Ateşin Dönüşüm Gücü: <FFFFIRE>

Burcu Dimili

İlk olarak 14. Gwangju Bienali çerçevesinde gösterilen Gyeyeon PARK direktör küratörlüğündeki <FFFFIRE> adlı sergi, 4-20 Kasım 2025 tarihleri arasında İMALAT-HANE İMÇ Proje Alanı’nda izleyiciyle buluşuyor. 2023 yılında 14. Gwangju Bienali sırasında kurumsal merkezin etrafında dönen marjinal bir düğüm olarak, bir gerilla uydu sergisi biçiminde ortaya çıkan <FFFFIRE>, şimdi İstanbul’da ikinci versiyonuyla izleyiciyle buluşuyor. Sergiyi direktör küratörü Gyeyeon PARK’tan dinledik.

<FFFFIRE>, ilk olarak 14. Gwangju Bienali sırasında “gerilla uydu sergisi” olarak sunulmuştu. İstanbul’daki bu yeni edisyonun ilk sergilemeden nasıl ayrıldığını ve nasıl dönüştürdüğünü nasıl tanımlarsınız?

İstanbul’u bu gezici serginin durağı olarak seçmemizin birkaç iç içe geçmiş nedeni vardı: 2024 Balıkesir Üniversitesi Göstergebilim Kongresi, Türk sanatçı Burcu Yağcıoğlu ile olan bağlantımız ve İMALAT-HANE’den Bora ile kurduğumuz ilişki. Ama en az bunlar kadar önemli olan, ilk versiyonumuzla yapısal bir paralellik kurma fikriydi.

<FFFFIRE>, Gwangju’da kurumsal merkezlerin dışında işleyen bir gerilla uydu sergisi olarak başladı. Hem Gwangju hem de İstanbul bu koşulu paylaşıyor — bienalin yörüngesinde dolaşan, kurumsal merkezin sınırlarında konumlanan şehirler. Gwangju’da ateş, 14. Gwangju Bienali’nin “su” temasına bir yanıt olarak ortaya çıktı; Lotus Sutra’daki Yanan Ev Meseli’nden yola çıkarak insanlığın gezegensel krizle yüzleşmesini inceledik. Sergiyi dört eksen etrafında kurguladık: zaman, ölçek, ikili doğa (yapıcı ve yıkıcı) ve duyusal deneyim. Böylece izleyiciler ateşin farklı anlamları arasında dolaşabiliyorlardı.

İstanbul edisyonu bir palimpsest — yani üzerine yeni bir katman yazılmış bir yüzey. “Hareket” katmanı, öncekine yazıldı; ateş aracılığıyla dönüşerek. Gwangju’da doğan ateşin izleri tamamen farklı mekânlara, bağlamlara ve izleyicilere ulaşıyor ve yeniden inşa sürecinden geçiyor.

Seokjun HA, Ölümü Hatırla, 2025, 6 Serbestlik Dereceli, VR – Sarmal Film, 15 dakika

Sergi, kavramsal çerçevesini “seyahat etmek” yerine “tutuşturmak” üzerine kuruyor. Bu metafordaki değişim, çağdaş sergi yapım pratikleri hakkında size ne söylüyor?

“Seyahat etmek” değil “tutuşturmak” sözcüğünü seçtik çünkü bu proje yalnızca fiziksel olarak taşınan bir gezici sergi değil. İstanbul’da yeniden başlaması amaçlanmıştı. Gwangju’daki yanan evi deneyimledikten sonra, küllerinden yeniden doğmamız gerekiyordu — yeniden tutuşmak.

Geleneksel bir gezici sergi tekrar anlamına gelirken, tutuşmak dönüşüm ve yeniden doğuşu ifade eder. Sanatçılardan, ateşi bir konu ya da sembol olarak değil, etkin bir malzeme olarak ele almalarını istedim. Ateş, değişimin bir aracı, bir ortamı hâline geldi.

Fiziksel işler aynı kalsa bile, girdikleri ağlara göre anlamları değişiyor. Biz de “gezici sergi”nin alışılmış mantığını -aynı işleri farklı yerlere taşımayı- kırarak, yanma ve değişim eylemlerini birleştirmeye çalıştık.

“Tutuşma”, sergiyi bitmiş bir ürün olarak değil, ilişkilerin ve enerjilerin yeniden doğduğu süregiden bir süreç olarak yeniden çerçeveliyor. Ateşi mevcut işlere uygulayarak, birey ile çevre, madde ile madde-olmayan, yaşam ile ölüm, beden ile ruh, insan ile doğa arasındaki geçirgen sınırları sorguladık.

Hyeyoung KU – “Sönmeyen Ateş” (The Unquenchable Fire, 2025), Enstalasyon (Resim), 50 × 300 cm

Sergide ateşe bir “tema” olarak değil, bir “yapı” olarak yaklaşılması dikkat çekici. Bu fikri küratöryel sürece nasıl çevirdiniz ve sanatçıların bireysel pratiklerini nasıl şekillendirdi?

Bu, ateş hakkında bir sergi değil, ateş aracılığıyla gerçekleşen bir sergi. Yapı olarak ateş, ilişkileri açığa çıkaran ve değişimi sağlayan bir yol hâline geliyor. Sanatçılardan ateşle -ister fiziksel yanma yoluyla, ister kavramsal ya da metaforik olarak- malzeme ve ortam olarak çalışmalarını istedim. Önemli olan ateşin imgesi değil, bir şey tutuşturulduğunda harekete geçen süreçti.

Küratöryel düzeyde bu, üç katmanda şekillendi:

Birincisi: Serginin bütünsel yeniden tutuşması. Sergi, izleyicisi tarafından tutuşturuluyor. 2023’te Gwangju’da yaklaşık 7.000 ziyaretçiyle buluştuktan sonra şimdi Asya ile Avrupa’nın kesiştiği, çok dinli İstanbul’a taşındı. Kore’den bazı düşünme biçimlerini -sanatçıların özgün yaklaşımlarını, yaşam anlayışlarını, Budist düşünce biçimlerini- getirdik; İstanbul’da yeni kıvılcımlar olarak parlamalarını umduk.

İkincisi: Mekânın yeniden tutuşması. Gwangju’da bir ev, metaforik olarak alüminyum folyoyla kaplanmış kızgın bir metal tavaya dönüştürülmüştü. İstanbul’da o alüminyum bu kez perde olarak geri döndü. Mekân dumanı andıran bir varlıkla doldu. Perdeler hem maddesel hem de neredeyse maddesiz davranıyor; Gwangju’nun sert duvarlarının yerini geçirgen yüzeyler aldı.

Üçüncüsü: İşlerin yeniden tutuşması. Gwangju’daki üretimler üzerine yeni anlam katmanları eklendi. Örneğin, Jihoo Lee’nin işi Gwangju’da babasının yangında kaybolan eşyalarına altın varak uyguladığı bir yas ritüeliydi. Bu işleri İstanbul’a taşımak için kumaşla sarmak -yani taşıma hazırlığı, bir tür örtme ritüeli- sanat ile ritüel, yaşayan ile ölen, hayat ile ölüm arasındaki sınırların eridiği bir ana dönüştü.

Benzer biçimde Jihee Kim’in çalışması da dönüşüm halini bedenleştiriyor. En mütevazı malzemelerden yapılmış bu yerleştirme, çağrılara göre farklı biçimlerde beliren Avalokiteśvara’nın şefkatini yankılıyor. Ortaya çıkan bu “hafiflik bedeni”, en ağır yanıtı taşıyor — ikili kategorilere sığmayan, arada süzülen bir çalışma.

Tüm bu süreç boyunca işler buli (不二) -yani Budist ikili olmayanlık, sınırların çözülmesi- kavramına dokundu. Bu, en baştan belirlediğimiz bir fikir değildi; süreç bizi oraya götürdü.

Gyeyeon PARK

Bu fikir, serginin mekânsal ya da felsefi düzeninde nasıl ortaya çıkıyor?

Başlangıçta buli kavramından yola çıkmadık. Ancak bir durumu ateşle dönüştürme eylemi bizi doğrudan Budist ikili-olmayanlık anlayışına götürdü — görünen zıtlıkların aslında ayrı olmadığını fark etmeye.

Gwangju’da sergi, sekiz oda, bir oturma odası ve bir merdivenden oluşan bölünmüş bir evde gerçekleşmişti. İstanbul’da ise bize tek, bölünmemiş bir mekân verildi. Bu alanı tamamen kapatmadan bölmek için esnek alüminyum perdeler seçtik. “Kapalı ama açık.” Perdeler mekânı yoğun biçimde doldururken, işleri hem birbirine bağladı hem de ayırdı.

Bu perdeler dumanı, yani ateşin izini simgeliyor. Duman -dağılmanın ve entropinin yükselişinin sembolü- formun çözülmeye başladığı bir hâli çağrıştırıyor. Aynı anda bölüyor ve birleştiriyor, sınırları bulanıklaştırıyor; çoklu ama biricik bir bütünlük oluşturuyor.

Rae KOO, “Babil’in Yeniden Canlandırılması Günümüz Yankıları”, 2025, Görsel–işitsel enstalasyon, 50 × 170 × 40 cm, 5 dakika

Modernist soyutlaması ve katmanlı mimarisiyle İMÇ Proje Alanı, tamamen farklı bir bağlam sunuyor. Gwangju’nun “yanmış tuğla evselliğinden” İMÇ’nin kentsel modernizmine geçiş, serginin anlamını nasıl dönüştürdü?

Gwangju’daki tuğla ev, Yangnim-dong’da çimenlerle çevrili bir aile eviydi. Lotus Sutra’daki Yanan Ev Meseli’ndeki zengin adamın evine bağlanıyor, alegoriyi yaşanmış bir gerçeğe dönüştürüyordu — ev dünya, dünya da yanan evdi.

İMÇ ise bambaşka bir yoğunluk taşıyor. Beni buraya çeken şey, ticaret ile sanatın, tarih ile şimdinin, çöküş ile yeniden doğuşun iç içe geçmesiydi — ve aynı zamanda İMÇ’nin metaforik olarak ateşe daha yakın oluşuydu. Bu yapı, İstanbul’un modernleşmesinin simgesidir: Eski şehirle yeni merkez arasında, çarşıyla metropol arasında, gelenekle deney arasında bir köprü.

Bu mekân hem “ateşle yapılmış” -ilerleme, gelişme, modernleşme sembolü- hem de “bir zamanlar parlamış ama sönmüş” bir yer. Terk edilmiş ticari alanlar, İMALAT-HANE, SAHA, YÜZONBİR, 5533 gibi inisiyatifler sayesinde yeniden canlandırılmıştır. Bu da yok oluş ve yeniden doğuş süreçlerinin üst üste bindiği bir yapı oluşturur.
Dolayısıyla İMÇ’nin önemi, serginin kavramsal ve felsefi temellerini maddesel olarak bedenleştirmesinde yatıyor.

Sizce <FFFFIRE>, İstanbul’daki izleyiciler için Gwangju’dakinden farklı bir “yanma” veya “dönüşüm” deneyimini nasıl çağrıştırabilir?

Umarım Koreli sanatçıların sanatsal pratikleri, Budist düşünceye dayanan yaşam biçimleri ve ateş ile dönüşüme dair özgün yaklaşımları, İstanbul izleyicileriyle yeni yankılar yaratır.

İstanbul’un dinler ve kültürler arası bir kavşak olarak kimliği göz önüne alındığında, buli -yani sınırların ötesinde düşünme, ikilikleri aşma- felsefesi bu kente derinlemesine uyum sağlayabilir. Gwangju’daki Kore bağlamında yanan ateş, İstanbul’da farklı tarihleri, anıları ve gelecekleri karşılayarak tamamen yeni biçimlerde tutuşacak. Ve bu karşılaşma sırasında biz de değişeceğiz — İstanbul’un yorumları ve tepkileriyle şekilleneceğiz.