Ekmek Karnesi:

Bu kavram kitabın birçok yerinde geçmektedir. Ekmek karnesi uygulaması romanın geçtiği dönemlerden birine (1941-1946) denk gelmektedir. Modernleşme sürecindeki zorluklar ve bir yandan da İkinci Dünya Savaşı’nın olumsuz etkileri aslında romandaki “Dar Zamanları” anlamamızı sağlıyor. Romanda aralıklarla karşımıza çıkan bu kavram dönemi kavramak, ülke içinde yaşanan sorunları ve bunun insanlar üzerindeki etkisini anlamamızı sağlarken aynı zamanda doğrudan girilmemiş bir dünya savaşının da ülkeye olan etkilerini görmemizi sağlıyor. “Dar gelirli ve yoksul yurttaşlara da, daha önce verilen ucuz ekmek karnelerini gösterdikleri takdirde, nüfus başına her ay üç yüz gram ucuz şeker verileceği” belirtilir. Aysel ve Aydın arasında geçen bir konuşma bu ekonomik farklılığı gözler önüne seriyor: “‘Ne olacak?’ dedi. Ben de ona artık rahatça arkadaşlık etmemiz lazım geldiğini söyledim. Güldü. ‘Bir kere ekmek karnelerimizin rengi ayrı. Biz sizinle arkadaş olamayız’ deyip gitti.” Ayrıca ekmek karnesi uygulamasının yanında ihtikar diye bir kavram da kitapta yer alıyor. İhtikar yani vurgunculuk esnaflar üzerinden işlenmiştir. Bu konuyla ilgili Aysel’in de babasının işi dolayısıyla endişe duyduğunu görebiliyoruz: “Sevgili kardeşim Semiha, burada hep ihtikar yapan tüccarların lafı ediliyor. Babam da esnaf olduğu için çok çekiniyorum.”  Ekmek karnesi Türkiye’de İkinci Dünya Savaşı zamanında uygulanmıştır. Bu uygulamanın yapılmasının nedeni her ne kadar Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na dahil olmasa da ülkenin bu durumdan etkilenmiş olmasıdır. Ekmek üzerinde tasarruf yapma politikası, 1930’lı yıllarda hububat stoklarının yeterli olmasından ötürü dile getirilmemişti. Sonraki dönemde Toprak Mahsulleri Ofisi’nin işleyişinde yaşanan sıkıntılar ekmek fiyatlarının artışına neden olmuştu. Bu noktada 1940 yılında çıkarılan Milli Koruma Kanunu’yla birlikte hükümet piyasayı denetim altına almaya karar vermişti. Ancak ilerleyen zamanlarda birden bire askere alınan kişi sayısında yaşanan artış ve zirai mesleklerde çalışan erkeklerin de askere alınmasıyla üretimde azalmaya neden olmuştu. Üretimin azalması ve hububat depolarında izlenilen politikanın yetersiz kalması üzerine 4 yıl süren uygulama için harekete geçilmişti. “Ali, adını pek bilemiyor, ama anasının iaşe işlerine bakan bir yerden yakındığını anlıyor: ‘Yallah naha daha tarlada, oracıkta yayıyorlar buğdayımı. Okka okka tartıyorlar. Şu sana yeter, diyorlar; iki kasnağını bana bırakıyorlar. Dört kasnağını onlar alıyorlar. Bakakalıyom artlarından. Una arpa katıyom bulup buluşturup. Gapgara bi ekmeği de sana yollayamıyom ki …’” Bu alıntıda ekmek karnesiyle birlikte gelen, devletin buğday üreticilerindeki ürünlerin belli bir kısmını hububat depolarına gönderme uygulaması görülüyor. Ekmek karnesi uygulaması 9 Ocak 1942’de hükümet tarafından yapılan resmi açıklama ile halka duyurulmuştu. Hububat tasarrufu için atılan bu adımla birlikte ekmeğin sadece karne ile belirli bir sayıda alınması değil ekmek için kullanılacak un ve belli yaş ve meslek grupları için verilecek ekmeğin gramajı da değiştirilecekti. Romanda bu durumu şu alıntıyla birlikte anlayabiliriz: “Bizim karne ile yediğimiz ekmeklere de arpa unu karıştırılıyormuş. Şimdi artık hiç un kalmadığı, saf arpa unu yiyeceğimiz söyleniyor. Geçen akşam Ferda Hanımefendiler bize oturmaya gelmişlerdi. Annem ona, ‘Fakat, biz at mıyız ki efendim, arpa yiyeceğiz çoluk çocuğumuzla?’ diyecek oldu. Ferda Hanımefendi’nin gözleri sulandı. Zaten Yardımseverler Cemiyeti’nde çalışıyormuş. Bugün bize yarım çuval has un göndermiş.” Aslında devlet eliyle adaletli bir dağıtımın olması amaçlansa da yolsuzlukların yanı sıra istifçiliğin ve karaborsacılığın önüne geçilememesi nedeniyle 8 Eylül 1946 yılında söz konusu uygulamanın kaldırılmasına karar verilmiştir. (İrem Özgür Bayman)

Kaynak:

Konya, E. (2017, Ekim 18). Ekmek Karnesi Uygulamasi. Tesa Derneği: https://www.tesadernegi.org/ekmek-karnesi-uygulamasi-1942-1946.html adresinden alındı.

Entelijansiya:

Entelektüel kişilerden oluşan “aydınlar topluluğu” anlamına gelen terim. Genellikle kültürel ve siyasal etkinliğe sahip entelektüel topluluk anlamında kullanılır. Rusça kökenli bir terim olan entelijansiya, sosyal bilimciler tarafından Rusya’da, özellikle 19. yüzyılda ayrı bir sınıf veya sosyal tabaka olarak aydınlar topluluğunu tanımlamakta kullanılmıştır. Romanda ise yurtdışına çıkan Aysel’in gemide yolculuk yaparken diğer yolculardan olan Metin’i görüp aklında entelijansiyaya dair anılar oluşmuştur. Aysel profesör olduğu için verdiği derslerden birinde bu konudan bahsetmiştir. (Roja Boran Gökhan)

Ergenekon Dergisi

“Ali, otele hava karardıktan epey sonra döndü. Kolunun altında kırmızı-beyaz kapaklı dergiler: Dört sayı Kızılelma, üç sayı Bozkurt, beş sayı da Ergenekon.” (163)

1938 yılında yayımlanmaya başlayan Ergenekon dergisi adını Ergenekon Destanı’ndan almaktadır. Bu destan eski Orta Asya Türk devletlerinden Göktürkler ile ilgili bir anlatıdır. Bu anlatı, Göktürklerin yeniden doğuşunu konu alır ve bu yüzden Türk tarihinde oldukça önemli bir yer edinmiş bir destandır. Öyle ki bu efsanede Türkleri koruyan, onlara yol göstericilik yapan bozkurt, Türklüğün sembolü haline gelmiştir. Ergenekon dergisinin adını Ergenekon Destanı’ndan almasının altında yatan neden de bu derginin fikirlerini Türklüğü yücelterek vermesidir.

Romandaki olayların geçtiği zamana bakıldığında, o günkü ideolojileri en iyi yansıtan karakterlerden biri Fethi Bey’dir. “Milliyetçilik” ve “aydın insan” kavramlarını Fethi Bey, Dündar Öğretmen’den farklı bir şekilde temsil etmektedir. Dündar Öğretmen öğrencilerinin Batılılaşarak aydın insanlar olarak yetişmelerini istemektedir. Ancak Ergenekon dergisinden Fethi Bey ile birlikte bahsedilmesi, bu karakterin ideolojisinin Dündar Öğretmen’den farklı olduğunu gösterir. Fethi Bey’in düşünceleriyle bağdaşan Ergenekon dergisi, Ali’nin aydınlanması için okumasını istediği dergilerden birisidir. Fethi Bey de milliyetçi bir Türk gençliği yetişmesini istemektedir fakat Ergenekon dergisini Ali’ye önermesi sebebiyle bu karakterin Türkleri yücelten bir anlayışı olduğunu anlaşılmaktadır çünkü Ergenekon dergisi ırkçılıkla Türkçülük anlayışı oluşturmaya çalışan bir dergidir. Bekir Koçlar’ın “Türk Milliyetçiliği Düşüncesini Tanımlama ve Temellendirme Çalışmalarına Bir Örnek: Ergenekon Dergisi” adlı makalesinde yer alan ve Ergenekondergisinin 3. sayısından alınan bu bölüm Fethi Bey’in görüşlerini yansıtmaktadır: “Türk Olan Üstündür! Bunu söylemekten korkmak, ne ahmaklık! İşte biz, bütün cihana işittirebilmek için, olanca gücümüzle haykırıyor ve haykıracağız da: Her Irkın Üstünde Türk Irkı / Sesimizi ölüm bile kısamaz!” (Ergenekon Dergisi) (Senanur Düzenli)

Kaynak: 

Koçlar, B. (2013). Türk Milliyetçiliği Düşüncesini Tanımlama ve Temellendirme Çalışmalarına Bir Örnek: Ergenekon Dergisi. History Studies, 5(2), 263–286. doi: http://dx.doi.org/10.9737/historyS_743

Galatasaray Lisesi:

Ülkenin en eski eğitim kurumlarından biri olan Galatasaray Lisesi 1481’de kurulmuştur. İstanbul’un Beyoğlu semtinde “Mekteb-i Sultani” adıyla kurulan bu lise daha sonraları Galatasaray Lisesi adını almıştır. Erken Cumhuriyet döneminde bu kurum, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlanmış ve Fransızcaya ek olarak Türkçe eğitim vermeye de başlamıştır. Okulun kuruluş amaçlarından biri devlet yönetimi için donanımlı ve eğitimli liyakat sahibi memur yetiştirmektir ve toplumda seçkin bir zümre oluşturmaktır. 

Romanda Aydın, belli bir süre Galatasaray Lisesi’nde eğitim almıştır. Roman için Galatasaray Lisesi’nin önemi Aydın karakterinin nitelikleri ve gelişimi açısından yüksektir. Romanda, Aydın Galatasaray Lisesi’nin hazırlığını okumuş, liseye başlayıp yarıda bırakmak zorunda kalmıştır. Babasının devlet görevlisi olması sebebiyle yarım bıraktığı lise öğrenimini ise Gazi Lisesi’nde tamamlamıştır. Aydın karakteri devlet görevlisi olan babası sebebiyle yaşadığı köyden ayrılıp eğitimini ilerletebilme şansını yakalamıştır. Babası tarafından Galatasaray’a yazdırılan Aydın bunu ailesinin iyi aile çocuğu telkiniyle kendince sebeplendirmiştir. Halbuki erken Cumhuriyet döneminde Osmanlı’dan kalan işleyişin tamamen değiştirilemediği düşünülürse, Aydın Galatasaray’a babasının çabalarıyla yazdırılmıştır. Aydın’ın “Sınıfımızda bir de Ali diye bir çocuk vardı. Geçimsizin biriydi. Durumuna bakmaz, bana kafa tutardı. Sınıf birinciliğini elimden almaya çalışırdı. Ama tabii alamazdı. O, hep ikinci olurdu. Belki artık ortaokula bile gidemez. Ailesi hem köylü hem de çok fakir. Babası da yokmuş zaten. Hele, Galatasaray’a hiç giremez.” (42) ifadeleri Galatasaray’da o dönemde maddi durumu kötü ve alt sınıfta yer alan insanların eğitim şansı bulamadığını göstermektedir. Tam da bu nedenlerden ötürü Aydın Galatasaray’da okuduğu için kendini seçkin ve üstün görmektedir. Galatasaray Lisesi’nin öğrencilerine şart koştuğu kıyafet ve hareket adabı ise “Üstelik Galatasaraylıydı. Hareketleri inceydi. Bakalım o mavi pantolon­lu genç, Aydın kadar Fransızca biliyor muydu?” (130) ve “Aydın, Galatasaraylı ama hem biraz kısa boylu hem de güzel giyinmesini bilmiyor” (135) ifadelerinden anlaşılmaktadır. Erken Cumhuriyet döneminde oluşturulmak istenen modern alafranga erkek modeline yönelik bir eğitim verildiği de yine savunulabilir. Daha önce Aydın’ın diyaloglarında rastlanan üstünlük olgusu Aydın’ın Galatasaray’la ilişiği kesilmesine rağmen karakterin bir parçası haline gelmiştir. Çünkü Aydın “Galatasaray Fransızcası baş­ka oluyor.” ve “Galatasaray daha medeni idi.” gibi ifadelerle aldığı eğitimi bir üstünlük objesi haline getirmiştir hatta bu durum çevresi tarafından kendisinin “Galatasaraylı Aydın” olarak iğneleyici bir şekilde anılmasına yol açmıştır. Genel hatlarıyla romanda Galatasaray Lisesi, Aydın’ın gerçek karakterini bir anlamda ortaya çıkarmaktadır. Okula başlarken kendini iyi aile çocuğu olarak gören Aydın, Galatasaray öğrenimi boyunca bazı insanları hor ve küçük görmüş hatta aşağılamıştır. Ancak bu aşağılamaların diyalogları Galatasaray Lisesi hakkında okurun bilgi edinmesini de sağlamıştır. (Ahmet Göktekin)

Kaynak:

“Galatasaray Lisesi”. Beyaz Tarih Ansiklopedisi: https://www.Beyaztarih.Com/Ansiklopedi/Galatasaray-Lisesi Adresinden Alındı

Gazi Lisesi: 

Ankara Gazi Lisesi, Ankara’nın başkent olma döneminde kurulan Türkiye’nin köklü okullarından birisidir. 1932 yılında kurulmuştur. Binası Ankara’nın en eski yapılarından biri olan lise, Ankara Altındağ’da yer almaktadır. Kuruluş hikayesi Mustafa Kemal Atatürk’e dayanmaktadır. Gazi Eğitim Enstitüsü’nün kurulmasından bir süre sonra Atatürk’ün isteği üzerine kurulan Gazi Lisesi’nin asıl kuruluş amacı İngilizce eğitim vermektir. Gazi Lisesi’nin kuruluşunun başka bir sebebi ise 1930’larda Ölmeye Yatmak kitabında da bahsedilen Ankara Erkek Lisesi ve Ankara Kız Lisesi’nin, şehrin hızla artan nüfusuna eğitim açısından yeterli olamamasıdır. 

Gazi Lisesi, kitaptaki Aydın karakterinin Galatasaray Lisesi’nden sonra geçiş yaptığı okuldur. Fakat Aydın Galatasaray Lisesi’ne geri dönmek istemektedir. Bu durumu açıklayan birçok sebep olabilir. Öncelikle Galatasaray Lisesi’nin tarihine bakıldığında Gazi Lisesi’nden çok daha köklü bir tarihi olduğu görülmektedir. Ayrıca Galatasaray Lisesi’ne cumhuriyetten önce ve sonra giren öğrenci profiline bakıldığında ise genellikle halk arasında “elit kesim” olarak adlandırılan insanların çocuklarının girdiği ve mezunlarının genellikle halk arasında itibar gören, şairler, bakanlar, başbakanlar ve hatta krallar olduğunu görülmektedir. Bu nedenle Aydın o zamanlar kısmen yeni olan Gazi Lisesi yerine Galatasaray Lisesi’ni tercih etmiş olabilir. 

Aydın’ın bu tercihine rağmen Gazi Lisesi’nin Ölmeye Yatmak romanındaki dönemde ve daha sonrasında öğrenci ve öğretmen profiline baktığımızda göreceli olarak yeni açılan bir okul olmasına rağmen karşımıza birçok tanınan isim çıkmaktadır. Örnek olarak kitaptaki Erdal karakteri, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün oğlu Erdal İnönü’dür. Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Oğuz Atay, Oktay Rıfat Horozcu gibi isimler Gazi Lisesi’nden mezun olmuşlardır. Ayrıca Gazi Lisesi’nin öğretmen kalitesi de yüksek tutulmaya çalışılmış ve Arif Nihat Asya, Agop Dilâçar gibi isimler Gazi Lisesi’nde eğitim vermiştir. (Ümit Şen)

Kaynak:

“Okulumuz Tarihçesi”. (2012). Erişim Tarihi: 21 Mart 2020, Erişim Adresi: http://agazilisesi.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/970822/icerikler/okulumuz-tarihcesi_104372.html?CHK=e979de20a848f1b0cc4d6cfa7191e0f6

Halkevi:

1932 yılında kurulan Halkevleri’nin geçmişi Osmanlı dönemindeki Türk Ocakları oluşumuna dayanmaktadır. Türk Ocakları 19. yüzyılda doğan Türkçülük akımı doğrultusunda kurulan bir oluşumdur. Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk’ün talebiyle devlet sistemi ve inkılaplara ilişkin halkı bilgilendirmek üzere görevlendirilmiştir. Ancak oluşum bünyesindeki kişilerin Türkçülük idealleri bazı kesimlerde rahatsızlık doğurmuş; bununla birlikte Atatürk’te halkın inkılaplar konusunda doğru bilgilendirilmediği düşüncesi hakim olmuştur. Bu nedenle Türk Ocakları yavaş yavaş sona sürüklenmiş ve en sonunda da kapatılmıştır. Ülkenin kültürel açıdan zenginleşmesi amacıyla kurulan Halkevleri CHP iktidarı süresince aktif bir biçimde çalışmış, iktidar değişikliğinde DP politikası sebebiyle kapatılmıştır. Kapatılma sebepleri ise Halkevleri’nin CHP’ye tam anlamıyla bağlı olarak çalışması olarak gösterilmiştir. Çok partili hayata geçilme sürecinde Halkevleri’nin CHP yönetiminden özerkleşememesi tartışmalara sebep olmuştur. Hatta DP genel başkanı Adnan Menderes bazı şubelerinin açılışını bizzat kendisinin yaptığı Halkevi kurumunu “faşist kurum” olarak da nitelemiştir.

Romanda Halkevi; Aydın, Aysel ve Ali ya da onlarla ilişkili olan karakterlerle okura sunulmuş, tarihsel gerçekliğe uygun bir biçimde kültürel etkinliklerle karşımıza çıkmaktadır. Edebiyata yönelik “Neyse, şaka bir yana, geçen gün Halkevi’nde bir Şairler Günü tertiplendi.” (373) ifadesinde yer verilen şair ve şiir buluşmaları ya da sosyal aktivitelere yönelik “Yine Ankara Halkevi sporcularıyla Gençler Birliği dağcıların­dan mürekkep bir kafile, bir sabah saat yedide Halkevi önünden hare­ketle yürüyüşe başlamış, Etlik Dağları’nı aşarak Ovacık Köyü’ne girmiş, oradan Bağlum’a inmiştir.” (39) gibi doğa etkinlikleri de düzenlemektedir. Eserde bu çalışmaların yanı sıra Halkevi siyasi bir bağlantıya sahiptir. Bu bağlantı ise Halkevi kurumunun temellerine dayanmaktadır. Halkevinin öncüsü olan Türk Ocakları’nın milliyetçi karakteri sebebiyle kapatılmasının ülkücü (milliyetçi) kesimin tepkisini çektiği söylenebilir. Buna karşılık Halkevi’nin kurulmasının İlhan karakteri ve arkadaşlarının eylem hedefi haline gelme sebebi olduğu şeklinde de yorumlanabilir. Bir diğer hedef seçilme sebebi ise Halkevleri’nin CHP yönetiminde olmasıdır. Romandaki İlhan karakteri ve onun gibi düşünenler CHP iktidarının Almanya yanında savaşa girmemesini hainlik saymaktadırlar. Ayrıca, o zamanlar iktidarda olan CHP’nin genel başkanı İsmet İnönü’dür. İlhan şöyle konuşur: “Başımızdaki­ler, yaptıkları yetmiyormuş gibi, bir de babalarımıza, bu vatanı asıl kurtaran kahraman babalarımıza leke sürmeye çalışıyorlar. Onları mahkeme kapılarında süründürüyorlar. Milli Korunma Kanunu’ymuş!… O kanun babalarımıza işliyor da Kambur için işlemiyor ama. Kimden söz ettiğimi anlamışsınızdır?” (216). Bu noktada, milliyetçi kesimin kardeşi Hasan Rıza Temelli’nin dolandırıcı olması sebebiyle İsmet İnönü’yü ihanet içinde gördükleri de düşünülebilir. Bu durumu da İlhan şöyle ifade etmektedir: “Düşünüyordu: Fethi Abisi hiç mi gelmemişti Halkevi’ne? Yoksa gelmiş de durumu vaktinde haber mi almıştı? Yoksa, Halkevi’nde toplanacak olan ‘o komünist güruhu’ basmak işini haber alır almaz, önce Fethi Abisini mi götürmüşlerdi? Baskın başsız kalsın istemişlerdi mutlak.” (228). Bu durum da göz önünde bulundurulduğunda Halkevi kurumunun siyasetle olan bağlılığının milliyetçi kesimi oldukça etkilediği söylenebilir. (Ahmet Göktekin)

Kaynak: 

Arıkan, Zeki. “Halkevlerinin Kuruluşu ve Tarihsel İşlevi”. Atatürk’ün Yolu 23.6 (1999): 261-281.

Fransızca:

Hint-Avrupa dil ailesinin Romen dilleri alt biriminden, Fransa ve Fransız uygarlığını benimsemiş ve eski Fransız sömürgelerinde konuşulan bir dildir. Şu anda yaklaşık olarak 129 milyon kişi bu dili konuşmaktadır. Romanın geçtiği dönemde ve öncesinde, yani 20. yüzyılın ilk yarısında ve 19. yüzyılda özellikle Osmanlı’da ve Türkiye’de İngilizceden çok Fransızca dili hakimdi. Bunun sebebi ise 18. yüzyılın sonlarında gerçekleşen Fransız Devrimi’nin tüm Avrupa’yı ve dünyaya yayılan milliyetçilik ve özgürlük düşüncelerini etkilemesidir. Bu dönemde birçok Fransız şair, siyasetçi, yazar, bilim insanı ve ressam birçok eser ve buluş ortaya koymuştur. Bütün bunlar 19. yüzyılda Fransızcanın bilimin ve sanatın dili olmasına sebep olmuştur. Osmanlı’nın kurtuluşunu Batıcılık fikrinde bulan aydınlar ise Türk insanını Fransızcaya ve Fransız kültürüne entegre ederek başarıya ulaşabileceklerini düşünmüşlerdir. Bu amaç doğrultusunda dönemin çocuklarına ve gençlerine (özellikle üst sınıfa) Fransızca öğretmeye ve Fransız kültürüne alıştırmaya çalışmışlardır. Mustafa Kemal Atatürk de Fransızcanın önemini anlıyordu ve o da Fransızca biliyordu. Romanda dönemin en önemli liselerinden biri olan Galatasaray Lisesi’nde bütün derslerin Fransızca olduğundan bahsedilmektedir. Aydın karakteri Galatasaray lisesinde okumakta ve Fransızcaya, Fransız kültürüne büyük bir ilgi ve hayranlık duymaktadır. Romanın bir kısmında Aydın’ın günlüğünden bir parça yer alır ve bu parçada Fransızcayı ne kadar sevdiğinden bahseder. Ayrıca kendisinden daha iyi Fransızca bilen bir çocuğa imrenir. Bununla birlikte günlüğünde geçen bazı kavramları direkt Fransızca dile getirmektedir. (Mehmet Emin Karaçam)