Yağmur Yıldırımay Bayrakçı
Julio Cortazar’ın Edebiyat Dersleri, geçtiğimiz aylarda Everest Yayınları tarafından yayımlandı. Yazarın 1980 yılında Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nde verdiği, özellikle öykü ağırlıklı ilerlettiği derslerinin dökümünden bu oluşan bu kitap, Süleyman Doğru tarafından Türkçeye çevrildi. Sekiz dersten oluşan kitapta fantastik öyküden gerçekçi öyküye, edebiyatta müzikalite, oyun ve mizahın yerine kadar Cortazar edebiyatının incelikleri yer alıyor. Edgar Allan Poe, Jules Verne gibi isimlerle okuma kültürünün temelini attığını söylemesi, edebi kaynaklarından bahsetmesi, ilk edebi ürünlerini nasıl yazdığına dair bilgiler vermesi kitabın, elli yıldan fazla bir birikimin tezahürü haline gelmesine olanak sağlıyor. Kitabın son bölümü de o günün Latin Amerika edebiyatına dair bilgiler vererek Cortazar’ın edebiyatını bütünlüklü bir şekilde okumaya imkân sunuyor.
Edebiyat ve hayat her zaman aynı şeydir
Cortazar, öğrencilerin soru-cevaplarıyla sohbet havasında ilerlettiği derslerinin ilkinde edebiyatını inşa etme sürecini detaylarıyla anlatıyor. Edebiyatı, edebiyat için yaptığını söyleyen yazar, “estetik”, “metafizik” ve “tarihsel” diye adlandırdığı üç aşamadan geçerek kendine ulaştığını ifade ediyor. İlk zamanlar amacının “en yüksek edebi zevke” ulaşmak olduğunu söyleyen yazar, sadece okumalarla ve kütüphanelerle ilerleyemeyeceğini düşünerek bir sorgulama içine girer ve “metafizik” evreye geçer. Varoluş ve yazgı olarak insanı sorgulayan Cortazar, kendisine “koşullu olarak sunulan dünya” ile yetinmeyip sorular sorar. Cevabı, tüm gücüyle mücadele eden Latin Amerika halkının içinde bulur ve böylelikle “tarihsel” dediği sürece girer. “Latin Amerikalı olmayı, içerdiği tüm sorumluluk ve yükümlülükle birlikte edebi çalışmaya da katmak gerektiğini,” düşünür. Edebiyat sayesinde verilecek mesajı propagandadan uzaklaştırır; geleneğin diliyle ustaca alay eder. Küba Devrimi sonrasına denk gelen bu sürecin en güzel örneği de Seksek’tir.
Fantastik ve gerçekçi öykünün sınırı
Cortazar, fantastik öyküye geçmeden önce öykünün (net olamasa da) ne olduğunu açıklar. Ona göre öykü, zihinsel ve psişik açılımlar uyandırmayı sağlayan bir öngörüye sahiptir. “Retorik çiçeklerle dolu” ilk dönem anlayışından uzaklaşıp metinlerine özeleştiride bulunan Cortazar, yazdıklarının bir başka hakikat olduğunu söyler; bu hakikat, fantastiğin sınırına dayanır. Fakat onun fantastiği, kabul edilebilir ve olası olan, dünyası daha geniş bir fantastiktir. Kendi fantastiğinin sınırları hakkında şunları söyler Cortazar:
“… gerçekçilerden daha gerçekçiydim, zira arkadaşım gibi gerçekçiler gerçekliği belli bir noktaya kadar kabul ediyor ve ondan sonraki her şey onlar için fantastik oluyordu. Ben çok daha büyük, daha esnek, daha yayılmış, içine her şeyin girdiği bir gerçekliği kabul ediyordum.” (s. 47)
Fantastik öyküler yazarken mekânı, zamanı, kullanışlı alanından çıkararak çok daha zengin ve karmaşık bir çerçevede sunan Cortazar, “rüya”, “kader” gibi kavramların öykülerine eşlik ettiğini söyler. Böylelikle bu saydam alanda gerçek ile fantastik arasındaki sınırlar silikleşir, ikisinin birbirine geçtiği yerde fantastik denilen türün en ucuna gelinir.
Gerçek ve fantastik yazarın edebiyatında iç içe geçmiş durumda; gerçeklikten kaçış gibi durum söz konusu değil. Her ne kadar öykünün bir yerinde fantastik öğelere rastlanılsa da önerme itibarıyla gerçek. Cortazar buna “sembolik gerçeklik” diyor ve Kafka’nın Dava’sını örnek veriyor: Romanın sonunda K., psikolojik baskı nedeniyle işlemediği bir suçu kabul ediyor; bu romanı, mantıkî açıdan oldukça tutarlı fantastik bir roman olarak açıklamayı uygun buluyor.
Peki, gerçekçi öykü nedir? Cortazar’a göre gerçekçi öykü, konuya, anlattığı duruma derin vurgu yapan, etrafımızdan alınan unsurlarla işlenen öyküdür. Gerçekçi öykü, okuyucuya açıklanmadan kahramanın zihnine, psikolojisine girebilmektir. Elbette ki bu durum, okurun da metne dâhil olduğu karşılıklı bir süreç. Ve bunu fantastik unsurlarla yapmak mümkün. Mesela yazarın “İkinci Kez” öyküsünde insanlar ortadan kayboluyor ama bu kayboluşlar hakkında bir açıklama yapılmıyor. Burada somut bir gönderme olmamasına rağmen öykünün bir ihbar içerdiğini söylemek mümkün; Arjantin’de kaybedilmelerin başlaması ve yönetim eleştirisi.
Mizah yıkıcıdır ama inşa eder
Derslerin beşincisi, mizah. Cortazar, mizah konusunu açıklarken bu kavramın “komik”ten farklı olduğunun üzerinde duruyor. Komik, güldürmeyi amaçlar, anlıktır, güzeldir, keyif vericidir; mizah ise âdeta bir tırpan görevi üstlenerek belli bir önemi, kuralı, itibarı yerle bir eder; bunları yıkmaz ama şiddetli derecede sarsar. Mekanizması, ele aldığı şey her neyse, onu alaşağı etme üzerine kuruludur; her şey ters yüz edilir. Gerçekliği deşmeyi, farklı gerçeklikler inşa etmenin mümkün olabildiğini gösteren Cortazar da çoğu öyküsünde mizahtan uzak duramadığını dile getiriyor.
Edebiyatta oyun ve Seksek
Postmodernizm ile birlikte bir araç olmaktan çıkıp amaç haline gelen oyun, Cortazar’ın da dikkat çektiği meselelerden biri. Oyun konusunda da tıpkı mizahta olduğu gibi uyarıda bulunuyor ve eğlencelik oyun ile karıştırılmaması gerektiğini söylüyor. Ona göre edebiyatta oyun, yazarın “ciddiyet içinde” sözcüklerle oynamasıdır; iletmek istenen şeyin okur zihninde “deyimsel öğeleri yapılandırması, seçmesi, ayırması, reddetmesi” ve nihayetinde birleştirilmesidir.
Cortazar oyun etrafında şekillendirdiği 50’li yıllara doğru yazdığı Kronopların ve Meşhurların Hikâyeleri’ndeki bazı metinlerin başlarda anlaşılmadığını ve eleştirildiğini ama daha sonra “oyun oynamayı bilen” okurlar tarafından anlaşıldığını ifade ediyor. Demek ki oyun mefhumunun bir mesaj olduğu anlaşılabiliyor, deyip “ciddi edebiyat”ın sınırlarını aşıyor, kendisine gelen eleştirileri de bertaraf ediyor.
Cortazar’ın anlaşılmamakla eleştirildiği bir diğer kitabı Seksek. Yazarın bu kitapla ilgili söyledikleri de oldukça dikkat çekici. Varoluşçuluk üzerine okumalar yaptığı bir dönemde kaleme aldığını söylediği romanı için bir arayış olduğunu ifade eden yazar, romanı bir edebi mimar gibi kurduğunu söylüyor. Ama bu kuruluş alışılmışın dışında; önce ortası yazılıyor romanın, sonra başı (iki yıl sürüyor) ve sonra devamı. Tabii bu süreçte okumaları devam ettiği için roman bittiğinde elinde bir sürü alıntılar, gazete ilanları, şiir parçaları kalıyor. İşte burada kitabın sonuna bir ek koymak yerine (çünkü kimse onları okumaz) farklı okuma deneyimleri sunmak istiyor ve yapıyor da. Ya herhangi bir kitap gibi baştan belli bir yere kadar okunacak (çünkü gerisi kopuk ve aralarında görünür ilişki olmayan şeyler) ya da bir bölümden başka bölüme sıçrayarak. Böyle bir kitabın kurulmasının da kolay olmayacağını söylüyor yazar. Elindeki tüm malzemeyi bir yere serip birbirlerine tutturmaya, onlarla oyun oynamaya başlıyor. Ve kitap, yazarı tatmin eden şekliyle yayımlanıyor.
Cortazar’ın bu kitapla amaçladığı bir şey de var; bireyin anlam arayışına girmesi:
“Özünde Seksek insanoğlunun durumu üzerine, kitabın geçtiği toplum gibi bir toplumda insanlığın gelişiminin geldiği noktada insani varlığın ne olduğu üzerine -düşünce ve özellikle de bir insanın davranışları vasıtasıyla- çok uzun bir meditasyon: Seksek’te her şey bireye odaklanıyor…”
Seksek’te okurun bir nevi metinle mücadele içine girmesi için bir tarafta gerçeklik sorgulanırken diğer tarafta dil sorgulanıyor. Bunu yapan şey ise, yazarın sunduğu sıçramalı okuma önerisi. Böylelikle yazar okurunu edebiyatın hipnotize eden büyülü alanından çıkarıyor, okurun “ciddi ve anlamlı” edebiyatla iş birliğini bozuyor ve tepkiselliğini ölçebiliyor.
Dil yetisi can alıcı bir konu…
Cortazar’ın öğrencilerinden birinin sorusu şöyle: “Hangi dilde yazıyorsunuz?” Bu soruya verilen cevap, Cortazar’ın dile yüklediği anlamı öğrenmek için oldukça dikkate değer. Paris’te yaşayan bir Arjantinli olan Cortazar, yazdıklarının çeviri olmadığını dile getiriyor ve şunu ekliyor: “Fransızcayı bir Fransıza mektup yazdığım zamanlar için saklıyorum.” (s. 109) İspanyolcanın yazarlık dili olduğunu söyleyen Cortazar, bu dilin basit bir dilden öte Latin Amerika’daki uzun bir mücadelenin parçasını teşkil ettiğini ve bu sebeple dili savunmanın önemli olduğunu söylüyor.
Edebiyat Dersleri, Cortazar’ın edebiyatını anlamada önemli bir kitap. Eserlerinin yazılış süreçlerini, amaçlarını anlattığı bu derslerde edebiyatın hayata ne ölçüde dâhil edilmesi gerektiğini oldukça şeffaf ve samimi bir şekilde anlatıyor. Cortazar’ın metinlerinin içine, onun kaçmak istediği yerde arayışa girmek isteyen okurların kütüphanesinde mutlaka yer almalı.
Julio Cortazar, Edebiyat Dersleri – Berkeley 1980, Çev: Süleyman Doğru, Everest Yayınları, İstanbul, 2020.