Ali Bulunmaz
İnsanı insan yapan şeylerin başında hatırlama geliyor. Acıyı, başkalarını, olayları, utanmayı ve daha pek çok şeyi hatırlayarak insanlaşıyoruz. Saša Stanišić’in romanlarında da hatırlama başkarakter.
1991-1995 arası, aynı sokakta birbirine komşu olanlardan bazılarının katile dönüştüğü bazılarının ise maktul hâline geldiği Yugoslavya İç Savaşı’na dair hikâyelerinde efsaneleri ve masalları merkeze aldığı metinlerinde de Stanišić; gerek hakikatleri anımsatan gerek zihin oyunlarıyla gerçekleri yeniden kurgulama bağlamında hatırlama üzerine kalem oynatmıştı.
Asker Gramofonu Nasıl Tamir Eder?, Şenlikten Önce ve Köken’de yazar, bize bu hatırlama biçimlerinden örnekler sunarken benlik çatışmalarını ya da çelişkilerini, varlığı ve yokluğu, yersiz-yurtsuzluğu ve yeni başlangıçları anlatılarının merkezine yerleştirmişti.
Stanišić, sorgulamayı ve sormayı esas aldığı kitaplarında geçmişe bakıp geleceği daha farklı şekillendirme ihtimallerinden bahsetmişti satır aralarında. Yeni romanı Dul Kadın Su Kabını Ağzı Öne Gelecek Şekilde Mezarın Üstüne Bırakıyorsa, Bilin ki İlgi İstiyordur’da ise emin adımlarla bu olasılığın üstüne gidiyor.
Hatırlama ve Yaşama Girdabı
Romana dair anahtar sözcüklerden biri ihtimalse diğeri tercih. Stanišić, yaşamın veya akışın dışına doğru hamle yaparak başka tercihlerin mümkün olduğu bir alana götürüyor okuru. Aslında başka tercih ihtimalini düşündürerek yaşamın içine yeniden atıyor hepimizi. Diğer bir ifadeyle hatırlama, düşünme ve başka türlü yaşama olasılığı üzerine bir oyun kurguluyor. Bunu da “hayat için bir deneme kabini” fikrine dayandırıyor. Orada muhteşem bir yaşama adım atmak mümkün elbette ama riskler de var: “Yan etkilerini yabana atmamak lazım. Kimisinin başı tutar, düşüp bayılan olabilir, normal. Daha da kötüsü, hafıza kaybı bile olur ve hafıza kaybı, büyük şanssızlık. Düşün, harika bir gelecek görmüşsün, deneme kabininden çıkınca bir bakıyorsun, okuma yazmayı yeniden öğrenmen lazım.”
“Deneme kabini” fikri, bir şeyleri daha farklı yapma imkânı sunarken tedbir alma fırsatı da vererek yaşamın akışını değiştirme olanağına kapı açıyor. Bir yanıyla metafor bir yanıyla da yenilik umudu bu. Dolayısıyla “Tercihlerimiz farklı olsaydı yaşamımızda neler değişirdi?” sorusunun peşine düşürüyor hikâyenin kahramanlarını ve verilecek yanıtlarla da mesele dallanıp budaklanıyor.
Mutlu ve huzurlu yaşamayı, huzur içinde ölmenin yerine koyma ihtimaline tutunanlar ve ayakta kalmak isteyenler, bu “deneme kabini”nin ya da “prova odası”nın davetlileri âdeta. Gerçeklerin ötesinde, hayallerini gerçeğe çevirmek isteyenler aynı zamanda.
Stanišić, pek çok hikâyeyi ağır ağır bir araya getirirken mevcut zaman ve bir başka zaman ayrımı yapıyor: Bu da seçimler ve başka tercihler ihtimali arasındaki bir çizgiye götürüyor bizi. Diğer bir ifadeyle sürüp giden yaşam ve başka bir hayat olasılığını çıkarıyor karşımıza. İlkinde tükeniş ve keyifsizlik söz konusu, ikincisinde ise bunları yaşamama durumu. Hikâyeyi zorlu ve çekici kılan da bu zaten.
Hatırlama ve yaşama girdabında hedefe doğru güçlüklerle örülü bir yolculuğa çıkanlara, hayatı bir oyuna benzetenlere, gerçeklerin ağırlığını taşıyanlara ve gözünü kırpmadan yalan söyleyenlere dair hikâyeler anlatan Stanišić, tüm bunların bambaşka şekilde yaşanabileceğini hissettiriyor. Aslında hepimizin zaman zaman yaptığı muhasebelerin bir örneğine imza atıyor.
Her şeyi sıfırlayan pişmanlık
Stanišić, bir de anlatılan ile yaşanan hayat arasındaki boşluğa dikkat çekiyor romanda. Karakterlerden bazıları ikisini bir ve aynı şeymiş gibi algılıyor fakat bu, sınanmaya ya da doğrulanmaya muhtaç bir durum. Burada da ihtimaller veya “Başka türlü yaşansaydı nasıl olurdu?” sorusu söz konusu. “Ölümlü insanların ölümsüz şeyler yapmak istediği” hayatın, bir ihtimaller denizi olduğunu hatırlatıyor bu karakterler ve yazar. Başka bir deyişle hayaller ile gerçeklerin bütünleştiğini, zamanla birbirinin yerine geçtiğini yani çifte yaşamı da anımsatıyor.
Stanišić, dünyada olanlar kadar ölmüşler üzerine de kuruyor hikâyeyi; çekip gitmeselerdi daha farklı şeyler yaşanırdı diye düşünenleri getiriyor karşımıza. Şimdiki zaman kipinin, geçmiş zamana dönüşmesinin yarattığı travma, dilenememiş özürlerle ve pişmanlıklarla şekilleniyor. İhtimallerin gölgesi ve hatıraların güçlü rüzgârı, bu hayatları da etkiliyor. Bir başka şey daha su yüzüne çıkıyor böyle anlarda: Pişmanlık. Dilden dökülüveren “boşa geçmiş zaman” sözü, neredeyse her şeyi sıfırlıyor.
Anıların gelip bugünü yakaladığı; yaşananların ve yaşanma ihtimali olanların hayatın yönünü çizdiği bu hikâyede Stanišić, hayat ve olasılık arasındaki deja vu ile çemberi tamamlıyor. Zihnin oyunları, önce hikâyeye ardından yaşama sızıyor. Geçmiş geleceğe, gelecek ise ihtimallere karışıyor.
Stanišić, kurmaca ile gerçek, yaşananlar ile yaşanma ihtimali olanlar arasında getirip götürüyor hikâyeyi ve karakterleri. Tercihler, olanlar ve olması istenenlerin salınımı bu bir bakıma. Böylece yazar, hayatın dışına taştığı romanıyla yaşama göz kırpıyor: Karakterler, bir taraftan yaşıyor, diğer taraftan hatırlıyor ve aynı zamanda başka türlü olabileceklerin peşine düşüyor.
Dul Kadın Su Kabını Ağzı Öne Gelecek Şekilde Mezarın Üstüne Bırakıyorsa, Bilin ki İlgi İstiyordur, Saša Stanišić, Çeviren: Gülçin Wilhelm, İletişim Yayınları, 216 s.




İlk yorum yapan olun