.

Bu Oğlanlar Elbise Giyiyor!

Simlâ Sunay

Çocuk Edebiyatı ve Cinsiyet

(Sansüre Hayır!)[1] İki yıl aradan sonra, poşetle satılması zorunlu kılınmış bir resimli çocuk kitabı vesilesiyle tekrar buradayım. Çocuk kitaplarıyla birlikte düşünmekten vazgeçmiyoruz. Hayır, bütün yazı slogan atarak sürmeyecek. Her ne kadar, son günlerde ülkede neredeyse her kesim protesto halinde olsa da benim bu yazıdaki amacım daha çok “çocukların cinsiyeti olur mu canım” sorusu etrafında tartışmak. Ve her ne kadar sloganlar bizi yerimizden kaldırsa da tüm fobilerimizi, önyargılarımızı, ezberlerimizi, sustuklarımızı bir kenara bırakıp birlikte bir oturalım istiyorum. Ne ki, elbise giymeyi seven bir oğlan çocuğunun -ülkemizde sansürlenmiş- hikâyesi çocuk ve cinsiyet konusunda bizi yeniden düşünmeye sevk edebilir. Sansür bize cinsiyet temelli konularda ne denli özgür olmadığımızı en baştan gösteriyor. (Bence sansür kitabı cazip de yapıyor.) Sansürün bilmediğiyse, sansüre itiraz ederken bile bizim kendi aramızda çocuk ve cinsiyet üzerine konuşmaktan ve hatta yazmaktan çekindiğimiz. (Bu nedenle bu “yabancı” menşeli kurmaca kitabı kendinize “uzak” bulabilirsiniz. Coğrafi bir temele yatabilirsiniz. Ama bunun için de özel bir çözümüm var, ileride bahsi geçecek.)

Eminim çoğumuz çocukların (toplumsal) cinsiyetli bedenler olduğunun inkârında. Oysa doğdukları anda hastanede kollarına mavi ya da pembe bir isim bandı takılıyor. İsim cinsiyete göre veriliyor. Hastane odası mavi ya da pembe balonlarla süsleniyor. Kıyafetler ve odalar buna göre düzenleniyor. Doğdukları andan itibaren çocukların cinsiyeti, atanmış (doğduğu andaki) cinsiyetine uygun olacak şekilde toplumsal biçimlendiriliyor. Saç kesimi, giysileri, aksesuarları, oyuncakları buna göre belirleniyor. Çocukların davranışları cinsiyetine göre törpüleniyor. Kendi çocukluğumuza gidersek bu konuda ne kadar çok uyarı aldığımızı hatırlarsınız. Cinsiyet salt biyolojikse neden bu kadar çok uyarı aldık biz? Cinsiyet kesin bir belirlenimse neden kulaklarımız çekildi (ey 80’ler çocukları)? Doğduğumuz anda bize neden “cinsiyete uyumlu davranış kriterleri” kodlanmamıştı? Benim kulağıma çalınanlar: “Bacaklarını açarak oturma”, “etekle parende atma”, “yüksek sesle konuşma”, “arabayla erkekler oynar, sen bebeğini al”, “o çekici hemen babana ver”. Peki, benim iki oğlum neden bebekken çok ağlarken büyüdükçe ağlamayı unuttu ve bu davranışı kızlara devretti? Bu tam olarak nasıl ve ne zaman gerçekleşti bulamıyorum bile. (Gözyaşı biyolojik değilse.) Demek ki konuşmak, yürümek ve okumak gibi bize cinsiyet de öğretildi. Bizler Judith Butler’ın[2] çok bilinen deyimiyle cinsiyeti toplum içinde “performe” ederiz. Bu performans taklit içerir. Toplumun tüm dizgeleri, kurumları cinsiyeti tertip eder. Michel Foucault[3] bunu cinsiyet tertibatı olarak kavramsallaştırır ve inceltir.  Aslında tertip edilebilen/edildiği sanılan performanstır, tüm bir cinsiyet değildir. Karşılaşmalarda sunulan, görünendir, gizlenebilir. Cinsiyet tertibinde edilgen olanları, aykırı addedilenleri dışarda bırakmamak ve içinde olduğumuz sistemi anlamak için ben bu kavramları birlikte kullanmayı deneyeceğim; cinsiyet performans tertibatı diyeceğim. Böylece tertibatta bir çatlak yaratacağım. 

Çok failli cinsiyet performans tertibatı tıkır tıkır işler ta ki bir oğlan çocuğu elbise giymekte ısrar edene dek. Sistem alt üst oldu şimdi. Tam bu noktada tartışmayı desteklemek için bir çocuk kitabıyla yetinmeyeceğimi söylemeliyim. Yazıya iki hat üzerinden devam edeceğim, ilki bir tanıklık yani gerçek bir hikâye, Tuğra’nın Tütüsü; ikincisiyse Güldünya Yayınları’ndan çıkan Morris Micklewhite ve Turuncu Elbise adlı çocuk kitabı.Tuğra ve Morris cinsiyet performansında norm dışına çıkar. Bu da ailede ve çevrede büyük/küçük çatışmalara yol açar.

Tuğra’nın Tütüsü (Gerçek Hikâye)

Genç arkadaşım Tuğra’nın atanmış cinsiyeti erkek ancak o bugün kendisini ikili cinsiyet (kadın/erkek) normu dışında; feminen, sıradışı, nonbinary[4] ve akışkan cinsiyetli olarak tanımlıyor. Tuğra bugün bazen elbise, bazen mini etek giyiyor, saçları uzun. Bazense unisex tişört ve pantolon giyiyor. Morris Micklewhite ve Turuncu Elbise’yi okuduğum anda Tuğra’yı düşündüm. Çocukken ne giymek isterdi/neler giyerdi? Tuğra ile bu konuda konuşmak üzere çevrimiçi buluştuk. Ona kitaptan, elbise giymeyi seven Morris karakterinden söz açtım ve hikâye onda çağrışımlar uyandırdı, benzer bir şey yaşamıştı. Çocukken evde bulduğu eteği üzerine geçirmeyi seven Tuğra altı yaşında, İstanbul’da, anaokulundayken bir bale gösterisine katılmış. Kostümler ilk önce şöyleymiş; erkek çocuklar siyah tulum, kız çocuklar pembe tütü. Tuğra pembe tütüyü ilk gördüğünde büyülenmiş ve onu giymek istemiş. Elbiseyi takıntı haline getirmiş. Giyemeyeceğini anladığında ise bütün gün ağlamış ve annesi gelip onu okuldan erken almak zorunda kalmış. Anaokulu öğretmeni durumdan çok etkilenmiş ve okul yönetimiyle birlikte şöyle bir çözüm bulmuşlar; tüm çocuklar tütü giyecek, kızlar pembe tütü, erkekler siyah tütü. Tuğra rengini önemsemeden tütü giyebildiği için çok mutlu olmuş. Tuğra’yı incitebilecek bir olay böylece tatlıya bağlanmış. Tuğra tütü giymesine izin verilmeseydi de bugün olduğu kişi olacaktı. Tuğra ne teşvik edildi ne de yıpratıldı. Tuğra doğuştan ve doğal olarak böyle biri. Tuğra biyolojik olarak da, toplumsal olarak da böyle biri.

Morris’in Turuncu Elbisesi (Kurmaca Hikâye)

Ödüllü hikâye Morris’i tanıtarak başlıyor. Çizimlerden bir oğlan karakter olduğunu hemen anlıyoruz. Morris mutlu bir çocuk; pazar günleri annesiyle krep yemeyi, pazartesi günleri de okula gitmeyi seviyor. Morris’in pek çok çocuk gibi birçok şeye ilgisi var; çizmek, yapboz yapmak, şarkı söylemek, elma suyu içmek vb. Ancak Morris en çok okuldaki kostüm odasını seviyor. Ve o odadaki turuncu elbiseyi. Turuncu elbise ona annesinin saçlarını hatırlatıyor. Elbiseyi nasıl seviyor peki? Rengi dışında, yürüdüğünde hışır hışır ses çıkarmasından, oturduğunda kırış kırış olmasından ve tıkır tıkır ses çıkaran ayakkabılarla uyumlu olmasından dolayı turuncu elbiseyi çok seviyor. Ve bazen okulda onu giyip dolaşıyor. Böyle zamanlarda akran zorbalığına uğruyor. Diğer çocuklar cinsiyet performans tertibatının üyeleri halinde onu uyarıyor, bazen alaya alıyor. Oğlanlar elbise giyemez ki! Morris her ne kadar tüm bu yıldırmalara takılmıyor görünse de yalnızlaşıyor. Bir gün ojeleri başka bir gün giydikleri üzerinden dışlanıyor. Oyunlara alınmıyor. Morris’in karnı ağrıyor, kendini iyi hissetmiyor. Ev onun iyileşme yeri çünkü annesi Morris’in isteklerine çok duyarlı. Morris bu sosyal dışlanmayı yaratıcılıkla, eğlenceli fikirlerle, oyun keşifleriyle aşıyor. Bunun olabilmesi için, yetenekler doğasında var olsa da büyük bir efor harcıyor. Kabullenilmek için “muhteşem, eğlenceli” bir arkadaş olması gerekiyor. Sosyal dışlanma Morris’ten doğru gelen hamlelerle çözülüyor, diğer çocuklardan gelen bir ilk adım yok.

Tuğra ve Morris

Tuğra’nın da hep çok güler yüzlü, çok komik, çok zeki, sıcakkanlı oluşunu hatırlıyorum. Onunla zaman geçirmek çok eğlenceli. Tuğra aranan, sevilen biri. Tuğra’ya bu konuyu açtığımda bana katılıyor, “ben de Morris gibi hep çok eğlenceli ve yaratıcı biri olarak akran zorbalığını aşmaya çalıştım sanırım,” diyor. Tuğra gerçekten de yaratıcı biri. Ne kadarı bir taktik, ne kadarı gündelik direniş anlamak zor.

Daha çok erkek çocuk karakterlerin yer aldığı çocuk edebiyatındaki kız çocuk karakterleri de öyle değil mi zaten? Ötekileştirilen cinsiyet duvarları aşmak için hep zıplamak zorunda. Uzun Çoraplı Pippi, Yeşilin Kızı Anne çok güçlü ve başarılı olmak zorunda. Pollyanna’nın çok iyi bir fikri olmak zorunda. Heidi iyimser ve duyarlı olma zorunda. Oliver Twist ya da Bacaksız gibi sıradan yaramazlıklar yapamıyorlar.

Tuğra ve Morris’in tek yönlü başarısını her “sıradışı” çocuk sağlayamayabilir. O zaman ne olacak? O zaman şöyle mi diyeceğiz, “ama çocukların cinsiyeti olmaz, onlar çocuktur.” Çocuklar söz konusu olduğunda cinsiyeti çekiştirip duruyoruz. Bu tutarsızlığımız da tertibe dâhil.

Morris Micklewhite ve Turuncu Elbise, Christine Baldacchino, Resimleyen: Isabelle Malenfant, Çeviren: Deniz Özülke, Güldünya Yayınları, 2023.


[1] Artan sansür girişimlerine itiraz olarak, bundan sonraki her yazımın başında bu slogan yer alacak.

[2] Cinsiyet Belası, Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi, Judith Butler, Metis Yayınları, 2008.

[3] Cinselliğin Tarihi, Michel Foucault, Ayrıntı Yayınları, 2020.

[4] İkili cinsiyet dışı, ikisinin arasında ya da ikisinin de dışında anlamında. Bknz.: https://kaosgl.org/haber/non-binary-olmak-ne-demektir-1