Melike Sönmezer
Ayşen Işık’ın kaleminden süzülüp okuyucularının zihin perdesini aralayan ikinci kitabı Ne Yeni Ne Başka, 2024 yılında İletişim Yayınları’ndan çıktı. Öykü türündeki bu eserin asıl meselesi “ikinci bahar “adı verilen, kadınların olgunluk çağındaki deneyimlerini anlatıyor. On farklı öyküden oluşan bu eser, edebiyat kanonunda -ve hatta sanatın diğer dallarında- bakışların yok saydığı konulardan besleniyor. Yaşlılık, hastalık ve hayatın olgunluk evresinde kendini yeniden doğurmak meselesi öyküleri gizli bir sarmalla birbirlerine bağlıyor. Çünkü her bir öykü bambaşka üslupla kaleme alınıyor. Öyküler her birimizin aşina olduğu hayat hikâyelerinin izleklerini taşıyor. Mesela, kanseri yenmiş bir kadının hastane odasında kendi kendine verdiği yeniden doğuş kararını anlatıyor. Her birimizin yaşamlarında öyle bir an vardır değil mi? “Tamam, bundan sonra farklı olacak” dediğimiz. Bu kırılma anları mekânsal olarak niyeyse ölüm ve doğum anlarının eşlik ettiği anlarda zuhur eder. Ya bir hastane koridoru ya bir kabristanlıkta servi ağacının altındadır. Verilen bu kararların bir anda zihinlerden çıkmasından ziyade onu pratik eylemlere dökmek asıl olan meseledir. “Güzel Şeyler Düşün” adlı öyküde tamda bu anlatıyor. Hastane odasında yeni bir kimlik inşa etmeye karar verdikten sonraki hikâye… Filmlerde, kitaplarda bu kısmı göremeyiz pek. Eğer hasta, vücudundaki kötü hücreyle mücadelesini kazandıysa hikâye mutlu sonla biter. The End… Peki ya sonra? Yazar bu öyküsünde sonrasını öyle güzel aralıyor ki, artık hastalığı yenmiş yeni bir beden, hastaneden sonraki yaşam temposuna geri dönenebilir mi? Bu öyküde o dönüşün kolay olmadığını ama denemeye değer oluşunu resmediyor. Hayatının ikinci baharı dedikleri evresinde flörtleşen bir kadının duygularını filtresiz aktarıyor.
İkinci öykü “Buradayım”, yine içimizden birinin Simay’ın hikâyesi. Simay, bir pazar günü kiliseden dönecek olan çocuklarını ve kocasını, yaşadıkları kasabayı, arkasında bırakan Tante Rosa’nın torunu. Simay, modern dünyada beyaz yakalı olan; evi, çocukları, modern dünyanın dertleri içerisinde boğulan bir kadın. Kocasının işsiz kalmasıyla yaşadıkları ekonomik bunalım, her gün birbirinin tekrarı olan günlerden kaçıp kurtulma istediğiyle aynı günlerin sarmalına sıkışmış bir yeni model Tante Rosa’yı anlatıyor. Aşk, ölüm ve yas dünya üzerinden geçen her insan kadar deneyimlenmiş duygular bütünüdür. “Soğuk Soğuk Kalp”, “Yengeç Kanonu” öyküleri de bu duygular üzerine kurulmuştur. Yazar monotona binen aile ilişkileri, duyguların tükendiği evlilikleri anlatırken bir yandan “sevemem olmaz “diyen yaşamların yeniden sevebildiği, yaşadığı, aşkı elleriyle yoğurduğu dünyaları da anlatmaktadır. Sadece birkaç saat önce tanıştığın biriyle sevişmek, saatlerin yetmemesi, ayrılmak istememek ondan… “Evet” öyküsü tam da bunu anlatıyor. Aşkın, cinselliğin, tutkunun en yalın hâlini bir kadının zihninde çarpıştırıyor yazar. Kadın zihni burada dikkatimizi çekmemiz gereken temel unsurdur. Zaten toplumsal normlarda kadının, kadın bedenin cinselliği, tutkuları hâlen yazmak, konuşmak konusunda bir tabuyken Ayşen Işık, burada kadının zihninde bu duygular bütününü çarpıştırmaktadır.
“Bir daha asla biriyle olamam derken,
Bir erkeğin bedenime dokunmasına izin verebileceğimi,
Bir erkeği arzulayabileceğimi düşünemezken,
Ve işte buradayım,
Köhne bir karavanda…” (Işık,2024:40)

“İyi Miyiz Şimdi?” adlı öyküsü kanserden eşini kaybeden bir kadının eşine vedasıyla; yas süreci arasındaki o geçişi anlatıyor. En sevdiğinle bir ömür geçirmek, birlikte yaş almak en önemlisi birbirini bulmak bize zaten mucize gibi geliyorken bir de bu mucizenin insan doğası gereği zorunlu ayrılışı kalbimizde bir yumru bırakıyor. Evladının bu süreçte içine kapanışı, süreci tek başına yönetmesi, en sevdiğinin bedenindeki dayanılmaz ağrısına şahit olmak; şüphesiz ki ağrıyı çeken beden kadar bir ağrı getirir bedenlerimize. İnsan en sevdiğinin gün geçtikçe gözlerinin önünde eriyip gitmesini, çektiği ağrılara bir merhem olamaması işkencenin en zorlularından biridir. Bir de gelen kaçınılmaz gerçeği bile bile rol yapmak, onun iyileşeceğine olan inancını diri tutmak başlı başına bir mücadele alanıdır.
“Gülümsememi bekliyordu, her zaman nasılsam öyle olmamı, ağlamak yok, sızlanmak yok, faniyiz, hepimiz öleceğiz, inkâr etsen ne olacak? Sıkılıyordum kendimi, boyuna sıkıyordum.” (Işık, 2024: 49)
“Ateş Dikenleri”nde ise, annesini kaybeden Eda’nın bu kayıpla birlikte hayatını sorgulamasının dehlizlerini resmeder. Ölümün başka bir yüzü anlatılır bu sefer. Eda bu ani ölümün ardından annesiyle olan anne-kız ilişkisinin, annesine dair düşüncelerinin, kendi hayatındaki deneyimlerinin hesaplaşmasını yapar. “İşte O Gün”, edebiyat kanonunda çok yer bulamamış yaşlılık konusunu değinir. Eşiyle bir yaşlı bakımevini işleten Aslı’nın; eşiyle çatışmalı ilişkilerinin akışında, kurumdaki ihtiyarların yaşamlarına odaklanır. Orada bir Ülkü vardır ki, bence Ülkü’nün hikâyesi başlı başına bir roman olabilir. Akülü sandalyeyle yaşamını sürdüren Ülkü, annesinin kaybının ardından erkek kardeşi tarafından kuruma getirilir. Kimseyle konuşmayan, yemeklerini yemekhanede değil odasında yalnız yiyen, toplumdan bilinçli olarak kendini soyutlayan genç bir kadındır. Ülkü, onu yok saymak isteyen topluma çok güzel çelme atarak önce o küser. Tüm toplumu yok sayar. O akşamüstü, tüm sıcağa inat bir yaz yağmuru indirir. Ama bardaktan boşalırcasına. İşte o yağmurun altında kurumun bahçesinde tüm isyanın ateşiyle unuttuğu sesini hatırlamak için var gücüyle bağırır Ülkü. Oldukça epik bir an resmeder yazar. Ülkü bağırdıkça benim boğazım ağrır, ben yorulurum. Tüm “ötekilerin” sesini birleştirir de bağırır Ülkü! Tüm bağıramayan Ülküler için bağırır!
Kitabın başlığını taşıyan “Ne Yeni Ne Başka” öyküsü, kadın dayanışmasının öyküsü. Kadın dayanışması öyle bir kavram ki, akademik literatürün yetersiz kaldığı, dinamik, her an her yerde değişken, çelik bir kavram. Çok sağlam. Bu öyküde de sevgilisinin teknolojik zorbalığına uğrayan bir kadının ilkokul arkadaşı olan Nedret’e sığınmasını anlatır.
“Liseye başladığımız seneye kadar en yakın arkadaşım oydu. O sene babası öldü Nedret’in, annesi apar topar ailesinin yanına taşınınca koptuk birbirimizden. Başıma gelenleri duyunca onu yollara düşüren, beni aramaya iten neydi, merak ediyorum. Çocukluğun, birlikte büyümenin açıklanamaz duygusal bağı mı, vefa duygusu mu?” ( (Işık, 2024: 79)
Nedretle uzun yıllar görüşmemiştir, ama sevgilisinin onun çıplak fotoğraflarını dijital mecralarda paylaşmasıyla-taciz etmesiyle- yaşamının altüst olmasının ardından Nedret’in hem köy evini hem de ruhunu açması ona iyi gelir. Dermanın nereden geleceği bilinmez diyerek kendini attığı o köy evindeki yaşamsal mücadele kahramanı şaşkına çevirir. Her gün sabah erkenden bostanlarla, atalık tohumlarıyla, ceviz ağaçlarıyla var gücüyle uğraşan Nedret’in azmi, kahramanda hayranlık uyandırır. Toplumdan elini eteğini çekmiş, doğaya bırakmıştır kendini. Bir akşam o küçük köy evinde sıcacık ocağın başında arkadaşının yaralarını sarmak isteyen Nedret’in hazırladığı o nefis sofra tüm kadınlık yaralarımızı kucaklar. Hepimizin bir noktada merhemidir o sofralar. Tanıdık sofralardır. İşsiz kalınca, hasta olunca, kalplerimiz kırılınca başka bir kadının sırtımıza ördüğü bir cekettir o sofralar. Tanırız. Ağlamaktan ağırlaşan gözelerle; temiz, serin çarşaflara bırakırız kendimizi. Orada ne kadar uyduğumuzu bilmeden yorgun uyanır, günün yerini karanlığa bıraktığını fark ederiz. Arkadaşımızın şefkatli yemeklerinin sofrasında buluşuveririz. Tam da öyle bir anı hazırlar Nedret, çocukluk arkadaşına. Güzel bir uyku çeken kahraman, Nedret’in hazırladığı mezelerle, yemeklerle karnını doyurur. Ve sorar: Neden? Neden bu yaşamı seçmiştir Nedret? Yaşamdan uzakta, toprakla geçen günler… Kocası tarafından evliliği boyunca zorbalanan aşağılanan Nedret, yine böyle bir anda kocasının ellerinin onun boynunu sıktığı bir anda kocasının kalp krizi geçirerek ölmesini seyreder. Yıllarca ama yıllarca düşünür, acaba ambulans çağırıp onu kurtarmadığım için katili ben miyim? Ama kocasını kurtarsaydı, kurtardığı celladı olacaktı. Bilir. O an insanlığı ve kendi yaşamı arasında tercih yapar. Hayatta kalmayı seçer Nedret. Kocası ölünce de kendini bu ekolojik yaşamın kucağında bulur. Toprakla iyileşir.

“Sivri Uçlar Kenarlar” adlı öykü yirmi iki yaşında annesinin onayını almamış bir evlilik yapan genç kadın Sedef’in hikâyesidir. Düğün telaşı ve balayı hengâmesinin bitmesiyle pembe düşler aralanıverir Sedefte. Hâlbuki o annesi, teyzesi gibi bir evlilik yaşamı sürmeyecektir. Âşık olmuştur kocasına. Evlilikleri aşkla sarmalanacaktır. Buna inanır. Her akşam kayınvalidesinde yenen yemekler, yeni gelin evinde oturmalar, borcamlar, kalabalık ev kutlamaları, akraba ziyaretleri… Önce eşinin ailesi öyle istiyor diye giyiminde değişiklikler, ardından onlar seviyor diye kalabalık kadın günleri… Sedef bir türlü tutturamadığı tart hamurunu pencereden fırlatmak isteyerek ilk isyanını başlatır. Neyse ki annesi yanındadır, hamuru o halleder, tartı pişirir, mutfağı toplar. Kekleri hazırlar. Ev misafirleri beklemeye hazırdır. Kayınvalidesi ve akrabalarının hepsini “yeni gelin evini” gezdikten sonra yeni döşenmiş salona yerleşirler. Evin dekorasyonu yorumlanır, balayına neden Antalya’ya gittikleri sorgulanır… Misafir bebeklerinden biri Sedef’in kucağına verilir. Aman pek de yakışır annelik Sedef’e… Misafirler onayladığına göre bebek yapmaları şarttır. Sedef tüm bu sohbetin arasında pişen tartı fırından çıkarmaya gider. Tart iyi pişmiştir de bu iş hep böyle mi devam edecektir? Eşi mutlu olsun diye giymediği etekleri, kayınvalidesinin gönlü olsun diye gelen misafirlere ikramlık hazırlaması… Tüm düşünceleriyle tartı kesmeye koyulur. Sormamıştır yirmi kişiye tek tek kahvenizi nasıl içersiniz diye. Bilir her biri başka isteyecek. Canı istemez kahve yapmak, çayın suyunu koyar. Bir kadının mutfaktaki direnişidir kahveyi atlayıp çayın suyunu koymak, bunu keşfeder Sedef. Tart çok iyi olmamıştır, borcamıyla birlikte çöpe atar. Bir sigara yakar. İlk isyanını kutlar. İlk isyanların, son isyanların, vazgeçişlerin kutlandığı öykülerin buluştuğu Ne Yeni Ne Başka yeniden doğuşun, tahta sıralardan yemyeşil çiçekli bahçelere koşuşun öyküsüdür. Ayşen Işık bu öykülerinde modern dünya düzenine naif ve bir o kadar başkaldırıcı konuları, ötekilerin gözünden anlatıyor.


İlk yorum yapan olun