Ali Bulunmaz
Taro Hirai, yani Edogawa Rampo, Japon edebiyatında polisiyenin, gerilim ve gizem hikâyelerinin öncüsü, hatta kurucusu sayılıyor. Ülkenin 1800’lerin sonu, 1900’lerin başından itibaren Batı’ya açılma, daha doğrusu Avrupa’yla buluşma çabalarının bir sonucu olarak edebiyatta geleneksel anlatıların yanına yenilerinin eklenmesi, Japonya’da Batı tarzı metinlerin kaleme alınmasını sağladı.
Geleneklerden taviz vermeyenlerin yanı sıra yeni tarzlara uzak durmayan, hatta hayranlık duyup Japonya tarihi ve kültüründen beslenerek öyküler ve romanlar yazan isimler hızla sahneye çıktı. Onlardan biri olan; Arthur Conan Doyle’a ve Edgar Allan Poe’ya hayranlığını hiç gizlemeyen Rampo, polisiye metinleriyle adından söz ettirirken 1920’lerde ve 1930’larda Kagoro Akeci’yi başkarakter hâline getirdiği kitaplarıyla ünleniyor. Nihilist ve absürt öğeleri, polisiye ve gerilimle birleştirdiği kendine özgü bir tarz geliştiren Rampo, “Uzakdoğu’nun Poe’su” olarak anılmaya başlıyor.
Acayipliklerle yüzleşen, olmaz denen şeylerle karşılaşan, gerçekliğin zemininin ayaklarının altından kayıp gittiğini hisseden ve görüntülerin hakikatin yerine geçtiğini fark eden karakterler yaratan Rampo’nun polisiye-gizem-gerilim üçlüsünü bir araya getirdiği en önemli eserlerinin başında Panorama Adası’nın Tuhaf Hikâyesi bulunuyor.
Gerçek ve hayal arasında sıkışanların anlatıcısı Rampo, Panorama Adası’nın Tuhaf Hikâyesi’nde ölen okul arkadaşı Genzaburo Komoda’nın yerini alarak ele geçirdiği serveti, düşlediği cenneti yaratmak için harcamaya koyulan Hitomi Hirosuke’nin sürprizli ve gerçeküstü olaylarla örülü hikâyesiyle buluşturuyor bizi.
‘Rüya gören adam’ın hayali
Öğrencilik yıllarından beri ütopyalar ve cennet bahçeleri kurgulayan, başta Platon olmak üzere önemli filozofların eserlerini hatmeden Hirosuke, okuduğu ve düşlediği her şeyde kendisinden bir parça buluyor. Diğer bir ifadeyle kendisini hayal diyarlarına kaptırıyor. Sanatı, doğaya direniş ve insanın dünyaya karakterinden bir şeyler katmak olarak gören Hirosuke’nin bir çocukluk rüyası var: “Onun biricik hayali, müzisyenin enstrümanıyla, ressamın tuval ve boyalarla, şairin sözcüklerle türlü sanatlar yaratmasıyla aynı şekilde, tabiatın doğal manzarasını malzeme olarak kullanarak bir taş, bir ağaç, bir çiçek, şurada bir kuş, bir hayvan, böceklere varana dek her parçası canlı, saat be saat, saniye saniye yaşayan muazzam büyüklükte bir sanat eseri yaratmaktı. Tanrı’nın yarattığı tabiatla yetinmek yerine onu kendi karakterine uydurup özgürce değiştirmek, güzelleştirmek, kendine özgü bir sanatsal ütopyayı gerçekleştirmekti. Başka şekilde söylersek tanrıyı oynamak ve tabiatı yeniden şekillendirmek istiyordu.”
Hirosuke, hayalini gerçekleştirmek için yüklü bir servete ihtiyacı olduğunu biliyor. Rüyalar ülkesinin inşası için harcamakla bitmeyecek bir para bu. Kısacası hayali için bir başka şeyi hayal ederek yaşıyor.
“Rüya gören adam” Hirosuke, sanatı ve felsefeyi bir türlü gerçekleşmeyen ya da gerçekleşmesi uzak görünen hayalleri için sığınak hâline getirirken kaleme aldığı metinler, yayıncılar tarafından reddedildikçe kendisini sayfasını yarım yene sattığı kitaplarıyla geçinmeye uğraşan “ucuz bir yazar” olarak buluyor. Bu sürüklenişi ve bocalaması devam ederken Hirosuke, okul arkadaşı Komoda’nın öldüğünü öğreniyor. Aldığı bu haber onu tuhaf düşüncelere iterken geçmişe de götürüyor: “Hirosuke Hitomi, her ne kadar sınıf arkadaşının ölümüne şaşmışsa da neredeyse kendi gölgesi olan Komoda’ya karşı, benzerliklerinin aşırılığından kaynaklanan bir kin güdüyordu; yani habere üzülmüş değildi. Ama bu olayın her şeyden habersiz Hirosuke Hitomi’yi çarpan bir yanı vardı. Bu üzüntüden ziyade şaşkınlık, şaşkınlıktan da ziyade tuhaf bir tekinsizlik, bir tür müphem önseziydi.”
Komoda’nın ölümünden sonra ona tıpatıp benzemesinden hareketle Hirosuke derin planını hayata geçirmeye karar veriyor: Komoda’nın taklidi olarak yaşamına devam edip yüklü serveti yönetmek ve bu sayede hayallerini gerçekleştirmek. Bu durumda kendisini dünyadan silmesi ve arkadaşının cesedinden kurtulması gerektiğini de farkında. Rampo, romanın bu aşamasını korkunun tetiklediği heyecanla, bir tedirginlik ve tekinsizlikle kurguluyor.
Hirosuke, ustalık gerektiren planı hataya yer vermediğinden, tarifi zor bir ruh hâline giriyor. Tasarladığı intihar senaryosuyla resmî kayıtlarda var olmayan, adsız, yabancı ve tek yakını bulunmayan birine dönüşüyor. Komoda’nın mezarını açıp naaşın yerini değiştirmesiyle sanki ölünün ayaklanıp evine döndüğü izlenimini vererek planın ilk aşamasını tamamlıyor.
Cinayet ve aşk ikilemi
Ahalinin Komoda’nın hayata dönüşünü hayretle ve dehşetle izlemesi ise Hirosuke’nin planının ikinci aşamasının başlangıcı. Tabutu kırarak hanesine gelen Komoda’nın yani Hirosuke’nin tüm yeteneğini konuşturup rol yaparak malikâneye yerleşmesi de planın en önemli ayağı.
Hirosuke’nin yaptığı bir başka şey, kimliğine büründüğü Komoda’nın alışkanlıklarını, malikânedeki düzeni, etrafındaki kişilerin hâl ve hareketlerine bakarak hızla öğrenmek. Her adımda hiç sırıtmadan ilerlemesi ve çevresinin numarayı anlamaması sayesinde cesaretleniyor, gerçek yüzünün ifşa olma korkusunu üzerinden atan Hirosuke tek bir noktada sendeliyor: Eşi Çiyoko, bu yeni Komoda’daki değişimlerden şüpheleniyor.
Hayalleri için Komoda’nın yerine geçen ve ailenin servetini harcamaktan kaçınmayan Hirosuke için en tehlikeli nokta, kuşkuları gitgide derinleşen; adadaki inşaatı ve uygulamaya koyduğu komployu bozacak tek kişi olan Çiyoko. Planının sekteye uğramaması ve hayallerini gerçekleştirmek için öldürmeye mecbur olduğu Çiyoko’ya günden güne bağlanıyor. Söz konusu ikircikli durumda, aşk üstün geliyor; ikili, Hirosuke’nin inşa ettirdiği yeryüzü cennetini balaydındaymış gibi geziyor.
Bu hayal adası, yapay ve doğal güzellikleriyle Hirosuke’nin Komoda kimliğiyle düşlerini gerçekleştirmeye yaklaştığı bir mekân. Denizde balıklar, tabanı her şeyiyle gösteren mercekler, hizmetkâr kuğular, kanyonlar, göletler ve denizkızları, burayı âdeta ütopya adası hâline getiriyor. Balıkları birer canavar, basamakları ise göğe uzanan sonsuz bir merdiven olarak gösteren yanılsamalar da cabası. Kısacası bu ada, görülen ve görüldüğü sanılan noktaları, var olan ve yaratılan dünyasıyla Hirosuke’nin felsefi ve sanatsal düşlerinin bir yansıması. Dolayısıyla bir panorama ülkesi: “Benim yaptığım panoramalar, sıradan bir panorama binasındaki gibi duvara çizilmiş resimlerden ibaret değil. Engebelerin doğayı çarpıtan çizgileriyle, özenli ışık oyunlarıyla, bitkilerin ve taşların yerleştirilişiyle, yapaylığı ustalıkla gizleyerek doğadaki mesafeleri istediğim gibi kısalttım.”
Platon’un gerçek ve görüntü ayrımına benzer biçimde bir dünya yaratmaya girişiyor Hirosuke. Komoda’nın yerine geçmesi ve bir kopyası hâline gelmesi de bu girişimiyle paralel. Fakat sahte-gerçek arasındaki bu belli belirsiz sınır, Çiyoko’nun zihnindeki şüpheleri harekete geçiriyor yeniden, Hirosuke’nin işitmekten korktuğu şeylerin ortalığa saçılmasına neden oluyor. Böylece Panorama Adası, hayat ve ölüm oyunlarının birbirini izlediği, özellikle Çiyoko için kâbus gibi günlerin başladığı, Hirosuke’nin hatalarını örtbas etmek üzere Komoda ailesinin servetini kullandığı ve kendisini insan dünyasından çektiği, zaferin kederini yaşadığı bir distopya mekânı hâline geliyor.
Rampo, Hirosuke’nin hayali için gerçekleştirdiklerini kötü bir ruh tarafından ele geçirilen insanın eylemleri olarak hikâyeleştiriyor. Öte yandan yazarın sahte-gerçek, kopya-hakikat ikilemleri etrafında kurguladığı roman, karanlıktan gelen bir ses, illüzyon ve yer yer şiddet içeren, yalanın doğruyu kovaladığı bir hikâyeye evriliyor.
Panorama Adası’nın Tuhaf Hikâyesi, Edogawa Rampo, Çeviren: Alper Kaan Bilir, İthaki Yayınları, 132 s.