Külliyat köşemizde, eskiden yazılan eser eleştirilerine yer veriyoruz. Bu kez söz Yakup Kadri’nin. Reşat Nuri’nin Çalıkuşu romanını eleştiriyor.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Piyes ve roman münekkitlerinin fena bir huyu vardır, bahsettikleri yeni bir eserin mevzusunu mutlaka hülasaten (özetle) nakletmek isterler. Ben Reşat Nuri Bey’in son romanından bahsederken böyle bir münasebetsizlikte bulunmayacağım. Çalıkuşu’nu okuyanlar vakayı bir kere de benden dinlemek zahmetinden kurtulacaklar, okumayanlar ve muhakkak okumak üzere bulunanlar da merak ve tecessüslerini (meraklarını) evvelden kaybetmek tehlikesine maruz kalmayacaklardır. Esasen her yeni roman gibi Reşat Nuri Bey’in Çalıkuşu da mevzu itibariyle gayet sadedir; burada bir genç kızın ruhundan bahsediliyor. Bir genç kızın ruhu… Bu son derece müphem (belirsiz) bir şeydir. Lakin ince bir seciye (karakter) müdekkiki (gözlemcisi) olan Hançer müellifi (yazarı) ona lazım gelen vuzuhu vermiştir.
Bizde yeni tarz romancılığın piri olan Halit Ziya Bey de Reşat Nuri Bey gibi daima genç kız ruhiyatıyla meşgul olmuştu; ilk eseri Nemide’den Aşk-ı Memnu’ya kadar bütün romanlarının cazibe merkezini daima bu tatlı muamma teşkil eder. Öyle zannediyorum ki Halit Ziya Bey’den sonra artık hiçbir hikâyecimiz bu mevzuyu tekrarlamak lüzumunu -cüretini diyecektim- hissetmeyecektir. Zira, o büyük edibimiz bunu tamamıyla bitirdi ve boşalttı idi. İçimizden hangimiz Aşk-ı Memnu’daki solgun “Nihal”den daha müessir bir genç kız tipi ibda edebilirdi? Vakıa Reşat Nuri Bey âdeta Nihal’in tamamıyla zıttı pembe yanaklı ve âdeta akıllı bir genç kız tipi çıkardı, lakin bu bizim kalbimize öteki kadar dokunmaktan çok uzaktır. Çalıkuşu’nun başına ne felaketler gelirse gelsin, hepsi bizi lakayt bırakıyor, hatta onun Zeyniler köyünün büyük taş yığınları arasından bile kâfi derecede alaka-bahş bulmuyoruz. Genç müellif Feride’yi o kadar kudretle teslim etmesine rağmen ondan daima bir eksiklik var; mutlaka kendisine mektepte iken verilen “Çalıkuşu” lakabının tesiriyle olacak, Kâmuran Bey’in nişanlısı bizim üzerimizde hakikaten acayip kuş tesiri îkâ ediyor.
Acaba Reşat Nuri Bey bu eserinden bize bir genç kızla bir kuş arasındaki münasebeti göstermek ve ispat etmek mi istemiştir? Eğer böyle ise muvaffakiyetini tebrik ederim, aksi takdirde romanın lübbünü (özünü) zayıf bulduğumu itiraf edeceğim. Dam de Sion’da yetişmiş bir Türk kızının inadını, öfkesini ve kıskançlığını tarif için beş yüz sayfalık bir kitap yazmak hakikaten zahmete değer bir iş değildir; bereket versin ki bu zahmeti ihtiyar eden genç müellifin üslubundaki sadelik ve tabiilik, “tarz-ı tahkiyesi”ndeki (anlatım tarzındaki) kuvvet ve maharet bu koca kitabın bir hamlede ve oldukça hoş bir lezzetle okunmasını etmiş; bahusus (özellikle) İstanbul Maarif Nezareti’nden Zeyniler köyünün mektebine kadar olan o canlı muhit, manzara ve insan tasvirleri esere gayet iştiha-âver (merak uyandırıcı) bir hayat çeşnisi vermiştir.
Bir romancıdan ziyade bir tiyatro müellifi olan Reşat Nuri Bey kari(okur) sıkmamanın yollarını herhangi bir genç muharrirden daha iyi biliyor, vakaya ve eşhasa dair vakalar içinde nazarıdikkati calip (dikkat çekici) ve tecessüs, tahrik edici bir kuvvet ilave ediyor. Esasen Çalıkuşu’nun mevzusu bir büyük romandan ziyade üç perdelik bir piyese daha muvafık gelebilirdi. Çünkü bu romanda hemen her devrenin dönüşü bir “sahne gösterisi” ile başlıyor veya bitiyor.
Victor Hugo’nun Ruy Blas’ında ocaktan düşen bir adam sahnesi vardır: Bir salonda herkes oturup dururken şöminenin içinden bir acayip zâir zuhur ediveriyor. Ruy Blas ilk oynandığı zaman münekkitlerden (eleştirmenlerden) biri – galiba Sainte Beuve olacak-buna itiraz etmiş, Ruy Blas gibi bir facianın içinde bu vakayı pek aykırı bulduğunu söylemiş: Victor Hugo da buna cevaben:
“Bu gibi şeyler tiyatronun icabındandır, sahnede her hadise bir sürpriz olmalıdır.” demiş.
Reşat Nuri Bey’in romanında da her hadise böyle “sürpriz”den yani damdan düşer gibi vuku bulmaktadır, hiçbir hadise mantıki bir silsileye tabi değildir. Feride’nin Kamuran’ı terk edip kaçışı, Maarif Nezareti’nde bir muallimlik buluşu, Bursa vilayetine gidip de yerinin bir başkası tarafından alındığını görüşü, Zeyniler’e gidişi ve tekrar Bursa’ya avdet edişi ve bahusus talihinin en mühim bir dönüm yeri olan Darülmuallimat Fransızca muallimliğine tayin hadisesi hep birer eser-i tesadüftür.
Çalıkuşu’nu oradan buraya, buradan oraya atan sevâik (sebepler) onun kendi varlığından, kendi takdirinde vücud eden şeyler değildir; bunun böyle oluşu da Feride’ye ayrıca bir siliklik, bir sönüklük veriyor. Zira bir romanda kuvvetli tip odur ki alın yazısı okunaklıdır ve hayatın bütün tecellileri kazadan ziyade kadere tabidir.
Geçen gün Dergâh mecmuasında Çalıkuşu’na dair bir tenkit makalesi okudum; burada deniliyor ki: Reşat Nuri Bey, Çalıkuşu’nu ilelebet Anadolu’da bırakmalı idi; bu genç kız, saçlarını ağarıp yüzü buruşuncaya kadar o köyden bu köye bir felaket tayfı gibi dolaşacaktı. Filvaki romanın iptidasında (başlangıcında) her şey bize böyle bir akıbeti ihsas ediyordu. Bütün yaramazlıklarına, bütün hoppalıklarına ve bütün neşvesine rağmen, biçare Nizamettin Bey’in bu öksüz ve bikes kızına en münasip hayatın sonuna kadar haşin ve abus bir kalacak bir hayat olduğuna kani idik. Onun pembe çehresi böyle bir koyu satıh üzerinde daha şayan-ı rikkat görünecekti. Lakin mademki, dönüp dolaşıp yine o züppe Kâmuran’ın kollarına düştü, bütün yaptıkları bize mütemadi bir züppelikten, mütemadi bir hoppalıktan gibi geldi ve kitabı kapattıktan sonra “Adam sen de, bu da ‘Dam de Sion’ tahsili görmüş her genç kız gibi imiş.” sözü gayriihtiyari verdiğimiz hükümlerden biri oldu. Feride -yani Çalıkuşu– sönük ve silik bir roman tipi olmakla beraber aynı zamanda epeyce de sevimsizdir; alafranga hoppalık ona hiç yakışmıyor. Alaturkayı ise fena hâlde yadırgıyor; muhitin ve ne devrin mahsulü hiç belli değil. Bütün tabii zevahirine rağmen bu genç kız Aşk-ı Memnu’daki Nihal’den daha ziyade gayrımillîdir; zaten Feride, dikkat edilecek olursa, tersine çevrilmiş bir Nihal’den başka bir şey değildir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
İkdam, “Çalıkuşu“, nr. 8960 25.02.1922




İlk yorum yapan olun