
Hafize Çınar Güner
Çağımızın sorunlarından biri de çocukların kitap okumaması. Bunu dert edinen ebeveynler ve öğretmenler çeşit çeşit yollar deniyorlar ama asıl önemli olanın okuma yolculuğunda çocuğa eşlik etmek olduğunu unutuyorlar. Okumayı söken çocuk, bu yolculuğun daha en başında yalnız başına bırakılıyor. Oysaki hepimiz biliyoruz ki oku demekle, çocuğun eline kitap vermekle bu iş olmuyor. Okuma alışkanlığı kazandırmak ciddi bir emek ve özveri gerektiriyor. Yazar Miyase Sertbarut, “Yuan Huan” adlı serisinde bize çok güzel bir şekilde hatırlatıyor.
Serinin ilk kitabı olan Yuan Huan’ın Kulübesi, 2019 yılında yayımlandığında ses getirmiş, baskı üstüne baskı yapmıştı. Sanırım çok okunan kitaplara karşı ön yargım yüzünden o vakit okumamıştım. Geçtiğimiz yılın sonunda Rodari ödülünü alınca ve bu ay da serinin ikinci kitabı Yuan Huan 2 – Kütüphanedeki Kamera yayımlanınca iki kitabı birden alıp okudum. Sanırım bunda kitabın hitap ettiği yaş grubunda bir oğula sahip olmamın da etkisi var. Öncelikle söylemeliyim ki ilk kitabı daha çok sevdim ve ikinci kitabı biraz zorlama buldum. Ama hani derler ya, elinden ne olsa yenir; sanırım Miyase Sertbarut bu lafı hak eden yazarlardan. Son on yılda adından sıkça bahsettiren, uluslararası ödüllere aday gösterilen hatta gösterildiği adaylık için bir önceki yıl da seçildiğini ifade edip kenara çekilen yazarın kitaplarını okumanın zamanı benim için şimdiymiş. Bu başarının sırrı ne diye sorarsanız yazar size çalışma disiplininden, dünya görüşünden ve edebiyat anlayışından bahsedecektir diye düşünüyorum. Çünkü bu üçünün iç içe olduğu kanısındayım. Ama ben size son zamanlardaki bir düşüncemden bahsedeceğim, bilmem bana katılır mısınız? Çocuk edebiyatı dünyasında aman didaktik olmayalım çocuğa öğüt vermeyelim derken sabun köpüğü gibi çok satan kitaplar ortaya çıktı. Çocuğun sıradan gündelik hayatına odaklanan sadece güldürmek amaçlı bu kitaplar, dil bakımından da bir zenginlik sunmazken düşünsel boyutta da yeni bir pencere açmıyor. Kısacası çocuğu kitaba yaklaştırsa da edebi bir zevk vermediği için okuma kültüründe bir basamak oluşturamıyor. Burada yanlış anlaşılmak istemem. Çünkü bırakın çocukları, biz yetişkinler bile elbette haz aldığımız kitapları okuruz, okumak isteriz ama işte burada sapla samanın karıştığını düşünüyorum. Lafı daha fazla uzatmadan konuyu yeniden bu yazının konusu olan kitaplara getirsem Yuan Huan, didaktik olsa da yetkin dili ve merak uyandıran kurgusuyla bu dengeyi kurmayı başarıyor ve her iyi çocuk kitabında olduğu gibi sadece çocuklara değil biz yetişkinlere de bir şeyler anlatıyor.

Telefondaki Ses
Zümrüt, Caner ve İlhami altıncı sınıfa gitmektedir. Okulun ilk haftasında Türkçe öğretmenlerinin değiştiğini öğrenirler. Yeni Türkçe öğretmeni her hafta bir kitap okumalarını, ardından da o kitabı sınıfa anlatmalarını ister. Dehşete kapılan çocuklar Berrin Öğretmen’le pazarlığa girişirler ve sonunda haftada bir hikâye olarak anlaşmaya varırlar. Ancak haftada bir hikâye bile, kitap okumayı sevmeyen kahramanlarımız için ürkütücüdür. Sayfa 9’da İlhami cılız bir sesle; “Bu ödeve not verecek misiniz?” diye sorar öğretmenine. Berrin Öğretmen’in yanıtını sanırım tahmin edebilirsiniz. Okuma kültürünü not vererek inşa edeceğini düşünen öğretmen; “Vakit yok diyenler, daha az internete girin, daha az televizyon izleyin. Hiç merak etmeyin, siz isterseniz zaman genişler.” diye de öğüt verir. Bu duruma canları sıkılan çocuklar, okul dönüşünde bir de parkın içine kurulan sirkin belediye tarafından kaldırıldığını görünce iyice üzülürler. Hafta sonu gitmek için bu sirke bilet almışlardır ama şimdi sirkin yerinde sirkten kalan döküntüler durmaktadır. Sirk, hayvanlarla gösteriler yaptığı için kapatılmıştır. Bu duruma kahramanlarımız üzülse de okur olarak bizler seviniyoruz. Keyifleri fena halde kaçan çocuklar sirkten kalan eşyaların arasında gezinirken kırmızı bir telefon kulübesi görürler. İlhami ahizeyi kulağına dayar ve hikâye içinde hikâye başlar. Sayfa 19’da telefondaki ses; “Dinle… bir hikâyem var sana” der. Önce çok şaşıran ve korkan İlhami, daha sonra bu telefondan dinlediği hikâyeler sayesinde Türkçe dersinden yüz puan alır. Elbette bu durumdan kimseye söz etmez. Öğretmeni anlattığı etkileyici hikâyelerin hangi yazara ait olduğunu sorduğunda telefon kulübesinde gördüğü Yuan Huan adını söyler. İlhami aldığı notlardan mutludur mutlu olmasına ama bir yandan da kulübedeki sesin nereden geldiğini sorgular. Üstelik bu ses bir bant kaydı da değildir, İlhami ile etkileşim halindedir. Aslında sadece İlhami değil okur olarak biz de merak ederiz bu gizemi. Ayrıca bu sesin anlatacağı diğer hikâyeleri de merak ederiz. Bu yüzden de kitap su gibi akıp gider. Hikâyelerin gücünü duyumsarız.
Yazarın bir röportajında konu odaklı çalıştığını, şu sıralar liyakat konusuna kafa yorduğunu okumuştum. Güncel olanı yakalama, çağın çocuklarına ulaşma çabası olan yazar, belli ki yapay zekâ konusunda da düşünmüş ve bu iki kitabı yazmış. Şu sıralar okuduğum “Ünsüz Youtuberın Günlüğü” serisinde de bu durum mevcut. Her ne kadar bebek, çocuk, genç olarak sınıflandırılsa da edebiyat edebiyattır ve ölçütleri aynıdır. Sertbarut da dili kullanma becerisi, kurgu oluşturma gücüyle övgüyü hak ediyor. Ancak Aleyna Tilki ayrıntısından pek hoşlanmadığımı söylemeliyim. Pop olan bu detayların okurla bağ kurmak adına kullanılması aslında eserin zamansızlığını etkiliyor. Belki bu çağın çocukları Aleyna Tilki’yi tanıyor (belki diyorum çünkü bundan da emin değilim) ama on yıl sonraki çocuklar için bu isim bir anlam ifade etmeyecek. Hoş on yıl sonra biz yapay zekâ ve youteberlık gibi konulara bu kadar kafayı takacak mıyız onu da bilemiyorum…

Kameradaki Ses
Çok sevilen bir kitabın ikincisini yazmak hep zordur. Baştan seri olarak planlanıp yazılmadıysa acaba bu da ilki kadar sevilecek mi diye kaygı duyar insan. Yani bir nevi cesaret işidir. Okurdan gelen güzel yorumlar, satış başarısı gibi durumlarla editörünüz sizden ikincisini yazmanızı istemiş olabilir ve bu zor bir karardır kanımca. Yuan Huan’ın ikinci kitabı olan Kütüphanedeki Kamera açıkçası beni ilk kitap kadar içine çekmedi. Bu kitapta da okumayı sevmeyen kahramanımızın yine erkek olması manidar. Okumayı hiç sevmeyen Tahsin için çırpınanın sadece annesi olması da öyle. Yıldız Hanım, oğlunu kitaplarla buluşturmak için onu kütüphaneci arkadaşının yanına çalışmaya yollar. Daha doğrusu kütüphaneci arkadaşı Ruhsar Hanım ile birlikte oğluna bir oyun oynar. Tahsin, halk kütüphanesinde çalışacak ama ücretini çaktırmadan annesi ödeyecektir. Çok geçmeden annesinin bu oyununu anlayan Tahsin yine de kütüphaneye gitmeye devam eder. Çünkü bahçedeki güvenlik kamerasından gelen ses ona eşsiz hikâyeler anlatmaktadır. Bu kitabın sonunda da kahramanımız kökten bir değişim yaşar ve kitap okumaya başlar. Kitaptaki hikâye içindeki hikâyeleri sevsem de maalesef bu kez kitabın didaktik olmaktan kurtulamadığı düşüncesindeyim. Ayrıca bir önceki kitapta sesin nereden geldiğini kahraman kadar merak ederken bu kez bildiğimiz için Tahsin kadar merak edemiyoruz. Ama bir kez daha sadece eline kitap vermekle, oku demekle olmayacağını ancak hikâyeler arası bağ kurarak çocukların kitapları sevebileceğini, çocuklar okumayı öğrenseler de onlarla beraber sesli kitap okuma ve masal/hikâye anlatma saatleri yapmamız gerektiğini anlıyoruz. İlk kitaptaki Berrin Öğretmen’in sözünü burada düzeltip ben de vakit yok diyen yetişkinlere bir öğüt vereyim; “Daha az internete girin, daha az televizyon izleyin. Hiç merak etmeyin siz isterseniz çocuklarınıza hikâyeler anlatmak ve sesli olarak kitap okumak için zaman genişler.”
Yuan Huan’ın Kulübesi, Miyase Sertbarut, Resimleyen: Zühal Öztürk, Tudem, 2019.
Yuan Huan 2 Kütüphanedeki Kamera, Miyase Sertbarut, Resimleyen: Zühal Öztürk, Tudem, 2025.
İlk yorum yapan olun