbrail’de doğan yazar, gençliğini, aralarında İstanbul’un da olduğu pek çok Osmanlı kentinde geçirdi. Gençlik yıllarında devrimci hareketlerin etkisine kapılmış olan Istrati, 1929’da Komünist Partinin daveti üzerine Sovyetler Birliği’ni gezdikten sonra umutsuzluğa kapılmış ve politik mücadelenin dünyada bir şeyleri değiştirmek için yetersiz olduğu fikrini edinmiştir. Pek çok romanında da politikadan, politik mücadeleden çok insanı insan yapan değerler üzerinde durması bu yüzdendir. Panait Istrati romanlarının çoğunda yaptığı yolculukları anlatır. Fakat gezdiği ülkeler değil, tanıdığı insanlar ön plandadır. Istrati’nin eserlerinde gerçek bir insan sevgisi hissedilir. Bu karşılıksız ve koşulsuz sevginin hikâyesindeki kahramanların başına getirdiği belalar kadar, onlara yaptığı katkı da nesnel bir biçimde anlatılır. “Arkadaş” (Mihail), “Akdeniz”, “Sokak Kızı” (Nerantsula) yazdığı eserlerden birkaçıdır.

“…insana olan güvenimizi bir süre için dirilten gene de

belki de ilk kitapları dirilten içimizde

Istrati’yi örneğin…” (Erbil, 2020: 42)

iğdiş: Erkeklik bezleri çıkarılarak veya burularak erkeklik görevi yapamayacak duruma getirilmiş olan. Ortaçağ’da erkeklerin kadınsı seslerini yitirmemeleri için hadım edildikleri söylenir.

“Her söze başlarken kanepeye atın karnıymış gibi bir tepik indiren Atıf, doludizgin bir konuşma tutturmuştu. İğdiş edilmiş bir sesle garip şeyler bulur, konuşurdu. Bugün de Mitterand’ın Yahudi kökenli olduğunu bulmuştu.” (Erbil, 2020: 38)

ihlas: Temiz sevgi ve yürekten bağlılık.

“Dahası kalbinin tümü ile Hak’tan gayrisine kapanması açısından gerekli, ‘olgun ihlas’ı sağlayabilmesi için …” (Erbil, 2020: 209)

 ihvan: Aynı okul veya tarikattan olan kimseler.

“Zehra halamın dediği tarikatta bu ‘hal’, ‘ihvan’ olsa gerekti.” (Erbil, 2020: 132)

ikircim: Kararsızlık, tereddüt.

“Bir anlık bir ikircimden geçti,” (Erbil, 2020: 255)

ipnotik Uyku (Hipnotik uyku) : Bilincin tam olarak kapanmadığı, bilinç dışının ve algıların aktif olduğu bu duruma benzeyen uyku hali.

“İpnotik uykuyu biliyorsun, medyumluk yeteneği olan her adam, parapsikolojik bir sonuç ortaya çıkarabilir, değil mi…” (Erbil, 2020: 126)

isâr: Kendisi muhtaç olduğu halde başkasına nimet vermek, cömertlik, ikram.

“Zehra halam, ‘Komşunu kendinde olanla imrendirmeyeceksin,’ derdi, ‘başkalarının menfaatini kendisininkinden üstün tutacaksın.’ ‘Diğerkâmlık’ derdi, ‘isar’ derdi.” (Erbil, 2020: 52)

iskarpin: Ökçeli, konçsuz ayakkabı.

“Burnu ve topunu açık iskarpinler.” (Erbil, 2020: 140)

Istavroz çıkarmak: Haç çıkarmak.

“Bugün Magdalini geldi, Armine’yi aldı, çoluk cocuk Arnavutköy Panayırı’na çıktılar. Bana ‘İstersen Rafet’i de alalım’ dediler, ama vermedim, geçen gün İstavroz çıkarırken yakaladım yezidi. Gene iyi bir kötek yedi benden muzır piç.” (Erbil, 2020: 179)

istiareci: Ödünç, borç veya eğreti alma, ödünçleme.                  

“…Allah’ın kendi soluğuyla üfleyerek canverdiği, istiareci hippi Mehmet’in babası Fikret, durmadan düş gören, kara gözlü, şimdi mavi gözlü, şimdi kel başlı, şimdi lepiska saçlı…” (Erbil, 2020: 130)

İstiklal Mahkemesi: Türk Kurtuluş Savaşı sırasında ayaklanma çıkaran ve yağmaya girişenleri, bozguncuları, orduya ait silah ve mühimmatı çalanları, casusları, asker kaçaklarını ve bağımsızlık hareketini engelleme amacıyla propaganda yapanları yargılamak için, çıkarılan özel bir kanunla ilk olarak 18 Eylül 1920 tarihinde kurulan mahkemelerdir.

“1 Mayıs, Perşembe: Amele bayramımız. Cemal Efendi geldi, beyimle avluda oturdular, konuştular gene. Şu adamı da zerre kadar sevmem, o geldi mi benimki gider de yerine başkası gelir, hiç aklına uğramaz, içeride karın ne pişiriyor, ne kotarıyor, gelsin kahveler, şuruplar, kurabiyeler, gelsin kavurma, leblebi, rakı, fısıl fısıl konuşur gülerler, hiç ama hiç hazmetmiyorum o sıçan heriften, çeker çeker rakıyı, Serbest Fırka der gülerler, İnönü der gülerler, İstiklal Mahkemesi der gülerler… Sanki Cumhuriyet bizi Yunan’dan, düşmandan kurtarmadı da, maymun oynattı… Fethi bey der gülerler, Rauf der gülerler, Ispartakus der gülerler, Kel Ali der, sükun takriri der, Şeyh Sait der gülerler, Bolşeviklik der gülerler, gülerler oğlu gülerler!” (Erbil, 2020: 175)

istirham: Yalvarma, merhamet dileme.

“Ayrılmak için köyümüzden

İznimi istirham etti

İstirham etti iznimi” (Erbil, 2020: 268)

ivedileştirmek: Acil durumuna getirmek.

“…o işini daha da ivedileştirip

boyundan kaptığı bir deriyi

kuyruğa kadar sıyırıyor…” (Erbil, 2020: 274)

jorjet: Bürümcük görünüşlü, çok bükümlü, genellikle pamuk iplikleriyle dokunmuş bir kumaş.

“… krep jorjetten mozaik desenli bir takım giymişti.” (Erbil, 2020: 146)      

Kafka: Franz Kafka, (3 Temmuz 1883 – 3 Haziran 1924), Almanca konuşan Bohemyalı roman ve hikâye yazarı. 20. yüzyıl edebiyatının en önemli yazarlarından biri olarak kabul edilmektedir. Gerçekçilik unsurlarını ve fantastik unsurları birleştiren eserleri tipik olarak tuhaf veya sürrealist önyargılarla ve anlaşılmaz sosyal-bürokratik güçlerle karşı karşıya kalan izole kahramanlara sahiptir ve yabancılaşma, varoluşsal kaygı, suçluluk ve saçmalık temalarını keşfetme olarak yorumlanmıştır. “Dönüşüm”, “Dava” ve “Şato” en bilinen eserleridir.

“Nasıl bir adamdır nane-kekik’çi.

En çok hangi yemeği sever?

Kafka’yı okumuş olabilir mi?

Lermontov’u?

Melville’i? Moby Dick’i okumadan nasıl kendi dünyasına bakar insan? Nasıl kavrar  

Kendisini?” (Erbil, 2020: 210)

kaleydoskop: Bir ucu buzlu camla kapatılan, metal veya mukavvadan bir boru içine yerleştirilmiş aynaların aracılığıyla, boru içine konulmuş renkli küçük cisimlerin ve görüntülerin oluşturduğu çeşitli biçimleri gösteren araç, çiçek dürbünü.

“Köpekler, tavuk, kaz, horoz ve civcivler bahçenin ortasında sarhoş bir kaleydoskop gibi iç içe dolaşıyorlardı.” (Erbil, 2020: 306)

kantarın topuzunu kaçırmak: Ölçüyü kaçırıp, aşırı davranmak anlamında kullanılan ifade.

“İş artık çığırından çıtı, dedi Emin, kantarın topuzu kaçtı!” (Erbil, 2020: 83)

kıpti: Çingene.

“…Biz anlarız biz kıptiler bir bakışta anlarız kadını…” (Erbil, 2020: 112)

kırçıl:  Kırlaşmaya başlamış, kır renkli.

“Celil’in oturduğu yerden şimdi sadece tiftiklenmiş kırçıl bir yumağı andıran tepesine..” (Erbil, 2020: 242)

 kırizantem: Kasımpatı.

“Kış geldi; kırizantemler açdı;

Bülbül susdu artık neşesi kaçtı.”(Erbil, 2020: 170)

Kızılderili Katliamı: Kristof Kolomb’un 1492’de Amerika Kıtasına ulaşmasından sonraki beş asır boyunca Avrupalılar tarafından kıtanın yerlileri olan Kızılderililere karşı yapılan soykırımlardır. Kızılderilileri soykırıma uğratma yöntemleri arasında onların fiziksel imhası, topraklarının gasp edilmesi, kültürel baskıya uğramaları, tehcir ve zorla kısırlaştırma görülmektedir.

“- Ne kadar katı düşünceler bunlar, arkadaş? Bütün yollar kötüdür, insanlık dışıdır? Peki ama halklar nasıl kimi kazançlar elde etmişlerdir gene de? Hep aynı yerde mi sayıyor dünya! Çelişkileri gözden kaçırıyorsun. Nasıl oldu da Hitler mezalimiyle, Brant dönemini, Kızılderili katliamıyla Kennedy yönetimini eş kefeye koyarız?..” (Erbil, 2020: 257)

The Kid: Charlie Chaplin’in yönetmenliğini, yapımcılığını ve başrolünü üstlendiği, 1921 yapımı sessiz filmdir. Film birçok açıdan Chaplin’in en otobiyografik filmi olarak kabul edilir.

 “Avutur mu insan kendini? Ben kendimi avutabildiğimden söylemiyorum; bana göre değil bu  yüce gönüllülük, bu insanı beğenmişlikler; Allah’tan gelen kendini… Ama ne olsa bir ucundan yiğitliğe özenmişler için hoş bir söylevdir Melville’inki.

        Avut insanı ey Tanrı! Avut O’nu:

        Fellini ile avut O’nu,

        Kasanova’sıyla bu dünyanın,

        Tarkovskyle!

        Herzog! Heart of Glass’la! Ama kimdir o sürgün?

        Charlie Chaplin; The Kid’le!

        Grand Illusion’la, Jean Reonir’la!

        Korkunç Ivan’la! Bizler miyiz o sürgün?

        Guguk Kuşunu, Orange Mechanic, The Blue Angel, Markiz’e oturup Şokola Glase                         

isteyerek!.. Kuran ve İncil’le ve Zebur’la dille, yazıyla, sözle, yaratıyla avut… (Erbil, 2020: 212-213)

Kim Novak: Amerikalı oyuncu ve eski model. En önemli rollerinden birini Alfred Hitchcock’un Vertigo filminde oynayan Novak, 1950’lerin en ünlü oyuncularından biriydi.“The Children (1990)”, “Ölüm Korkusu” (1958) rol aldığı filmlerden bazılarıdır.

“Sokarım banyoya annemi, köpürtürüm, aynen benim gibi gövdesi: Marilyn Monroe memeli, Elizabeth Taylor bacaklı, Lana Turner kıçlı, Kim Novak saçlı…” (Erbil, 2020: 49)

kof: Boş, değersiz, bilgisiz, yetkisiz.

“Çünkü elde ettikleriyle, bizim gözlerimizi kör eden o kof tamahla varolduğunu bilmez mi Asiye?” (Erbil, 2020: 160)

Korkunç Ivan: Sergey Eisenstein’ın yönetmenliğini yaptığı Rus Çarı Korkunç İvan’ın anlatıldığı iki bölümden oluşan filmin ismidir. İlk bölümü 1944’te ikinci bölümüyse politik nedenlerle 1958 yılında tamamlanmıştır. Başlangıçta üç bölüm olarak planlanmış ancak sadece iki bölümü tamamlanabilmiştir.

 “Avutur mu insan kendini? Ben kendimi avutabildiğimden söylemiyorum; bana göre değil bu  yüce gönüllülük, bu insanı beğenmişlikler; Allah’tan gelen kendini… Ama ne olsa bir ucundan yiğitliğe özenmişler için hoş bir söylevdir Melville’inki.

       Avut insanı ey Tanrı! Avut O’nu:

        Fellini ile avut O’nu,

        Kasanova’sıyla bu dünyanın,

        Tarkovskyle!

        Herzog! Heart of Glass’la! Ama kimdir o sürgün?

        Charlie Chaplin; The Kid’le!

        Grand Illusion’la, Jean Reonir’la!

        Korkunç Ivan’la! Bizler miyiz o sürgün?

        Guguk Kuşunu, Orange Mechanic, The Blue Angel, Markiz’e oturup Şokola Glase                         

isteyerek!.. Kuran ve İncil’le ve Zebur’la dille, yazıyla, sözle, yaratıyla avut… (Erbil, 2020: 212-213)

Kujata: Değişik inançlara göre türleri anlatılan ve farklı taş ve metallerden oluştuğu söylenilen yedi cennet vardır ve Araf’ın da içinde bulunduğu yedi cehennem vardır (Kimileri Dünya’yı da bu yedi cehennemden biri sayar.) Yeryüzü büyük bir denizle çevrili, geri kalan bölümde ise çember biçimindeki Kaf Dağı bulunur. Yeryüzü -ışığıyla, gökyüzünün mavi rengini de yansıtan- kutsal taş Sakrat’ın üzerinde oturmuştur. Bu taşın tek bir tanesinin sahibine büyüsel güçler sağladığı ileri sürülür. İşte tüm bunların dev bir meleğin omuzlarında durduğu (Yunan mitolojisinde Atlas), bu meleğin de, birçok gözü ve ayakları bulunan, büyük bir boğa olan Kujata’nın üzerindeki yakuttan bir kayanın üzerinde durduğu ve boğa Kujata’nın da kaosta yüzen devasa bir balık olan Bahamut’un üzerinde durduğuna inanılır.

“… ‘Daha çok Kujata’ya benzediğimi sanıyorum’ dedim. (‘Kujata nedir’ sorsun diye; ‘hani şu bizim yeryüzünü boynuzunda taşıyan kırk bin gözlü,ağızlı, burunlu, kulaklı, ayaklı öküz…” (Erbil, 2020: 88)

Ku-klux-klan: 24 Aralık 1865’te ABD’nin Tennessee eyaletinde kurulan, siyahi karşıtı, beyaz üstünlükçüsü ve göçmen karşıtı, ırkçı bir gizli örgüt.

“Vitrininde Ku-klux-klan’ları andıran bir adam ter ve nefretle çeviriyordu döneri,,, garsonlar, UAT ZIKKIM ALIYORSUNUZ? Dedi, her birine birer pirzola söyledim, getirmediler?” (Erbil, 2020: 10)

kumpanya: Tiyatro topluluğu.

“Alamanya Alamanya

Anya manya kumpanya

Ver elini şampanya” (Erbil, 2020: 33)

Kurt: Milliyetçi Hareket Partisi ile ilişkili Türk aşırı sağ kuruluş ve harekete mensup olanlara takılan isim.

“Savaş yanlısı adamlarla mücadele edecekler, KURT’lar diyorlar onlara, bizimkiler barış yanlısı SEVGİ ÇOCUKLARI, onlar öldürme!” (Erbil, 2020: 47)

Kuzenim Rachel: Kuzenim Rachel filmi 1952 yılında Henry Koster tarafından yönetildi. Film Daphne du Maurier’ın aynı adlı kitabından uyarlandı.

“Teravi namazından sonra Halep işi çıbanlı, gümüş zarflı bardaklardan şuruplar; gergedan ve kokadan yapılma kahve fincanlarında kahveler içmişlerdir; çubuklar tazelenmiştir, konak, komşularla – bu ilkokulun yer aldığı arsadan sonra gelen bahçe içindeki; şimdi, artık kara camdan gözlükleri kırılmış nane-kekikçi’yi andıran kararmış ve suçlu uğultularla dolu, kapıları yer yer ufalanıp dökülmüş, ‘Kuzenim Rachel’ filmlerini anımsatan -komşu köşkten gelen ayvazlar, hizmetkarlar, arabacılar ve aşçılar ve tablakarlar ve semtin fakir fukaraları ile; parlak renkli -mor, sarı, mavi, turuncu, üvez – danteller, sadakorlara sarılmış hanımsultanlar, kadın efendiler, cariyeler, eski padişah eşleri, şeyhler, dervişlerle dolup dolup boşalmıştır.” (Erbil, 2020: 285)

külfet: Sıkıntı, zorluk.

“Ben sürekli bir gönül ilişkisini sürdüremeyecek kadar, külfetli, ağır bir yaşamın içindeydim. (Erbil, 2020: 239)

La Traviata: Giuseppe Verdi’nin bestelediği Francesco Maria Piave’nin librettosunu yazdığı 3 perdelik opera eseri. (https://www.youtube.com/watch?v=WZywmSJkKYE )

“Çoktan dinlemedik Lâle Belkıs teyzemleri, o plaklar hazine hazine: dinleriz; La Traviata’yı!” (Erbil, 2020: 59)

Lana Turner:  1921 yılında doğan ve 1995 yılında ölen Amerikalı oyuncudur. Genelde duygusal rollere girmiş bir oyuncudur. “Diane”, “Postacı Kapıyı İki Kere Çalar” filmlerinde rol almıştır.

“Sokarım banyoya annemi, köpürtürüm, aynen benim gibi gövdesi: Marilyn Monroe memeli, Elizabeth Taylor bacaklı, Lana Turner kıçlı, Kim Novak saçlı…” (Erbil, 2020: 49)

Leonard Cohen: Kanadalı yazar, şair, söz yazarı ve müzisyen. İlk şiir kitabını Montreal’de 1956’da, ilk romanını ise 1963’te yayımlayan Cohen’in erken dönem şarkıları müzikal olarak Avrupa pop müziğine dayanır ve çoğunluğu 1967 yılında çıkan Songs of Leonard Cohen albümünde yer alır.

“Radyoda, Leonard Cohen’in benim de, kızımın da çok sevdiğimiz şarkısı…” (Erbil, 2020: 36)

Lepiska: Uzun, sarı ve yumuşak (saç).

“…Allah’ın kendi soluğuyla üfleyerek canverdiği, istiareci hippi Mehmet’in babası Fikret, durmadan düş gören, kara gözlü, şimdi mavi gözlü, şimdi kel başlı, şimdi lepiska saçlı…” (Erbil, 2020: 130)

Lermontov: Mihail Yuryeviç Lermontov (15 Ekim 1814 – 27 Temmuz 1841), Rus yazar ve şair. “Çağımızın Bir Kahramanı”, “Şairin Ölümü” eserlerinden bazılarıdır. 1841 yılında sürgüne gönderildiği Kafkasya’dan izinli olarak St. Petersburga’a döndükten sonra, izin süresinin bitmesiyle tekrardan Kafkasya’ya dönerken hastalanması sonucu Piyatigorsk kentinde bir süre dinlemek zorunda kalmıştır. Bu kentte kaldığı süre zarfında, 27 Ekim 1841 günü, kralcı bir Fransız subayla düello yapar ve bu düellonun sonucunda yaşamını yitirir.

“Nasıl bir adamdır nane-kekik’çi.

En çok hangi yemeği sever?

Kafka’yı okumuş olabilir mi?

Lermontov’u?

Melville’i? Moby Dick’i okumadan nasıl kendi dünyasına bakar insan? Nasıl kavrar  

Kendisini?” (Erbil, 2020: 210)

Louis XVI:  Sanata ve dönemin sanatçılarına büyük destek veren Fransa Kraliçesi Marie- Antoinette’in eşi olan Fransa Kralı Louis XVI’nin hükümdarlık zamanı süresince sarayda kullanılmaya başlayan ve daha sonrasında ikonik bir mobilya istemine dönüşen mobilya takımı.

 “Cama yakın oturanlar, sandalyeleri çekerek uzaklaştırılar oradan, böylece Turhan, bir anda tek başına karşımızda, kanepede kaldı. Kıçıyla eşelenerek iyice bir gömüldü Louis XVI’nın kalıntısına, ‘Ohh dünya varmış be!’ diye soluklandı.” (Erbil, 2020: 222)

lükstrüm: Dikilmesi ve bakımı oldukça kolay olan ve ülkemizde de yaygın olarak yetiştirilen, yaz kış dayanıklı bir çit bitkisidir.

“Yabangüllerinin, yasemin ve hanımellerinin sarıldığı ağaçların geniş gölgeleri boyunca lukstrumları izleyerek masmavi parlak bir ırmak gibi döne döne akan çakıllı yoldan ilerleyerk…” (Erbil, 2020: 25)

Marilyn Monroe: (1 haziran 1926 – 5 Ağustos 1962). Tüm zamanların en büyük kadın film yıldızlarından biri sayılan Amerikalı oyuncu ve model. Özellikle “Bazıları Sıcak Sever”, “Milyoner Avcıları” filmleriyle ve komedi filmlerindeki “aptal sarışın” tiplemesiyle tanınmıştır. 20. Yüzyılın en ünlü sinema yıldızlarından biri olarak kabul edilen oyuncu, popüler kültürün en büyük simgelerinden biridir.

“Sokarım banyoya annemi, köpürtürüm, aynen benim gibi gövdesi: Marilyn Monroe memeli, Elizabeth Taylor bacaklı, Lana Turner kıçlı, Kim Novak saçlı…” (Erbil, 2020: 49)

Markiz: Önceleri Lebon Pastanesi olarak hizmet veren dükkân, 1940 yılında Avedis Ohanyan Çakır tarafından Markiz Pastanesi adıyla işletilmeye başlanmıştır. Açıldığı günden itibaren edebiyat ve sanat dünyasının müdavimi olduğu Markiz, özellikle Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi pek çok ünlü yazar ve sanatçıyı ağırlamış; Avrupalı dekorasyonu, ünlü “İlkbahar” ve “Sonbahar” tabloları, süsleme ve vitrayları ile 1970’li yıllara kadar Beyoğlu tarihine tanıklık etmiştir. Sezer Tansuğ, Mazhar Resmor’un elinden çıkan vitrayları, “Cumhuriyet döneminde vitray alanında yapılan en çarpıcı uygulama sayılabilir,” diye yorumlar. Hilmi Yavuz ise, “Markiz’e gittiğimizde, orada 1920’lerden kalan Art Nouveau fayans ‘Dört Mevsim’ panolarını seyrederdik. Gözlerimizi yaşlı ve saygın edebiyatçılardan kaçırmanın yollarından biri!” diyerek içeride nasıl bir edebiyat ortamı olduğunu hayal etmemizi sağlar.

“Avutur mu insan kendini? Ben kendimi avutabildiğimden söylemiyorum; bana göre değil bu  yüce gönüllülük, bu insanı beğenmişlikler; Allah’tan gelen kendini… Ama ne olsa bir ucundan yiğitliğe özenmişler için hoş bir söylevdir Melville’inki.

        Avut insanı ey Tanrı! Avut O’nu:

        Fellini ile avut O’nu,

        Kasanova’sıyla bu dünyanın,

        Tarkovskyle!

        Herzog! Heart of Glass’la! Ama kimdir o sürgün?

        Charlie Chaplin; The Kid’le!

        Grand Illusion’la, Jean Reonir’la!

        Korkunç Ivan’la! Bizler miyiz o sürgün?

        Guguk Kuşunu, Orange Mechanic, The Blue Angel, Markiz’e oturup Şokola Glase                         

isteyerek!.. Kuran ve İncil’le ve Zebur’la dille, yazıyla, sözle, yaratıyla avut… (Erbil, 2020: 212-213)

Marksizm: Özgün bir siyasal felsefe akımı, tarihin diyalektik materyalist bir yorumuna dayanan ekonomik ve toplumsal bir dünya görüşü, kapitalizmin Marksist açıdan çözümlenmesi, bir toplumsal değişim teorisi, Karl Marx’ın ve Friedrich Engels’in çalışmalarından çıkarılan, insanın özgürleşmesi ile ilgili bir düşünce sistemidir.

“Son bir yazısında, Asiye’nin, ‘sadece Türk romanına değil, Batı romanına da katkıda bulunan dev bir yazar…’ olduğunu yazarken, tam satırın burasında aklına kendisine selam bile vermeyen o çam yarması romancı herif gelince, cümleyi, ‘sadece Batı romanına da değil, Marksizm’e de Türkiye’den ilk kez katkıda bulunulmuştur…’ diye değiştirmişti.” (Erbil, 2020: 150)

Maveraünnehir: Orta Asya’da, Ceyhun (Amu Derya) ve Seyhun (Siri Derya) nehirleri arasında kalan tarihi bölge.

“…cenazelerimiz ribat demektir kervansaray zaviye tekke hankâh da denir maveraünnehirde on bin kadardı bir zamanlar…” (Erbil, 2020: 321)

meczup: Aklını yitirmiş kimse, deli.

“Gövdesinden ses çıkaran bir meczup geyikmiş artık, konuşurmuş ama ne dediği anlaşılmazmış.” (Erbil, 2020: 37)

Medusa: Yunan mitolojisinde gözlerine bakanı taşa çevirdiğine inanılan yılan saçlı, keskin dişli, dişi canavar.  Gorgon kardeşlerden tek ölümlü olandır. Bu yüzden insanların kahramanı Perseus tarafından öldürülebilmiştir. Perseus, Graeae’nin ona verdiği ayna ile Medusa’ya bakabilmiş ve böylece kafasını taşa dönüşmeden kesebilmiştir. Bazı kaynaklar ise Hermes’in (Merkür) ona verdiği orak ve Athena’nın verdiği ayna ya da kalkan ile onu öldürdüğünü söyler. Sağ taraftaki kanı zehirlidir sol tarafında panzehiri vardır. Kafasını kestikten sonra Medusa’nın boynundan denize sıçrayan iki damla kandan Chrisaor ve Pegasus doğmuştur. Bazı kaynaklarda kafası kesildiğinde Medusa’nın hamile olduğu yazar. İki çocuğun da babası “Deniz Tanrısı Poseidon”dur. Bir diğer kaynak ise Medusa’nın boynundan fışkıran her bir kan damlasının yılanlara dönüştüğünü söylemektedir.

“… ama emredilmiş gitmeliyim emri yerine getirmek öğretilmiş bana sonra fena olur burun burunayız tekneyle tahtasına dokunuyorum bayrak gönderiden saçılan kırmızı at kuyruğu kamçılıyor komzosu ve beni at başı oyulmuş pruvası bir totemi andırıyor burnu çökmüş gözleri çukurda Medusa sağa sola bakınıp yüreğimi dinliyorum çarpıyor boşluğun içine dağılıyor..” (Erbil, 2020: 290)

mehteran: Mehterler.

“Mehteran mı yoksa bunlar, Viyana’ya sefer mi var ha?” (Erbil, 2020: 10)

Mel’un: Tanrı tarafından lanetlenmiş olan, lanetli.

“Şeytan-ı lâin!.. İblis! Odamdan çıkayım da, neyim var neyim yok gitsin değil mi? Defolun oradan! Mel’unlar!” (Erbil, 2020: 143)

menhus: Uğursuz.

“Menhus hastalıktan kurtulamayarak hayata gözlerini yummuştu.” (Erbil, 2020: 146)

metronom: Bir müzik parçasının hangi hızla çalınması gerektiğini gösteren alet.

“Başını bir metronom düzeninde salladı” (Erbil, 2020:58)

mezalim: Zulümler, haksızlıklar, kıyımlar.

“Nasıl olur da Hitler mezalimiyle, Brant dönemini, Kızılderili katliamıyla Kennedy yönetimini eş kefeye koyarız?..” (Erbil, 2020: 257)

milis: Bazı ülkelerde yardımcı güvenlik gücü.

“bütün öteki güvercinlerin,

sürüler, tekler, eşler,

Milisler, kavimler, sevgililer,

Metresler ve ordular halinde sökün ettiklerini,  ” (Erbil, 2020: 14)

Moby Dick: Hermal Melville’nin 1851 yılında yayımlanan ünlü romanı. Kaptan Ahab adlı roman kişisinin Moby Dick adlı balinanın peşinde yaşadığı macerayı anlatır.

“Moby Dick ona göre midir? Şöyle bir sayfasına okursa örneğin…” (Erbil, 2020: 211)

muhtıra: Günlük.

“Baş yastığımı sök, içinden çıkar, ufak kara kapaklı cep muhtıramı getir…” (Erbil, 2020: 166)

mukabele: Toplu yerlerde yüksek sesle hatim okunurken Kur’an okumasını bilenlerin gözleriyle Kur’an’ı takip etmesi, bilmeyenlerin dinlemesi.

“Sabah namazından önce kilise korosunda iğdiş edilmiş çocuk sesleriyle ‘mukabele’ okuyarak ev halkını vecde getirmiş, gözyaşlarına boğmuşlardır.” (Erbil, 2020: 285)

murassa: Değerli taşlarla bezenmiş, cevherlerle süslenmiş.

“… bu adam, kırmızı entari giyermiş,,, üzerine kolon kuşak kuşanırmış,,, kuşağın beş tane,,, murassa altın tokası,,, tokaların üstünde zümrüdüanka tasvir edilmiş…”  (Erbil, 2020: 135)

mübadil: Başkasının yerine getirilmiş, mübadele edilmiş.

“Gene de aç-açık sayılmayız, Menemen’deki bağların yarısı benim, yarısı ağabeyimin; iki ev karşı yakada, bir fırın mübadil etmişler, yarısı benim…” (Erbil, 2020: 176)

mübah: Yapılmasında sakınca görülmeyen.

“Batı’da oluyorsa, ya da Doğu’da da oluyorsa, yedi düvelde de aynen oluyorsa, mübah mı sayılacak günahlar, buna yanıt istedim?” (Erbil, 2020: 91)

müdanaa: Minnet, şükran.

“Ben onlara müdanaa edecek kadın mıyım, ben de iade-i ziyarete gitmedim işte.” (Erbil, 2020: 93)

müflon: İçinde keçe bulunan çok kalın, yumuşak, parlak tüylü kumaş.

“İçi müflonlu çizmelerini altındaki ranzada yatan idamlık Battal’a ısmarlamış;” (Erbil, 2020: 241)

müfreze: Türlü askerî görev ve hizmetlerin yapılması amacıyla küçük birliklerden, belli bir kuruluşa bağlı kalmadan geçici olarak oluşturulan grup.

“Annemin yattığı, boşluğa bakan, o karanlık odanın hem kapısı, hem camı açık olmalıydı ki o anda dışarıdan, ön odanın penceresinden giren partizan güvercin ya da öncü (müfreze?) – bunu asla öğrenmeyecektik…” (Erbil, 2020: 62)

münezzeh: Uzak.

“Görür ne yapsak görür bizi o; öyle duvarda resmi olması da gerekmez, mekandan münezzehtir!” (Erbil, 2020: 115)

Münir Nurettin: 1900 yılında İstanbul’da doğan, 1981 yılında ölünce Aşiyan Mezarlığına defnedilen; Türk müziği tarihinde ilk kez solist olarak konser veren Klasik Türk müziği şarkıcısı ve bestecisidir. Macaristan ve Paris’te müzik eğitimi alan Selçuk, otuz yılı aşkın bir süreyle Istanbul Belediye Konservatuvarı icra heyetinde görev yapmıştır. “Sessiz Gemi”, “Yedi Renk Üstüne Hareli Dağlar”, “Rindlerin Akşamı” bestelerinden bazılarıdır

“Fırfırlılar, nervürlüler, ‘koktoroj’ dediği renkten verevler, kloşlar, kara tüllü parlak hasır şapkalar, küçük başları, kırmızı gözleriyle, insana korkuyla bakan sansar etolü yakasına geçirip geziniyordu evin içinde; sırtında simli tuvalet, kolunda körüklü krokodil çanta, öteki elde iğne topuklu, ‘gece ayakkabısı’ üstüne ince saydam muşambadan zamanının gece çizmelerini geçirir, kule gibi olup, kat kat dururdu; bu Tepebaşı’na Hamiyet’i dinlemeye giderken, şu Kristal’e Müzeyyen’e, şu Münir Nurettin’e,,,nikahlara şu tayyörler, senin gelinliğinde şu kadife,,, Rafet’in kupür dantel,,, herkesin gözü bende olurdu!’” (Erbil, 2020: 142)

mürit: Bir tarikat şeyhine bağlanarak ondan tasavvufun yollarını öğrenen, onun doğrultusunda ilerleyen kimse.

“Saçı sakalı birbirine karışmış, o kırışıklıkla yüzünün neye benzediğini kestiremeyeceğiniz, müridsiz bir peygamberdi sanki.” (Erbil, 2020: 56)

müştemilat: Eklentiler.

“Ufak bir müştemilat, bar-amerikan, hazır bir yer sofrası,” (Erbil, 2020: 262)

nefti: Siyaha yakın koyu yeşil renk.

“Gövdesini sarmalayan nefti bir yelek görünüyordu.” (Erbil, 2020: 70)

nervür: Bir veya iki milimlik pili.

“Fırfırlılar, nervürlüler, ‘koktoraj’ dediği renkten verevler, kloşlar, kara tüllü parlak hasır şapkalar…” (Erbil, 2020: 142)

Newton: Sir Isaac Newton, İngiliz fizikçi, matematikçi, astronom, mucit, filozof ve teolog. 1687’de yayımlanan kitabı Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica, klasik mekaniğin temelini atmıştır ve tarihin en önemli bilimsel kitaplarından biri olmuştur. Bu çalışmasında Newton, evrensel kütleçekimini ve hareketin üç kanununu ortaya koymuş ve sonraki üç yüzyıl boyunca bu bakış açısı bilim dünyasına egemen olmuştur. Newton, dünyadaki nesnelerin hareketleri ile gökyüzündeki nesnelerin aynı doğal yasalar ile yönetildiklerini kendi kütleçekim kanunu ve Kepler’in gezegen hareketleri kanunu arasındaki tutarlılıklar ile göstermiştir. Newton ilk yansıtmalı teleskobu geliştirmiş, beyaz ışığın bir prizmaya tutulduğunda farklı renklerden bir tayf yapması gözlemi sonucu bir renk kuramı oluşturmuştur.

“Turhan, birden uzayla ilgili bir konuşma başlattı. Newton’un Maimonides mezhebinden olduğunu, bu tektanrıcı Yahudi’nin dünyaya gelmiş en büyük bilim dehasına sahip olduğunu, ama ne yazık ki bu hastalıklı, kavgacı, cılız herifin kadınlarla yatamadığından, dünyanın en büyük zevkinin tadına varamadan öldüğünü anlatıyor; erkeklik organının küçük olduğunu sanan ve bu yüzden kadınlara yanaşamayan birçok büyük adam olduğuna geçerek, işittiğimiz sesi unutturmaya çalışıyordu!..” (Erbil, 2020: 106)

Nietzsche: Friedrich Wilhelm Nietzsche, Alman filolog, filozof, kültür eleştirmeni, şair. Din, ahlâk, modern kültür, felsefe ve bilim üzerine metafor, ironi ve aforizma dolu bir üslupla eleştirel yazılar yazmıştır. Nietzsche’nin kilit fikirlerini Apollon-Dionysos ikiliği, Perspektivizm, Güç İstenci, “Tanrı’nın ölümü”, Üstinsan ve bengi dönüş oluşturur. Felsefesinin merkezini oluşturan şey, kişinin coşkun enerjisini sömüren her türlü öğretinin, toplumsal olarak ne kadar geçerli olursa olsun sorgulanarak “hayatın olumlanması”dır. Hakikatin değeri ve nesnelliği üzerine yürüttüğü kökten sorgulaması, geniş çaplı yorumların odağını oluşturur ve etkisi özellikle kıta felsefesi geleneğinde varoluşçuluk, postmodernizm ve postyapısalcılık da dâhil olmak üzere devam etmektedir.

“Şurada, şu salonda kimi en çok severim diye baksam, çocukluktan kalma alışkanlıkla (- anneyi mi seviyorsun, babayı mı? Halanı unutma! Bak halacığım sana neler getirmiş Nesli! Bak Kuran-ı Kerim küçücük! Bak bak kapağına, altın yaldızlı yaa!.. Halayı mı seviyorsun en çok, anneyi mi? Ahmet Haşim’i mi, Abdülhak Hamid’i mi? Sadi’yi mi, Nietzsche’yi mi? Mustafa Kemal’i mi, İnönü’yü mü, İzmir’i mi, Paris’i mi? Serhat’ı mı, Bilge’yi mi? Kıymalı böreği mi, su böreğini mi?) Yıldız’dan sonra gelmez Necdet!, ama!.. Hepsinden önce Fikret  mi gelir?… Yoksa Gülgül mü!.. Belki de Azade?…” (Erbil, 2020: 237)

opal: İnce, düzgün dokunmuş pamuklu kumaş.

“Kendi ördüğü tentene robalı pembe opal geceliğinin üzerinde geçen hafta giydirdiğim çiçekli pazen sabahlığıyla.” (Erbil, 2020: 27, 28)

Optalidon: Baş, diş, kas ağrılarıyla, ağrıya bağlı uykusuzluk, nevralji, interkosta, siyatik, romatizma, dizmenore, soğuk algınlığı, grip travma ve ameliyat sonrası oluşan ağrıların giderilmesinde kullanılan ilaç.

“Babası işinden döner dönmez iki optalidon yutan bir oğul.” (Erbil, 2020: 48)

organze: İpek veya keten iplikle dokunmuş, tülbent inceliğinde bir tür kolalı kumaş.

“Televizyonda, kurdeleler, organzeler içinde, cırtlak sesli dört yaşlarındaki bir kız çocuk…” (Erbil, 2020: 193)

Otomatik Portakal:  Anthony Burgess’in aynı adlı yapıtından uyarlanan 1971 yapımı film. Filmin yönetmeni Stanley Kubrick’tir. Britanya’da endüstri sonrası bir şehirdeki, ahlaki değerlerin birbirine karıştığı, iyi ve kötünün ayırt edilemez hale geldiği bir toplumda, gençlerden oluşan bir çetenin insanlara uyguladıkları şiddeti ve Alex üzerinden insan doğası ve toplumsal değerlerin çatışmasını konu eder. 

 “Avutur mu insan kendini? Ben kendimi avutabildiğimden söylemiyorum; bana göre değil bu  yüce gönüllülük, bu insanı beğenmişlikler; Allah’tan gelen kendini… Ama ne olsa bir ucundan yiğitliğe özenmişler için hoş bir söylevdir Melville’inki.

        Avut insanı ey Tanrı! Avut O’nu:

        Fellini ile avut O’nu,

        Kasanova’sıyla bu dünyanın,

        Tarkovskyle!

        Herzog! Heart of Glass’la! Ama kimdir o sürgün?

        Charlie Chaplin; The Kid’le!

        Grand Illusion’la, Jean Reonir’la!

        Korkunç Ivan’la! Bizler miyiz o sürgün?

        Guguk Kuşunu, Orange Mechanic, The Blue Angel, Markiz’e oturup Şokola Glase                         

isteyerek!.. Kuran ve İncil’le ve Zebur’la dille, yazıyla, sözle, yaratıyla avut… (Erbil, 2020: 212-213)

örfi idare: Sıkıyönetim, olağanüstü zamanlarda ve durumlarda ülkede güvenliğin sağlanması için ordunun yardımıyla gerçekleştirilen yönetim.

“Sana bir şey diyeceğim, doğrusunu istersen, bu Örfi İdare’yi sevdim ben, biliyor musun…” (Erbil, 2020: 118)

panama: Orta Amerika’da yetişen bir bitkinin yapraklarından örülmüş yumuşak hasır şapka.

“Babamın panama şapkası, melon şapkası, ceket-atay’ı, ayakları su topladığından eskitemediği yeni kalan ayakkabıları, annemin tuvaletleri, tayyörleri, tüllü kara şapkası…” (Erbil, 2020: 75)

pantantif: İnce bir zincirle boyna asılan değerli süs eşyası.

“Şu senin bana taktığın pantantif şimdi çok para eder?” (Erbil, 2020: 87)

parapsikolojik: Ruh bilimi ile ilgili.

“İpnotik uykuyu biliyorsun, medyumluk yeteneği olan her adam, parapsikolojik bir sonuç ortaya çıkarabilir, değil mi…” (Erbil, 2020: 126)

pavurya: Bir cins iri yengeç.

“…babasıyla teyzesini çırılçıplak

görmüş ve ürkmüştü çok

babasının ağır ve kocaman kıçı bir pavurya gibi                                                

teyzesinin havada çırpınan çöp bacakları” (Erbil, 2020: 108)

pazen: Dokuması kalın, sık ve yumuşak, bir tür pamuklu bez.

“Kendi ördüğü tentene robalı pembe opal geceliğinin üzerinde geçen hafta giydirdiğim çiçekli pazen sabahlığıyla.” (Erbil, 2020: 27, 28)

peyda: Belli, açık, peydah.

“Hiçbir yerden gelmeden kendi kendilerine peyda oldular güvercinler..” (Erbil, 2020: 204)

pıtrak: Çok taneli, sık.

“Bak evinin bahçesinden; pıtrak gibi bahçen!” (Erbil, 2020: 74)

Pontiac: Klasik araba markası.

“Geç kaldığımı, kapıya kocaman bir Pontiac’ın yapıştığını görmezliğe geliyordu annem.” (Erbil, 2020: 94)

psikasteni: Saplantıların çoğunun kökünde bulunan akıl ve ruh zayıflığı.

“…ellerini bir yerine beş kez yıkadığını da bilirdi halam; ama, ‘Temizlik imandan gelir!’ der geçerdi (bence psikasteni dedikleri bozukluktan da varmış Süslü İzzet Paşa’da…” (Erbil, 2020: 286)

reşat: Altın.

“Yastığımın altında mı bak bakalım reşatlar?” (Erbil, 2020: 250)

ribat: Sınır boyları ve stratejik mevkilerde önceleri askerî amaçlı müstahkem alanlardır. İslamiyetin ilk yıllarında sınır karakolları denenilebilecek türden savaşta kullanılan hayvanların bağlandığı çitler ile savaşa gidenlerin konakladığı basit çadırlardan ibaret olan ribâtlar giderek müstahkem yapılara dönüştü. Zamanla kalelere de ribat denilmeye başlandı. Sınırlar genişledikçe sayıları artan ribatların zamanla işlevleri de değişmeye başladı. Çoğunluğu vakıflarla idare edilen ribat denilen binalar içerisinde barınanların her türlü ihtiyacını karşılayabilecek konfora sahip oldular. Zamanla savaş işlevini yitiren ribatlar, bulundukları coğrafyanın şartlarına göre, kervansaray, tekke ve medrese binalarına dönüştüler.

“… selçuklularda ise kervansaraylarda konaklardı cenazelerimiz ribat demektir kervansaray zaviye tekke hankâh da denir maveraünnehirde on bin kadardı bir zamanlar…” (Erbil, 2020: 321)

Risalet-ül Gufran: İbnü’l-Kārih ve Devhale lakaplarıyla anılan Ali b. Mansûr el-Halebî’nin 424 (1033) yılında Maarrî’ye yazdığı mektuba cevap olarak kaleme alınmıştır. Risâletü’l-ġufrân iki bölümden oluşmaktadır. Mektuba asıl şöhretini sağlayan birinci bölüm, cennet ve cehennemle bunların ehlinin sıfatlarını konu edinen hayalî bir yolculuğu ve bu yolculukta meydana gelen olayları içermektedir. İkinci bölümü İbnü’l-Kārih’e cevap mahiyetinde olup burada tanınmış zındıklar, sapık mezhepler, bunların ileri gelenleri hakkında bilgi verilir ve genellikle isabetli değerlendirmeler yapılır.

“Ya da beriki, Dante’nin Divina Commedia’sını Ebûl-Ala Maarî’nin Risalet-ül Gufrân adlı kitabından aynen çaldığını ispat etmekle tüketir hayatını; doğrudur da, çalmıştır, biliniyor da pekala, amma, ne fayda, gerçek artık o gerçek değildir, gerçek kaymıştır artık, Divina Commedia, Dante’nindir.” (Erbil, 2020: 77)

roba: Bir giyeceğin göğüsle omuz arasında kalan bölümüne eklenen parça.

“Kendi ördüğü tentene robalı pembe opal geceliğinin üzerinde geçen hafta giydirdiğim çiçekli pazen sabahlığıyla.” (Erbil, 2020: 27, 28)

Sa’dî: Fars edebiyatının en büyük şairlerinden biri olarak kabul edilir. Eserlerinde Farsça’da kullanılan Türkçe kelimelere de yer veren Sa‘dî’nin şiir ve nesrinin en bâriz özelliği akıcı ve sehl-i mümteni‘ olmasıdır. Sa’dî, yaşadığı dönemde yaygın nazım şekli olan gazeli müstakil bir edebî tür olarak mükemmelliğe kavuşturmuştur. Divanında âşıkane gazeller çoğunluktadır. Manzum ve mensur eserlerinde Farsça’da eskiden beri yaygın biçimde kullanılan atasözlerinden faydalanmış, bunun yanında toplumun düşünce ve isteklerine tercüman olan özlü sözleri atasözü haline gelerek günümüze kadar kullanılagelmiştir. Sa‘dî’nin tesiri sadece Fars edebiyatıyla sınırlı kalmamış, Türk ve Urdu edebiyatlarıyla Batı dünyasında da önemli izler bırakmıştır. Şairin en ünlü eserleri arasında, “Gülistan” ve “Bostan” bulunmaktadır.

“Şurada, şu salonda kimi en çok severim diye baksam, çocukluktan kalma alışkanlıkla (-anneyi mi seviyorsun, babayı mı? Halanı unutma! Bak halacığım sana neler getirmiş Nesli! Bak Kuran-ı Kerim küçücük! Bak bak kapağına, altın yaldızlı yaa!.. Halayı mı seviyorsun en çok, anneyi mi? Ahmet Haşim’i mi, Abdülhak Hamid’i mi? Sadi’yi mi, Nietzsche’yi mi? Mustafa Kemal’i mi, İnönü’yü mü, İzmir’i mi, Paris’i mi? Serhat’ı mı, Bilge’yi mi? Kıymalı böreği mi, su böreğini mi?) Yıldız’dan sonra gelmez Necdet!, ama!.. Hepsinden önce Fikret mi gelir?… Yoksa Gülgül mü!.. Belki de Azade?…” (Erbil, 2020: 237)

Saint Seans: Charles Camille Saint-Saëns (d. 9 Ekim 1835 – ö. 16 Aralık 1921), Fransız besteci, orkestra şefi, orgcu ve piyanisttir. Hayvanlar Karnavalı, Introduction and Rondo Capriccioso, Dans Makaber en bilinen eserleridir.

 “…ut yerine de keman çaldırıyordum Hidayet’e! Akşamüstü çaldığı parçamız Sarazate’nin Habanera’sıymış, başka vakitler de en çok Mendellson, kimi vakit de Saint Seans çalarmış!..” (Erbil, 2020: 96)

Sarasate-Habanera: Pablo Martín Melitón de Sarasate y Navascués (10 Mart 1844 Pamplona, İspanya – 20 Eylül 1908 Biarritz, Fransa), Romantik dönem olarak adlandırılan dönemde ünlü bir İspanyol kemancı. Habanera ise Sarasete’nin bestelerinden biridir.

(https://youtu.be/th0t9Hza8rk )

 “…ut yerine de keman çaldırıyordum Hidayet’e! Akşamüstü çaldığı parçamız Sarazate’nin Habanera’sıymış, başka vakitler de en çok Mendellson, kimi vakit de Saint Seans çalarmış!..” (Erbil, 2020: 96)

Semiha Berksoy:  Türk opera sanatçısı, tiyatrocu ve ressamdır. Türkiye’nin uluslararası alanda tanınmış ilk sanatçılarından birisi ve Cumhuriyet döneminin sanat simgelerindendir. Sesli ilk Türk filminde ve Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ile sahneye konan ilk Türk operasında, Ankara Devlet Opera ve Balesinde opera sanatının başlıca yapıtlarının ilk sahnelenişlerinde sahne aldı. 1939’da Berlin’de Richard Strauss’un “Ariadne auf Naxos” isimli eserinde başrol oynayarak Batı Avrupa’da sahneye çıkan ilk Türk opera sanatçısı unvanının sahibi oldu. Görsel sanatlarla da hep yakından ilgilendi ve önemli uluslararası sergilere eserleriyle katıldı. Berksoy, sanatın daha birçok alanında ilkleri gerçekleştirdiği için “ilklerin kadını” olarak tanınmıştır.

“… gene de arıyoruz: sevdiği yemekleri, gittiği sinemaları; Şehzadebaşı’ndaki Felek’i, İstiklal Caddesi’ndeki Elhamra’yı, Oriento’yu “Hayalin Sonu” filminin, “Adieu mein kleiner gardoffizier, Adieu!”  Şarkısını söyleyerek arıyoruz, ilk sazlı sözlü, şarkılı yerli filmimize birlikte gittikti dediklerinden babamla, İstanbul Sokakları’nda arıyoruz, Jönpremiyer Rahmi bey, Semiha Berksoy, Talat Artemel, Hazım Körmükçü ile birlikte; Maksim’i, Hamiyet’i, Majik’i yeniden dönüp boşluğu, apartman karanlığını aydınlığını arıyoruz…” (Erbil, 2020: 316)

selotype: Seloteyp. Yapıştırma işlerinde kullanılan, ince, saydam, bir yüzü yapışkan şerit, selobant.

“Ama bu kapı hep kapalıdır, kapının üstüne selotyple yapıştırılmış afişte, iki bacağını ayırmış mayolu bir sarışın teslim olmuştur lacivert deniz kıyısına…” (Erbil, 2020: 43)

Send her your love

with a dozen roses

make sure that she knows it

witth a flower from your heart… (Erbil, 2020: 276): Stevie Wonder’ın “Send One Your Love” adlı parçasından alıntı. (https://www.youtube.com/watch?v=jMvVYCV-d8E )

serasker: Sadrazamlık göreviyle yükümlü olmayan ve Osmanlı ordusunun komutanlığını yapan vezirin unvanı.

“… köklü bir ailedir, babası da seraskerdi, efendim!” (Erbil, 2020: 301)

Serbest Fırka: Serbest Cumhuriyet Fırkası, Cumhuriyet döneminde kurulan ve çok partili siyasal yaşama geçiş yolunda ikinci deneme olan siyasi partidir. Fethi Bey, Paris Büyükelçiliği’nden dönerken, Gazi Mustafa Kemal’in teklifi aynı zamanda kabulüyle Serbest Fırka’yı kurdu. Fırka programında, cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve laiklik prensiplerine bağlı olduğunu, yabancı servetlerin Türkiye’ye girmesinin teşviki arzu ediyor, bununla birlikte ekonomik yaşamda sürekli devletin müdahalelerine karşı çıkılıyordu.

“1 Mayıs, Perşembe: Amele bayramımız. Cemal Efendi geldi, beyimle avluda oturdular, konuştular gene. Şu adamı da zerre kadar sevmem, o geldi mi benimki gider de yerine başkası gelir, hiç aklına uğramaz, içeride karın ne pişiriyor, ne kotarıyor, gelsin kahveler, şuruplar, kurabiyeler, gelsin kavurma, leblebi, rakı, fısıl fısıl konuşur gülerler, hiç ama hiç hazmetmiyorum o sıçan heriften, çeker çeker rakıyı, Serbest Fırka der gülerler, İnönü der gülerler, İstiklal Mahkemesi der gülerler… Sanki Cumhuriyet bizi Yunan’dan, düşmandan kurtarmadı da, maymun oynattı… Fethi bey der gülerler, Rauf der gülerler, Ispartakus der gülerler, Kel Ali der, sükun takriri der, Şeyh Sait der gülerler, Bolşeviklik der gülerler, gülerler oğlu gülerler!” (Erbil, 2020: 175)

Sevgi Çocukları: Aynı zamanda ‘Çiçek Çocuklar’ olarak anılan, 1968’teki Vietnam Savaşı’yla beraber örgütlenen barış yanlısı solcu grup.

“Savaş yanlısı adamlarla mücadele edecekler, KURT’lar diyorlar onlara, bizimkiler barış yanlısı SEVGİ ÇOCUKLARI, onlar ÖLDÜRME!” (Erbil, 2020: 47)

seyri süluk: Tasavvuf yolculuğu veya manevi yolculuk.

“Sen seyri süluka ait on menzili ve yüz makamı yeniden geç hele de Allah seni bağışlasın?..” (Erbil, 2020: 309)

simsar: Sözlükte “koruyan, gözeten, alıcı ile satıcı arasındaki aracı” anlamına geldiği gibi her işin / mesleğin ehline simsâr, bir yöreyi avucunun içi gibi bilen kişiye ise simsârü’l-arz adı verilir. Aslının Ârâmîce’de “pazarlıkçı” (müsâvim) mânasındaki sifsârâ veya Farsça’da alıcı ile satıcı arasındaki aracıyı ifade eden sîb-sâr olduğu ileri sürülmektedir. 

“Yabancı simsarlar ve biraz da eşraftan adamlarla ve Milli Kurtuluş Savaşı’nın -zaferin- ünlü kişileriyle bir arada bulunması…” (Erbil, 2020: 215)

Siyah ebrûların duruben çatma

Gamzen oklarını âşıka atma

Sana gönül verdim beni ağlatma

Benim gözüm nuru gönlüm süruru (Erbil, 2020: 296): Lem’i Atlı tarafından bestelenen, Kul Mehmet tarafından yazılan “Siyah Ebruların Duruben Çatma” adlı şarkıdan bir alıntı. (https://www.youtube.com/watch?v=-nMPH91PAAE )

siyatik: Kalça sinirlerinde oluşan ağrılı hastalık.

“Ama siyatikli bacağıyla çok az çıkabiliyor balığa, yaşam onu da zorluyor artık.” (Erbil, 2020: 190)

Speak soon darling speak soon, love is a spark lost in the dark, too soon too soon (Erbil, 2020: 86): Speak Low adlı şarkının sözleriKurt Weill / Ogden Nashtarafından yazılmıştır. Bir yorumu için: (https://www.youtube.com/watch?v=0iWHd1n1s8E )

Susanne takes you down/ to her place near the river (Erbil, 2020: 54): Leonard Cohen’in “Suzanne” adlı şarkısından alıntı. (https://www.youtube.com/watch?v=RF3SJerPG7g )

Şeker Ahmet Paşa: Osmanlı ressamı, asker ve bürokrat. Asıl adı Ahmet Ali’dir. İstanbul’un Üsküdar semtinde doğdu. 1855 yılında Tıbbiye Mektebine girdi. Tıp öğrenimini tamamlamadan Harbiye Mektebi’ne geçti. Harbiye Mektebinde aldığı anatomi ve perspektif dersleri ile resim yeteneğini geliştirdi. Resme olan ilgisi ortaya çıkınca Sultan Abdülaziz tarafından Paris’e gönderildi. Burada yedi yıl Gerome ve Boulanger atölyelerinde çalıştı. “Ormanda Yol”, “Çoban Köpekli Peyzaj”, “Yelkenliler” önemli eserlerinden bazılarıdır.

“Sallanarak yan duvara doğru yürüdü, duvardaki resimleri bir bir gözden geçirdi. Şeker Ahmet Paşa’nın yağlıboya Kızkulesi’nin önünde durdu, “Protesto ediyorum!” Dedi ve işemeye başladı duvarın dibine…İşi bitince, “Benim oğlum da devrimci!” Dedi, dönüp yerine oturdu.” (Erbil, 2020: 253)

şilep: Yük gemisi.

“Kıyıya yakın geçen büyük şileplerin ve tankerlerin sesini,” (Erbil, 2020: 188)

Şirket-i Hayriye: Şirket-i Hayriye, 1854’ten 1945’e kadar Boğaziçi’nde yolcu ve yük taşımacılığı yapan vapurculuk anonim şirketi. 17 Ocak 1851’de Reşid Paşa’nın desteği ve dönemin padişahı Abdülmecid’in onaylamasıyla kuruldu. Şirketin özelliği Türkiye’de kurulan ilk anonim ortaklık olmasıydı. Şirketin kuruluş Nizamnamesi Mecelle sahibi, Türk Hukuk ve Edebiyat adamı Ahmet Cevdet Paşa tarafından hazırlandı.  Galatalı banker Manolaki Baltazzi’nin İngiltere’den yandan çarklı 6 vapur birden ısmarladı. Vapurların Türkiye’ye gelmeleri 1854’ü buldu. İlk zamanlarda Tersane-i Amire vapurlarıyla aralarında rekabet olmaması için yalnız Eminönü ile Boğaz köyleri arasında sefer yapma hakkı verilen şirket, ilk seferini Üsküdar’a yaptı.

“İskelede Şirket-i Hayriye bekliyordu. Üst üste bazen üçü dördü birden yanaşırdı: Kömür kıtlığından seferleri azaltılmış olan Boğaziçi, Sarıyer, Yeniköy, Rumelihisarı sabah bir sefer yapıp iskelede yatarlardı tombul tombul.” (Erbil, 2020: 189)

tahakküm: Baskı, zorbalık, hükmetme.

“…bizleri korkutmaktan alıkoymak, korkutmaya, tehdide, gözdağı vermeye, böylece insanı tahakküme ve köleleştirmeye kalkanlardan korumak…” (Erbil, 2020: 223)

takke:  İnce kumaştan dikilmiş veya ipten örülmüş, çoğunlukla yarım küre biçiminde başlık.

“O renk bir takke örerim sana” (Erbil, 2020: 137)

takunya: Genellikle hamam vb. ıslak tabanlı yerlerde kullanılan, yüksek ökçeli, ağaçtan yapılmış bir tür ayak giysisi, nalın.

“Batılı bir kadın olmak azmindeydi Asiye

Takunyalarla sokaklarda dolaştığı

Ikına sıkana su taşıdı kovalarla

Teyzesinden olma yeni kızın boklu bezlerini yıkadığını

Başının örttürülüp camiye yollandığını unutmak

İstiyordu.” (Erbil, 2020: 108)

Talat Artemel: Türk sinema oyuncusu, yönetmen ve senarist. Tiyatro sanatçısı Cahide Sonku’nun ilk eşi. Sanat yaşamına tiyatro oyunculuğu ile başladı. Raşit Rıza Samako Tiyatrosu ve İstanbul Şehir Tiyatroları da dahil birçok toplulukta rol aldı. 1928 yılında bir kısa filmde oyunculukla sinemaya geçmesinin ardından 1944 yılında ilk senaryosu filme alındı, aynı yıl yönetmenliğe başladı. Senaryo yazımını bırakmasına rağmen oyunculuk ve yönetmenliği sürdüren sanatçı, 1957 yılında bir sinema filmi çekimi için gittiği Bolu’da yaşamını yitirdi.

“… gene de arıyoruz: sevdiği yemekleri, gittiği sinemaları; Şehzadebaşı’ndaki Felek’i, İstiklal Caddesi’ndeki Elhamra’yı, Oriento’yu “Hayalin Sonu” filminin, “Adieu mein kleiner gardoffizier, Adieu!”  Şarkısını söyleyerek arıyoruz, ilk sazlı sözlü, şarkılı yerli filmimize birlikte gittikti dediklerinden babamla, İstanbul Sokakları’nda arıyoruz, Jönpremiyer Rahmi bey, Semiha Berksoy, Talat Artemel, Hazım Körmükçü ile birlikte; Maksim’i, Hamiyet’i, Majik’i yeniden dönüp boşluğu, apartman karanlığını aydınlığını arıyoruz…” (Erbil, 2020: 316)

tamah: Açgözlülük.

“Çünkü elde ettikleriyle, bizim gözlerimizi kör eden o kof tamahla varolduğunu bilmez mi Asiye?” (Erbil, 2020: 160)

tanzim: Düzenleme, düzen verme, yoluna koyma.

“Uzun sözün kısası, dedi: bugün milletler kendi kaderlerini kendileri saptayamazlar, bu kader başka güçlerce tanzim edilmiştir, edilmektedir ve edilecektir de.” (Erbil, 2020: 82)

tapon: Niteliği düşük, eski, elde kalmış.

“Anneme göre şöyle üst tabakandan biriyle, adam gibi izdivaç yapmamamın nedeni kahrolasıca kaputumla, o sandviççi takımı tapon arkadaşlarımdı, yoksa, bu güzellik bendeyken ne partiler vurabilirmişim ben!” (Erbil, 2020: 53)

taraça: Seki.

“…

taraça taraça inen toprağın eğimi arasındaki

o düzlüğe saklamak istediği bir evi

bir hayatı

bu arsanın tam kıyısına” (Erbil, 2020: 21)

Tarkovsky: Andrey Arsenyeviç Tarkovski; Rus film yönetmeni, yazar ve aktör. Sinema tarihinin önemli yönetmenlerinden biridir. Şiirsel sinemanın önde gelen isimlerindendir. “Kurban” (1986),  “Nostalji”(1983), “Bugün Kimse İşten Çıkarılmayacak” (1959), “Katiller”(1956) yönettiği filmlerinden bazılarıdır.

 “Avutur mu insan kendini? Ben kendimi avutabildiğimden söylemiyorum; bana göre değil bu  yüce gönüllülük, bu insanı beğenmişlikler; Allah’tan gelen kendini… Ama ne olsa bir ucundan yiğitliğe özenmişler için hoş bir söylevdir Melville’inki.

        Avut insanı ey Tanrı! Avut O’nu:

        Fellini ile avut O’nu,

        Kasanova’sıyla bu dünyanın,

        Tarkovskyle!

        Herzog! Heart of Glass’la! Ama kimdir o sürgün?

        Charlie Chaplin; The Kid’le!

        Grand Illusion’la, Jean Reonir’la!

        Korkunç Ivan’la! Bizler miyiz o sürgün?

        Guguk Kuşunu, Orange Mechanic, The Blue Angel, Markiz’e oturup Şokola Glase                         

isteyerek!.. Kuran ve İncil’le ve Zebur’la dille, yazıyla, sözle, yaratıyla avut… (Erbil, 2020: 212-213)

tayf: Görüntü, hayalet, ruh.

“Beyoğlu’nun binlerce yıllık karanlığına bir adım attık ve bir tayf gibi kaybolduk.” (Erbil, 2020: 138)

tekmil: Tamamlama, bitirme.

“Çocuk meme emerken üstüne gelirse lohusa, o vakit tekmil memede kalır, yapışır çocuk?” (Erbil, 2020: 164)

teneşir paklamak : Yaşarken kirli işlere bulaşan kimseler için tek çıkar yol ölüm olmak.

“Karı kız peşine düştü zarar; kırkından sonra azanı teneşir paklar ama, onu görürsen öyle söyle..” (Erbil, 2020: 232)

tentene: Dantel.

“Kendi ördüğü tentene robalı pembe opal geceliğinin üzerinde geçen hafta giydirdiğim çiçekli pazen sabahlığıyla.” (Erbil, 2020: 27, 28)

tenzilat: İndirim.

“Kurt’larla savaşmaya hiç de uygun olmayan, tenzilatlı satışlardan bin liraya düşürdüğü ayna ayna yanan kara rugan çizmelerini hava diker.” (Erbil, 2020: 51)

tevekkeli: Boşuna, sebepsiz olarak.

“Tevekkeli sımsıkı kapalı tutuyordu sandığını da, tıpkı ağzı gibi…” (Erbil, 2020: 52)

uhrevi: Öbür dünya ile ilgili, ahiret ile ilgili, dünyevi karşıtı.

“Dünyevi ve uhrevi zevkleri birleştirmiş bir adam olmalıdır.” (Erbil, 2020: 285)

ümük: (halk ağzında) Boğaz.

“Bir kere gel demişiz gelmiş çökmüş ümüğümüze.” (Erbil, 2020: 80)

vaki: Olan, olmuş.

“…ve vaki oldu ki

bir ara

ayak tırnakları

sonra sap ayak göründü” (Erbil, 2020: 98)

varak: Altın, gümüş veya başka madenler dövülerek oluşturulan ince, parlak yaprak, altın varak, gümüş varak.

“Şamdanları gümüş, varak yaldız sehpa ve koltukları geçmişini kimsenin çıkaramadığı, etajerleri, çeşitli bibloların nasıl birer birer eridiğini onlar yerine, aylık mazot masraflarının, emlak vergilerinin, kapıcı ve yiyecek giderlerimizin karşılandığını bilmekteyiz…” (Erbil, 2020: 17)

vecde: Tasavvuf terimi olarak “kasıt ve zorlama olmadan Allah’ın bir ihsanı şeklinde sâlike gelen ve onu kendinden geçiren mânevî çarpıntı”.

“Sabah namazından önce kilise korosunda iğdiş edilmiş çocuk sesleriyle ‘mukabele’ okuyarak ev halkını vecde getirmiş, gözyaşlarına boğmuşlardır.” (Erbil, 2020: 285)

vehim: Kuruntu.

“Zaten ilgilenen yok, kendi aramızda şöhretler yaratıyoruz işte, ben seni yaratıyorum, sen beni! Hih! Hih! Hih! Vehim bizimkisi vehim! Hih! ” (Erbil, 2020: 259)

Yada Taşı: Türk ve Altay mitolojilerinde Simya Taşı. Türk mitolojisinde yağmur yağdıran sihirli taş. Büyü Taşı. Tanrı, büyük kamlara bu taşı armağan etmiştir. Böylece istenildiği gibi yağmur ve kar yağdırılabilir, hava olaylarına tesir edilebilir. Yağmur, kar ve don getirebilir. Yumruk büyüklüğünde ve koyu renklidirler. Üzerleri damar damar çizgilidir. Soğukturlar. İçinden sesler gelir fakat içi boş değildir. Kullanıldıkça zayıflar ve gücü geçer. En iyileri kendiliğinden kutlu hayvanların şeklini almıştır. Özel bir yerde muhafaza edilir ve sık sık ele alınmaz. Sadece gerektiğinde kullanılır. Kurdun karnından çıktığı söylenir. Koruyucu olduğu da söylenir. Çin kaynaklarına göre Türk şamanları savaşlarda kar ve yağmur yağdırarak zaferler kazanmışlardır.

“Yağmuru yağdıran, atlara sahip çıkan, onlara binip süvari olan çağlar öncesinden seni ve beni hazırlayan YADA taşı, Yakutca dili, güneşin doğuşu ve batışı, küçük bir bebeğin ölmesi anasının yeni bir bebek doğurması onca çağ, onca insanın seni yaratmak için buluşması, milyonlarca yıllık akrabalıktan sonra Finlerden, Macarlardan, Çuvaş, Tatar, Kazak, Arnavut, Türkmenlerden sonra, bu çağlar boyunca sürüp seni yaratan insanlığın tümü olan O! Sen! Kimsin?..” (Erbil, 2020: 220)

yalak: Hayvanların su içtikleri taş veya ağaçtan oyma kap.

“ – patançları yosun bağlamış kedi köpeklerin su araştırdıkları- yalağı hala sağlam,” (Erbil, 2020: 20)

yedi düvel : Herkes, bütün dünya.

“‘Batı’da da böyle oluyor bu işler!’ demelerine karşı çıktım. Batı’da oluyorsa, ya da Doğu’da da oluyorsa, yedi düvelde de aynen oluyorsa, mübah mı sayılacak günahlar, buna yanıt istedim?” (Erbil, 2020: 90)

yekinmek: Davranmak, olduğu yerden fırlamak, ayağa kalkmak, kalkmak için hareket etmek, kımıldamak.

“Atıf’la Necdet biraz da o çukurdan kurtulmanın sevinciyle yekinip dirildiler,” (Erbil, 2020: 222)

zebani: Cehennem bekçisi.

“Bana bak cehennem zebanisi herif Allah’tan kork” (Erbil, 2020: 218)

Kaynakça

Agos. (2015, Mayıs 14). Agos Web Sitesi: http://www.agos.com.tr/tr/yazi/11578/isanin-goge-yukselisinin-yortusu-hampartsum-can-gulum adresinden alındı

Edebiyat ve Sanat Akademisi. Edebiyat ve Sanat Akademisi Web Sitesi: https://edebiyatvesanatakademisi.com adresinden alındı

Kubbealtı Lugatı. Kubbealtı Lugatı Web Sitesi: http://lugatim.com/ adresinden alındı

Sinefil Beta. Sinefil Beta Web Sitesi: https://www.sinefil.com/index.php/title/yor1qqy adresinden alındı

TDK Sözlük. TDK Sözlük Web Sitesi: https://sozluk.gov.tr/ adresinden alındı

TÜKAV. Web Sitesi: www.tukav.org.tr adresinden alındı

Vikipedi. Vikipedi Web Sitesi: https://tr.wikipedia.org adresinden alındı

Arkeolojik Haber. (2018, Eylül 22). Arkeolojik Haber Web Sitesi: https://www.arkeolojikhaber.com/haber-ribat-nedir-ribatlar-hangi-amacla-kullanilmislardir-16958/ adresinden alındı.