.

Yayıncılar İlk Kimi Harcar?

yayıncılar-ılk-kımı-harcar

Burcu Yılmaz

13 yıldır yayın dünyasına editör, çevirmen ve illüstratör olarak emek veren biri olarak diyebilirim ki yayıncılar ilk telifli çalışanları harcar. Bunun için bahane hep hazırdır: Ekonomik nedenler. Bunca yılın, onlarca kitabın ardından, çalıştığı yayıncıları bir ikiye düşürmüş ve kariyer değişikliği yapma kararı almış biri olarak bu yazıda size biraz kan kusacağım.

Son yıllarda yayıncıların maruz kaldığı zorlukları, Sözcükler dolayısıyla ben de deneyimliyorum. Ama şu “ekonomik zorluklar”ın, bildim bileli, yayıncıların yegâne mazereti olmasında iyi niyetli bir yan göremiyorum artık. Bu gerekçenin tek çıkış yolu olarak kullanılmasının artık bu kadar meşrulaşmış olması işi çıkışsız bir yere vardırıyor. Madem her şey için gerekçemiz aynı, o halde yayıncılığa son verelim olsun bitsin. Hayır, kitap basmayı her şeyin önünde görmüyorum. Ama emeğin hakkının verilmesini her şeyin önünde görüyorum. İnsanların hak ettikleri değeri görmeleri için bunca didinmek zorunda kalması bir yana, kabul ettikleri ve genellikle pek de dişe dokunur olmayan teliflerini alabilmek için uğraşmak zorunda olmaları, işi onur kırıcı bir noktaya vardırıyor. Merak ediyorum, yayınevlerinin sözcüleri haline dönüşmüş ve karşısındakine üstten bakmakta ve hatta onu oyalamakta beis görmeyen çalışanları, maaşlarını bir ay alamasalar aynı tavırları sergilerler miydi?

Peki ya çalıştıkları yayınevinin savunduğu veya savunduğunu sandığımız, değerlerle tutarsız tavırlar sergileyen editörler, yayın yönetmenleri? Bu kadar yıl sonundaki gözlemim şu: Herkes birbirinin ekmeğine yağ sürecek ve kurdukları küçük çetelerde kendilerini var edecek. Bizde yayıncılık entelektüel çabadan çok “cicim” sözcüğüyle ilerliyor bana kalırsa.

*

Kârını her şeyin önünde tutmayıp, emekçilerinin hakkını elinden geldiğince vermeye çalışan, onurlu duruşundan taviz vermeyen yayıncılar var elbette. Ve elbette bunlar daha küçük ölçekli yayıncılar. Büyümeye başladığınızdaysa iş değişiyor. O koca çarkı döndürmek için emek sömürüsüne daha fazla teşne olmanız gerekiyor – çoğu kurumda olduğu gibi. Bu nedenle yayıncılığı “soylu” bir iş alanı olarak görmeyin sevimli okurlar. Soylu saydığınız alanda dönen işler, ucuz hesaplar sizi sarsabilir.

Artık kitap satışını sadece yazarın/çizerin “satıcılığına” bağlayan yayıncılar olduğunu biliyor muydunuz? Bu iş için personel istihdam etmektense o kitabın yaratıcılarını kapı kapı dolaştırıp, kitabı ne kadar sattırabildiklerine bakarak, gelecek kitapları konusunda karar aldıklarını? Şimdi biz de, kitabın kendisi kadar nesneye dönüşmüş vaziyetteyiz. Bizi beğenirseniz kitabımız çıkar. Sadece telif için didinmek zorunda kalmıyor, o kitabı sattırmak için de kendimizi paralıyoruz. (Yazarların bu durumdan hoşnut olmadıklarını sanırdım. Cumhuriyet Kitap’ta çalışırken Simla Sunay bu konuyla ilgili bir anket yayımlamıştı ve sonuçta çok az yazarın bu koşturmacadan şikâyetçi olduğu ortaya çıkmıştı. Acaba hâlâ aynı düşüncedeler mi?) Yetmiyor, hakkımızı alabilmek için didiniyoruz – tabii değer kaybıyla. Bu yüksek enflasyonist ortamda çoğu yayıncı telif hakkı ödemelerini 4, hatta 6 ay sonra yatırıyor. Bu arada, ki çok muhtemel, kitabın etiket fiyatı artıyor – hayır, siz bu artıştan, genellikle, faydalanmıyorsunuz. Yayıncı matbaacıya, kâğıtçıya ödemesini çoğunlukla peşin olarak yaparken yazarı, çevirmeni, çizeri her zaman sonraya bırakılabilir olarak görüyor. Bahane hazır: Ekonomi kötü. Ama sadece onlar için. Siz kendi derdinize yanın. Oradan oraya mı atlıyorum? Sanırım iç dökmek böyle oluyor.

*

Sadece kol gücünün değil, entelektüel emeğin de sömürüldüğü bir alan olarak gördüğüm Türkiye’deki yayıncılığın düzelmesinin ekonomik koşullar kadar, insani değerlere de bağlı olduğuna inanıyorum. Birkaç yıl evvel Yayıncılar Birliği’nin “Telif hakkı emek hakkı” başlıklı gönderilerini durmadan sayfalarında yayımlayan o bildik yayıncıların kaçı bu büyük sözün önemin farkında acaba? Ve Yayıncılar Birliği sektördeki adaletsizliklerin düzeltilmesi için daha somut adımlar atar mı acaba? (Neden atsın ki, neticede “Yayıncılar Birliği”.) İktidarın dilinin, ahlak anlayışının en muhalif görünenlere bile sirayet ettiği kanısındayım. Ve bu muhalif grubun içinde maalesef yayıncılar da var. Ne yapabiliriz’den ziyade insan harcamak, niteliği gün geçtikçe yok sayıp niceliğe önem vermek yaygın bir hastalık halini aldı. İşlerini kaybetmekten korkan yayınevi emekçileri de bu değirmeni döndürmeye devam edecek görünen o ki.

Neyse ki bahar geliyor.