
Elif Hopyar
Katıldığı ulusal ve uluslararası festivallerden ödüllerle Uzak İhtimal, Yozgat Blues, Anons gibi, sinemamızın son yıllardaki, önemli filmlerine imza atan yönetmen Mahmut Fazıl Coşkun, aynı zamanda filmlerinin senaryolarında da yazarlarla birlikte çalışıyor. Coşkun, kurmaca filmlerinin yanı sıra önemli belgesellere de imza atıyor. Türkiye’nin ilk çağdaş sanat belgeseli olma özelliğine sahip Crossroads, Gülay Semercioğlu, Seçkin Pirim, Sinan Logie ve Candaş Şişman’ın üretim pratiklerine yapılan bir yolculuk. Bulut Reyhanoğlu ve Vanessa Medini Arslan’ın yapımcılığını üstlendiği belgesel, çağdaş sanat alanında önemli bir katkı niteliği taşıyor. Yönetmen Mahmut Coşkun ile kurmaca ile belgesel arasındaki farkları, yeni projelerini, sinemaya bakışını ve filmleri üstüne konuştuk.
Mühendislik eğitiminizin ardından Amerika’da sinema-dijital medya eğitimi aldınız. Sinemaya ilginizi nasıl fark ettiniz?
Sinemaya ilgim üniversitenin ilk yıllarında başladı. 90’ların başıydı ve mühendislik okuyordum, daha ilk günlerden yanlış bir meslek seçtiğimi anlamıştım. O sıralarda kendimi sık sık sinema salonlarında buluyordum. Daha sonra bölüm değiştirmeye ve sinema okumaya karar verdim. Şanslıydım ve yurt dışında okuma fırsatı buldum. Mühendislik okulunu bitirdim ama hiç mühendislik yapmadım. Yurt dışından döndükten sonra belgeseller yaptım, sonra 2008’de ilk filmim Uzak İhtimal’i yaptım.
Filmografinizde yer alan Uzak İhtimal, Yozgat Blues, Anons‘un senaryo aşamasında dikkat çeken unsur, bir kurgu yazarıyla çalışmanız. İki farklı tekniği olan senaryo ve kurgu yazarlığının filmlerinize nasıl bir katkısı olduğunu düşünüyorsunuz?
Üç filmde de farklı faklı isimlerle çalıştım. Tarık Tufan, Görkem Yeltan, Ercan Kesal. Her biriyle çalışmaktan dolayı kendimi çok şanslı görüyorum. Ben klasik senaryolar peşinde değildim, bu nedenle daha çok profesyonel olmayan isimleri tercih ettim. Kendimce çok faydasını gördüm. Senaryo yazarken benim en sevdiğim şey sohbet etmek. Çok küçük bir fikir etrafında konuşmak, okumak, izlemek. Bu isimleri tercih etme nedenim de buydu. Geriye çok verimli sohbetlerimiz kaldı.

Buna bağlı olarak, kurgu bir metni sinemaya uyarlamayı hiç düşündünüz mü?
Roman uyarlaması düşünmedim bugüne kadar. Ama tamamen kapalı değilim. Zaman zaman böyle heveslerim oluyor ama henüz bir girişimde bulunmadım.
Uzak İhtimal, Yozgat Blues, Anons… Filmleriniz ulusal ve uluslararası pek çok ödüle değer görüldü. 2010’ların önemli yapımlarından olan bu filmler güçlü senaryoları, olağanüstü oyunculuk performansları, stilize sinematografisi ile öne çıkıyor. Sizin sinemanız açısından farlı bulduğunuz filminiz hangisini?
Benim en içime sinen filmim Anons. Uzak İhtimal kendimce acemiliklerimin olduğu bir film. Aslında geriye dönüp hiçbir filmi izlemedim, izleyemedim daha doğrusu. Bende biraz anksiyete yaratıyor. Söylediğim gibi içime sinen film Anons. Ama bir yönetmen bu soruya şöyle cevap verir, henüz en iyi filmimi çekmedim. Ben de öyle söyleyeyim.
Şairler yoğun imge kullanımına sahiptirler. Sinemanın da şiirle benzer durduğu anlar vardır. Siz sinemanızla şiir ilişkisine nasıl yaklaşıyorsunuz? Sinemayı anlamada şiirin gücü nedir?
Güçlü ya da gerçek şiir beni sarsar, etkiler. Şiir gibi yazılan metin çok fazla. Hakiki, sarsıcı şiirse gerçekten çok az. Şiirin sinemaya yansıması ise çok farklı bir durum. Bunu hakkıyla yapabilen çok az yönetmen var bana göre ve ben onların filmlerini çok seviyorum gerçekten. Buna karşı şiirsel, şiirimsi filmlerden de nefret ediyorum. Benim filmlerimde şiirle bir ilişki yok, benim zihnim daha matematiksel çalışıyor.
Yönetmenliğini üstlendiğiniz son filminiz Crossroads, odağına çağdaş sanatı alan bir belgesel. Klasik bir soru sormak isterim. Güncel sanat üstüne bir belgesel filmi çekme fikri nasıl oluştu, bize bu süreçten bahseder misiniz?
Bu belgesel fikri yapımcılardan çıktı. Bulut Reyhanoğlu ve Vanessa Medini bana böyle bir belgeseli teklif ettiler, ben de kabul ettim. Filmi iki ya da üç haftada çektik. Filmin çerçevesini yapımcılarla birlikte belirledik ve çok güzel bir ekiple çektik. Bu sayede son derece ilginç yerlere girebildim. Benim için çok eğitici bir işti.

Türkiye’nin ilk çağdaş sanat belgeseli olma özelliğini taşıyan film Gülay Semercioğlu, Seçkin Pirim, Candaş Şişman ve Sinan Logie’nin sanatsal yaklaşımlarına ve üretim pratiklerine, yaşadıkları kentle kurdukları bağa, gündelik yaşamalarına odaklanıyor. Birbirinden farklı eğilimleri olan bu sanatçılar nasıl bir araya geldi ve nasıl bir bütünlük oluşturdu?
Belgeselde biraz İstanbul’u ortaya çıkarmak istedik aslında. İstanbul birbirinden farklı semtleriyle çok ilham verici bir şehir. Dört sanatçıyı seçerken biraz bunu göz önünde bulundurduk. Crossroads aynı zamanda bir İstanbul filmi bana göre ve bu özelliğini çok seviyorum.
Dünyada çağdaş sanatı merkeze alan, epey de tartışmalara yol açan The Square, Velvet Buzzsaw gibi filmlere rastlıyoruz. Sanat tarihinin önemli figürlerinin biyografileri de sanatseverle buluştu. Ancak güncel sanata dair bir belgesel var mı?
Var elbette, şu anda isimlerin hatırlayamadığım epeyce bir belgesel var bu konuda. Çeşitli festivallerde ve platformlarda mevcut.
Crossroads, doğu-batı meselesine yaklaşımının yanı sıra, akıcı senaryosu ve kurgusuyla da dikkat çekiyor. Bu bağlamda belgesel ve kurmaca filmin birbirinden farklı ya da yaklaştığı noktalar nelerdir?
Belgesel ve kurmaca arasında inanılmaz ince bir çizgi var. Belgeselin de kurmacanın da malzemesi gerçek aslında. Belgesel yalın gerçekten oluşuyor, oysa kurmaca gerçekten devşirilmiş malzemenin yeniden üretilmesiyle meydana geliyor. Ben iki türü de çok seviyorum ama kurmacayı tercih ediyorum. Kurmacada her şey kontrol edilebilir ve tekrar edilebilir. Belgeselde bu mümkün değil. O nedenle bana göre daha zor aynı zamanda.
Yeni projelerinizden söz eder misiniz?
Uzun zamandır masada olan Ölüleri Yakma Cemiyeti adlı filmi 2025’te çekmeye hazırlanıyoruz. Umarım başarırız. Bir sonraki projenin öyküsü var, henüz senaryosu yok, bu arada onu da bitirmek istiyorum.