.

Parler Femme yahut Metnin Cinsiyeti: Kamçılanma Mesafesi Üzerine

İpek Bozkaya

Metne cinsiyet atanabilir mi? Cinsiyetli metin var mıdır? Bir metni okuduğumuzda metindeki dişilik fark edilebilir mi? Metnin kadın yazarın mı erkek yazarın mı elinden çıktığı kullanılan kelimelerden anlaşılabilir mi? Dişil metin ne demek? Eril metin ne demektir? Var mıdır? Sınırları nelerdir? Erkek yazar dişil metin yazamaz mı? Kadınlığın ortak dili var mıdır? Varsa dişil ve eril metnin edebiyat sahasında konumlanışı nedir? Metinler cinsiyet kategorizasyonuna tabi tutulduğunda bu eylem cinsiyetçilik başlığı altında karşılık bulmaz mı? Metinler cinsiyet adres edilerek ikiye indirgendiğinde queer’in sahasına hangi metinler girer?

Dil ve cins bağlamında aklımızı kurcalayan sorular böyle devam ediyor. Bunlar sözcüklerle anlamlı ve estetik yapılar kuran kullanıcıların, kurdukları yapıyla cinsleri arasında bir bağlantı olup olmadığını düşünmede ilk akla gelen sorular. Zeynep Uzunbay’ın öykülerinde dil, kadın dili/ dişil dil olarak adlandırıldığı için bu meseleyi, öykülerin dili üzerinden anlamaya çalışacağımız bir yazı olacak bu. 

Dil, toplumbilimin temel kavramlarından biri olarak ideolojiye, bölgeye, topluma, eğitim durumuna, iletişim ortamına, politikaya ve daha birçok bileşene göre değişkenlik gösterir. Cinse göre de değişkenlik gösterdiği son yıllarda yapılan toplumbilim, psikodilbilim, feminist dilbilim ve söylem analizi çalışmalarıyla ortaya konmuştur. Cinsiyetin dil açısından ele alındığı, dil kullanımı ile -iki kategoriye indirgenmiş- cinsiyet arasındaki bağ üzerine yapılan araştırmalarda kadınların kelime seçimi ile erkeklerinki arasında farklar görülmüştür. 

Dilbilimci R. T. Lakoff, Language and Women’s Place (1973) adlı çalışmasında dünyadaki şeyler hakkında hissetme şeklimizin ifade etme şeklimizi yönettiğini söyler ve şu örnek üzerinden gider: Aynı renk -pembemsi mor- bir duvara bakan iki cins düşünelim. Kadın bunu “Duvar leylak rengindeydi” şeklinde tanımlayabilir ve bu yüzden herhangi bir izlenim oluşturmaz; fakat bir erkeğin duvarı leylak renginde tanımlaması sonrasında kişide şu izlenimler oluşabilir: Bu kişi ya homoseksüeldir ya sarkastik olarak bunu söylemiştir ya da bir iç mimardır. Çünkü bu kadar ayrıntılı renk tanımları ancak bir kadının kelime dağarcığında, kullanılmak üzere aktiftir; ebru, bej, lavanta, deniz yeşili ve daha nice ara tonlar… Lakoff, bu ilişki teorisine şöyle devam eder, “Bir kitap kapağının” der “lavanta ya da leylak rengi olarak tanımlanıp tanımlanmayacağı konusunda tartışan iki kişi arasında, bastırılmış kahkahasıyla umarsız bir adam gördüm.” Erkeklere göre bu tip sorular gerçek dünyayla alakasız olduğu için, onlar bu tip soruları eğlenceli bulurlar. (Lakoff, 1973)

Kadının toplumsallaşma süreci erkeğinkinden farklı geliştiğinden iletişim ve estetik haz için kurulan dilin de bu farklı toplumsallaşma sürecinden etkilendiğini söylemek mümkündür. Fakat bu türden ikili ayrımsal tespitlerle, cinsiyet felsefesini rafa kaldırıp indirgemeciliğin tedirginliğini duyumsamaksızın genelleme yapmanın sonsuz hazzından kaçınarak denilebilir ki Zeynep Uzunbay anlatılarında dil, toplumsal kodlanmaların anahtar cümlelerini veren kadın karakterlerin hayatı anlamlandırma ve algılama biçimiyle kurulduğu için, toplumsal rol etkileşimi ve cinsiyetli metin retorik ve sözdizimsel bağlamda karşımıza çıkar. Lakoff’un kadın-erkek dil farklarının daha bir sürü örnekle uzadığı yazısına burada sadece verdiği renk örneği üzerinden değinebildim, fakat sadece bu renk örneği üzerinden bile Zeynep Uzunbay’ın Kamçılanma Mesafesi’ni elimize alıp ilk öyküyü okuduğumuzda karşımıza çıkan cümleler şu şekilde; “Çiçeklerin kurumuş yapraklarını temizledim.”, “(…) çiçeklere baktı teyzem ve bir gün gel de benim şebboylardan vereyim sana, dedi.”, “Arka bahçelerindeki renk renk çiçekleri, üstlerinde kımıldayan güneşi görünce”, “yoğurt kabımdaki şebboyumu” “şebboylar kadar renkliydi”, “rengârenk boncuklar, kolyeler, bileklikler”, “tak bunları, dedi, tak, taşlar korur seni”, “önümüzden geçenlerin ayakkabı renkleriyle falıma baktı”, “sen niye siyah ayakkabı giydin”. Diğer öykülere de bakıldığında Lakoff’un teorisinin bu metin için çalıştığı görülebilir. Fakat Kamçılanma Mesafesi’nde dil bu tip -kadın dilini duygusallıkla, kırılganlıkla ve nahiflikle bağdaştıran- genellemelerin dışında, kadınların hayatla meselelerinde bir meydan okuma aracı ve kız kardeşliğin iletişim aracı olarak kullanılması bakımından dişildir. Kadın tarihyazımını kadın perspektifinden oluşturduğu; bu edebi soykütük çalışmasını bu dilin karşısından, üstünden değil; onun içinden ve onunla aynı seviyeden yaptığı için dişildir.

Kamçılanma Mesafesi’nde on üç öykü boyunca kadınlar farklı sosyalizasyon koşullarının onları getirdiği noktadan konuşurlar ve dil burada kadını klasikleşmiş eril edebiyat metinlerinde görülen “şey” hâlinden çıkarıp onu canlı, yaşayan, anlatan, susmayan bir varlık hâline getirir. Anlatma meselesi kitapta mühimdir. Karakterler varlıklarını, anlatmak üzerine kurmuşlardır; yanındakine, sağdakine, soldakine, dinleyene, dinlemeyene: kendimi kendime anlatıyorum (15), hep söylerim, aman derim, anlatırım (19), hem de nasıl zor anlatamam (19), durumu anlattım (52), anlattıklarımdan utandım sonra (52), anlat, dedim (54), ona da anlattım tabii (70), kızım ben sana ne anlatıyorum (70), dinle şimdi (75), anlat diyorsun, ne anlatayım kızım, eskiler eski zulüm, yeniler yeni zulüm (79), oğlanlarına anlatmadın mı dağza (85), geldikçe aklıma anlatırım (91), hem ağladı hem anlattı (96).

“Neredesin Meryem” adlı öyküde Meryem bir otobüs yolculuğunda başlar anlatmaya. Meryem yüksek sesle ve çok konuşmaktadır. Yolcular rahatsız olur. Muavin uyarır. Çok konuşan Meryem ve onu susturmaya çalışan muavin ile diğer yolcular aslında anlatı düzleminin dışında toplumsal hayatta anlatan kadını susturmaya çalışan, kadının sesini çıkarmasından rahatsız olan otorite figürleridir. Meryem’in susmasını istemeyen ve onu konuşturmaya heveslendiren Meryem’in muhatabı yan koltuk komşusu anlatıcı ise gözleriyle, dudaklarıyla ona eşlik ederek kadının otoriteye karşı yılmasına müsaade etmeyen destekçidir. Öykünün sonunda yolculardan Hacı Emmi şöyle der Meryem’e “Hanım hanım yolculardan helallik iste.” “Nee dedi Meryem. Niye olacak, zorla dinlettirdin kendini.” Ama Meryem Hacı Emmi’nin bu ikazını anlamaz yahut anlamazdan/duymazdan gelir. Bunu seçmek durumundadır. Çünkü o yeterince susan kadındır. Konuştuğu için rahatsız olan Hacı Emmi ise susmayı seçmeyen kadın kimliğini denetim altına almaya çalışan eril otoritenin anlatıdaki temsilcisidir.  Meryem’in kendi dilini kurması ve bunu duyurması yolcular ve otorite figürlerini rahatsız etmiştir. Ama Meryem onları duymadan konuşmaya devam edecektir, çünkü kulaklarının zor duyuyor olması bilinçli bir seçimdir. Bu da Woolf’un kadınlara “Erkekler ne der diye düşünmeden yazın” tavsiyesini hatırlatır, metin de Meryem’e “Erkekler ne der diye düşünmeden konuşun” der.

Fransız feminist eleştiri okulu kadın dili üzerine düşünürken kadının halihazırdaki -ikili karşıtlıklara dayanan ve kadının ikincil konumda olduğu- dili yıkıp yerine başka bir dil yaratması gerektiğini söyler. Bu yapısökümcü teori üç postyapısalcı feminist tarafından da farklı anlamlandırılmıştır: Irigaray parler femme, Cixous ecriture feminine, Kristeva semiyotik demiştir bu yazın dünyasında dişil gücün ortaya çıkarılması gerektiğini söyleyen ve ucu hayli açık olan, ucu kapandığında fallosentrik kültüre yenik düşebilme ihtimali taşıyan teoriye. Bu yeni kadın dili, bastırılmışın ve farkındalığın dili olacağı için bu teori gibi akışkan, ritimli, boşluklarla dolu, yıkıcı, coşkun, savaşçı ve özgürlükçüdür. Kamçılanma Mesafesi’nde metnin dilindeki feminen unsurlar, kadın metinlerinde bulunduğu öngörülen/ kadın metinleriyle bağdaştırılan duygusallıktan ziyade, kadına yüklenen geleneksel rollerle ve kadınlık eylemleriyle, kadının üretkenliğinden ve erkek egemen toplumun yok saydığı kadın cinselliğinden mürekkeptir. Bu kadın dilinin toplumsal rol kaynaklarıyla sarmalanmış kadın bedeninden mülhem ifadesi metinde şöyle yerlerde gösterir kendini: çocuk yaşta satılmam (8), çamaşır yıkardık (10), oğlanla babası (15), pişirip taşırıp yıkayıp temizleyip yıkayıp temizleyip (16), gelin geldim ben on altı yaşındaydım (17), gelin yatağım (17), gerdekten korktum (17), evde hiç huzuru olmayan kızlar (18), doğurdum (18), spiral taktırdım (18), çöpten buldukları ruju (19), ay halidir (20), şu memelere bak şu memelere (24), benim annem de askerlik yaptı (24), şeyini tutup işiyor (25), satar bunları babaları (17), herifleri azdıran şeyler işte (29), öğrenemeyecek ne var diyor Melek, erkekler analarının karnında mı öğrenmişler (35), başörtüme mantoma bakıp da aldanma aydın kafalıyımdır (42), ağzını kapatmadan gülen bir kadın olabilmek (59), benim bebeğim ben yaptım onu (71), yine kemeri çıkardı elleri kırılasıca (81).

Eril dilin parodisinin yapıldığı, kadınlar tarafından söylenmiş sözlere örnekler ise şöyledir: karı akıllı (28), lan ne özrü (28), geçkin kız (7), lan kaşımız gözümüz (24), yok be yavrum sökmez onlara bozum havası (26), kedi gibi kaltak (67), paketi bozulmayan kırklık kız (69) Birinci şahıs anlatıcı -Dayıbaşı Münevver- bu erkeklerden ödünç alınmış dilin kullanılma gerekçesi olarak şöyle der: “Ben senin gibi kibar konuşsam var ya sanayide üstümden geçmeyen adam kalmaz.” Kendini ancak dilsel metaforik erkek peleriniyle var edebilmektedir Münevver. Bireyliğini oluşturması da dayıbaşılık’la, yani yine erkten ödünç alınmış bir unvanladır. Dilini kurarken erk dilini taklit etmesi sistemin içine ancak ve en iyi bu şekilde sızabileceğindendir. Çünkü bir sistemi bozmak için önce o sisteme sızmak gerekir. Dayıbaşı Münevver anlatarak o sistemi yıkmaya adaydır. Anlatmak başarmanın yarısıdır. 

Yazan özne olmak, yüzyıllardır süregelmiş eril otoriter yazının kodlarını çözmekle ve bu otoritenin karşısında otoriteye içkin yeni bir dil kurmakla mümkündü. Bilindiği üzere kadının özne olma sorunu -ve paralel olarak kadın yazarın özne olma sorunu- bir mücadele halinde yüzyıllardır sürüyor. Kadın yazgısını yaşadığına inandırılmış ve kendine yetemediği gerekçesi kanıksandırılarak eve hapsedilen, güçsüz, yardıma muhtaç ve nefes alamayan bir nesne konumundan tüm çabalara ve sosyal mücadelelere rağmen hâlâ tam anlamıyla çıkabilmiş değil. Okuyan özne olmak meselesi ise kadının sosyalizasyonuna bağlı olarak okuyan özneden anlatan, tartışan ve bu imkanlara ulaşabilen öznelere dönüşmek kulvarında mücadelesini sürdürüyor. Birçok kadın, yazan özne olmak, okuyan özne olmak, anlatan özne olmak, tartışan özne olmak gibi kendi içinde de bir sürü dallara ayrılan birçok cephede varlık mücadelesini sürdürüyor. Kadınlardan bazıları yazma şansı bulup edebiyat sahasına girebilmişken bazıları okuma şansı bulamıyor, bazıları ise anlatma şansı bile bulamıyor. Kamçılanma Mesafesi’nde kalemi eline almak vesilesiyle yazın alanında nesnelliğinden çıkıp öznelliğine ulaşan yazar kadın, kendisiyle birlikte diğer cephelerde savaşan, okuyan, tartışan, anlatan kadınların tarihini yazıyor. Anlatma şansına bile erişememiş kadınları metinde konuşturuyor, bu öyle bir konuşma ki metni başlı başına bir kadınlar geçidi yapıyor. Metinde patron, işçi, köylü, öğretmen, mühendis, göçmen, anne, eş, şiddete uğramış, şiddete tanık olmuş, yokluk çekmiş, satılmış, alınmış, kaybetmiş, başarmış, okumuş; toplumsal yaşamın farklı farklı zeminlerinde bir sürü kadın anlatı sahnesine çıkıp teker teker konuşuyor. Kitap on üç ayrı öyküden oluşsa da aslında baştan sona kolektif öznelerin yaşadıklarını anlatışında simgesel bir grev barındırışıyla bir bütün. 

Kaynakça:

Lakoff, R.T. (1975). Language and Woman’s Place: Text And Commentaries. Language in Society, 2 (1), 45-79.

Özçalışkan, Ş (1994). Kadın ve Erkeklerin Küfür Kullanımı Üzerine. Dilbilim Araştırmaları Dergisi, 1994, 274-287.

Şimşek, B. (2006). Kadınlar arası Konuşma Sürecinde Toplumsal Cinsiyetin Dil Üzerinden Sergilenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı, Ankara. 

Uzunbay, Z. (2019). Kamçılanma Mesafesi. Sel Yayıncılık. İstanbul.