
Aynur Kulak
Çağdaş edebiyatımıza ilk öykü seçkisi Dünyadan Sonra Bir Yer ile giriş yapan Yelina Tayfur, ziyaretçilerin, yolcuların, misafirlerin, yabancıların, yok sayılanların, unutulanların, bekleyenlerin, yaşamlarından kesitler sunuyor. “Çoğu zaman bir fikirle ya da belirgin bir sebeple yola çıkmıyorum (ya da çıkamıyorum). Takıldığım, odağımın yöneldiği, beni bir biçimde etkileyen ve peşimi bırakmayan/peşini bırakamadığım şeyleri birer fotoğraf karesi olarak zihnimde arşivliyorum.” diyor Yelina Tayfur öykülerini yazma sürecinden bahsederken. Dünyadan Sonra Bir Yer’e dair tüm ayrıntıları kapsamlı şekilde konuştuğumuz söyleşimiz için buyurun lütfen.
Dünyadan Sonra Bir Yer yayınlanmadan önce öyküleriniz çeşitli mecralarda yayınlanmış. Öyküleriniz dergilerde yayımlanırken, “Bir gün bir kitabım da olsun” hayaliniz var mıydı? Yoksa süreç kendiliğinden mi gelişti?
Aslında çok daha eskiden, lise yıllarında kitap yazmak çok net bir hayaldi benim için. Zaman içinde bu hayalden uzaklaştım ama yazmaya da hep devam ettim. Yazıp yazıp kaldırıyordum ve çok az kişiyle paylaşıyordum. Öykülerimi gönderdiğim bir arkadaşım hepsini dizip bir kitap taslağı haline getirdiğinde hem çok şaşırmış hem de cesaret bulmuştum. Yine de yayınevlerine göndermek hâlâ çok uzak geliyordu. O dönem öyküleri dergilere göndermeye başladım ve dergiler benim için gerçek bir edebiyat okulu işlevi gördü. Sonra kitap yavaş yavaş kendi yolunu buldu. Gerçi dosyayı tamamlamak zorlayıcıydı; sürekli değiştiriyor, siliyor, yeniden yazıyordum. Bittiğine kendimi ikna etmek ve o “gönder” tuşuna basmak belki de en büyük eşikti.
Kitaptaki öyküleriniz nasıl bir araya geldi? Mesela, kitap hazırlığı süreci yepyeni öykülerin bir araya gelmesiyle mi oluştu yoksa mecralarda daha önce yayımlanmış öyküler de var mı Dünyadan Sonra Bir Yer’de?
Dosyanın ilk hâliyle yayınevine giden hâli arasında yaklaşık beş yıl var. Bu süreçte hem öyküler hem de dosya defalarca değişti. Yayınevi aşamasına geldiğimizde editörüm Duygu Çayırcıoğlu’nun çok yerinde yönlendirmeleri oldu; bazı öyküler dosyadan çıktı, hiç hesapta olmayan yeni öyküler eklendi. Onun katkısıyla kitap, ilk düşündüğümden farklı ama çok daha bütünlüklü bir hâl aldı. Kitabın içinde daha önce farklı mecralarda yayımlanmış öyküler de yer alıyor.
Dünyadan Sonra Bir Yer’deki öyküleri yazmak üzere sizi masanızın başına oturtan odak sebepleriniz neydi? Biraz daha açacak olursam; duygularınızı harekete geçiren, sizi yazmak adına tetikleyen sebepleri merak ediyorum.
Çoğu zaman bir fikirle ya da belirgin bir sebeple yola çıkmıyorum (ya da çıkamıyorum). Takıldığım, odağımın yöneldiği, beni bir biçimde etkileyen ve peşimi bırakmayan/peşini bırakamadığım şeyleri birer fotoğraf karesi olarak zihnimde arşivliyorum. Onları her yere taşıyorum. Masaya oturamadığım günlerde de onları taşıyorum. Fırsatını bulduğum anda da yazıya dökmeye çalışıyorum. Çoğu zaman beni en başta harekete geçiren sebebi ya da duyguyu -her zaman net ve belirgin bir ifadesi olmasa da- yazarken/yazdıktan sonra fark ediyorum. Yani yazmak, benim için aynı zamanda bir bağ ve bağlantı kurma süreci oluyor.
Öykülerin tematik yapısına baktığımızda, -ziyaretçiler, yolcular, misafirler, yabancılar, yok sayılanlar, unutulanlar- çerçevesinde kesitler okuyoruz fakat bir bütünlük de var aynı zamanda. Yalnızca kesitler ya da fragmanlar mevzu bahis değil aslında. Bu durum siz öyküleri yazarken zaten yapmak istediğiniz bir şey miydi yoksa süreç içerisinde odaklandığınız temaların bir araya gelmesiyle bir bütünü mü oluşturdu?
Ben de şimdi dönüp bakınca öyküler arasında bir bütünlük fark ediyorum ama bunu yazarken özellikle planlamamıştım açıkçası. Tam da söylediğiniz gibi, öyküler birer kesit gibi başlıyor; çoğu zaman ziyaretçiler, yolcular, unutulan ya da dışarıda bırakılan karakterlerle karşılaşıyoruz. Ama bunlar yalnızca fragmanlar olarak kalmıyor, hikayeler de karakterler de görünmez bir hat aracılığıyla birbirine bağlanıyor ve birlikte okunduklarında ortak bir bellek, ortak bir atmosfer oluşturuyorlar. Aslında o “hat” da bir “yer” olarak düşünülebilir: “Dünyadan Sonra Bir Yer”.
Öykülerdeki karakterleri de konuşmak istiyorum. Kaybettikleri belli, yok sayıldıkları aşikar, yenilgiye mahkum karakterler mevzu bahis fakat, aynı zamanda direnen, direnişleriyle tedirgin eden, karanlık, gölgede kalan yanlarıyla da merak uyandırıcı karakterler. Anti-kahraman ya da kahraman gibi net tanımlarda bulunamayacağız karakterler okuyoruz öyküler boyunca
Yani, kayboluştan sonra, yenilgiden sonra ne var? “Dünyadan Sonra” neresi var? Karakterler, yenildikleri, yok sayıldıkları, unutuldukları yerlerden geri gelmenin, kalmanın, var olmanın yollarını bulmaya çalışıyor. Oldukça tanıdık, gerçek insanlar bunlar. Tam da dediğiniz gibi, kahraman ya da anti-kahraman değiller; tek bir etiketle tanımlamak güç. Unutmaya çalışmak, hatırlamayı sürdürmek, geri dönmek, beklemek ya da hiçbir şeyi değiştirmeden kalmak bile kendi başına bir karşı duruş olabiliyor. Asıl güçleri kırılganlıkla direnci aynı anda taşıyabilmelerinden geliyor. Bu yüzden okura hem karanlık hem de tanıdık geliyor olabilirler.
Tam da karakterleri bu yönleriyle konuşmuşken, Özel Anlarımız İçin Zarif ve Büyüleyici Bir Deneyim öykünüzü konuşmadan geçmek istemiyorum. Öykünün ismi bile sanki çok nahif bir öykü okuyacakmışız hissi veriyor ama hayır, ters köşe oluyoruz. Kadın olma durumu, erkeklik meselesi, ayakta durmalıyım, dengede kalmalıyım derken gölgeli taraflarımızın ortaya çıkması… Kitabın genel atmosferini en iyi temsil eden öykülerden biri olarak, bu öykünüzü biraz konuşabilir miyiz?
Öyküdeki “zarif ve büyüleyici bir deneyim” vaadi, kısa süre içinde erkeklik ve mülkiyet duygusuna yani bir tahakküm alanına açılıyor. Anlatıcı tam da bu alanın içinde kendi sınırlarını, seçimlerini ve itirazını kuruyor. Sözünü ettiğiniz “ters köşe” bu olabilir. Aslında yazarken herhangi bir ters köşe yapmayı amaçlamamıştım; hikâye süreç içinde baştan sona değişti; bir noktada ters köşeyi ben yazarken kendime yaşatmış olabilirim. Kitabın genel atmosferini en iyi temsil eden öykülerden biri de olabilir gerçekten. Çünkü temel meseleler -görünüşle gerçeklik arasındaki çatışma, kırılganlık ve direncin yan yana var olması, gündelik hayatın içinde gizlenen tahakküm biçimleri- bu öyküde çok berrak bir şekilde açığa çıkıyor.
Öykülerin mekânsal unsurlarını da konuşmak istiyorum, çünkü öykülerin tamamında, “yer arayışı” duygusu var. Genelde dışardayız, bir evde değiliz. Bu yer arayışı meselesi hem çoklu mekânsal bir yapı sunuyor hem de bireysel içsel yolculukların devamı adına önemli oluyor, ne dersiniz.
Evet, kesinlikle katılıyorum. Karakterler sürekli hareket hâlinde, ya geçici bir yerdeler ya bir yerden bir yere geçiyor ya da bir yere tutunmaya çalışıyorlar. Bu da aslında “yer arayışı”nı hem mekânsal hem de içsel bir meseleye dönüştürüyor. Dışarıda dolaşan, yer değiştiren bedenlerin arayışı, içeride süren bir kimlik ve varoluş arayışını da yansıtıyor. Mekân sabit bir arka plan değil, adeta ayrı bir karakter gibi hem kendinin hem de diğer karakterlerin kendine özgü var oluş biçimlerini görünür kılıyor ve bir yandan da öykülerin bizzat kendisi yaratıyor.
Bireysel yer arayışından mütevelli genelde dış mekanlarda olunduğu için bir toplumsal hafıza anlatısı da çıkıyor karşımıza aslında, öyle değil mi? Dünyadan Sonra Bir Yer içindeki öyküleri toplumsal hafıza anlarını kaçırmadan okumak da lazım, çünkü Dünyadan Sonra Bir Yer, diyebileceğimiz bir yer yok öyle değil mi, ya da var mı, birey ve toplum olarak “o yer” veya “başka bir yer” diye kaçabileceğimiz bir yer var mı?
Mekân ve karakterlerin “yer arayışı” aslında sadece bireysel değil, kolektif hafızanın da izdüşümü. Dışarıda kalmak, yerinden edilmek, unutulmak sadece kişisel değil; tekrar tekrar yaşanan toplumsal deneyimler. Apartman boşlukları, eski sokaklar, oteller, köhne ya da yıkılmak üzere olan yapılar… hepsi hafızanın üstü örtülmüş katmanları gibi.
“Dünyadan sonra bir yer” ifadesi de bu açıdan çifte anlam taşıyor: bir yandan hiçbir yere tam olarak ait olamama hâlini işaret ediyor, diğer yandan da tam da burayı, bu dünyayı ve burada başka bir ihtimalin var olabileceğini. Gerçekten “öyle bir yer” var mı? Yani sığınılacak bir güvenli alan yok belki, ama arayışın kendisi yeni bir hafıza mekânı, bir direniş alanı açar mı?
Öyküler yazmaya devam edecek misiniz? Var mı masanızda bundan sonraki dönemlerde okuyacağımız metinleriniz?
Başka bir dosyada bir araya getirmek istediğim öyküler var. Ama şu an bir roman üzerine çalışıyorum, odağım tamamen orada. Sanırım öykülere dönmeden önce onu tamamlamam gerekiyor.
İlk yorum yapan olun