Ceyhan Usanmaz
Arzunun Botaniği kitabını çok kısa bir süre içerisinde merakla ama en çok da hayal kırıklığıyla okumuştum. Daha doğrusu giderek artan bir aldatılmışlık hissiyle… Ayaklandığından bu yana etrafta kasıla kasıla yürüyen kibirli Homo sapiens‘lerden biri olmamaya gayret etsem de, bir patates tarafından muhtemelen “ayartılmış” olabileceğimi okumaktan çok da keyif almadığımı hatırlıyorum!
“Bu patatesleri ekmeyi ben mi seçtim, yoksa bunu bana patates mi yaptırdı?” Michael Pollan’ın, bahçesinde uğraşırken aklına takılan bu soru, Arzunun Botaniği[1] kitabının da çıkış noktası olmuş. O mayıs öğleden sonrasına kadar, bahçesinde hangi türlerin serpilip gelişeceğine ve hangilerinin yok olacağına sadece ve sadece kendisinin karar verdiğini düşünmekle ne kadar yanıldığını anlamış: “O Mayıs öğleden sonrasında bahçe aniden önümde yepyeni bir ışığın altında belirdi; göze, buruna ve dile sunduğu pek çok ve çeşitli keyifler artık o kadar masum ya da edilgen değil. Hep arzumun nesnesi gözüyle baktığım tüm bu bitkiler, anladım ki, aynı zamanda beni etkileyen, onlar için kendilerinin yapamadığı şeyleri yaptıran öznelermiş meğer.” Diğer bir deyişle patates, uzunca bir zamandır neslini devam ettirmek adına, “hayvanları-çalıştır” stratejisi doğrultusunda kendisini “bize” ektiriyordu aslında. Pollan’ın kitabında ele aldığı diğer üç bitki de farklı yollardan aynı sonuca ulaşıyordu ve hatta genel olarak otlar da: “Tarımı, otların ağaçları fethetmek için insanlara yaptığı bir şey olarak düşünmek de aynı derecede makuldür.”
Daniel Chamovitz’in, yayımlandığında oldukça ilgi görüp kısa sürede ilk baskısını tüketen Bitkilerin Bildikleri[2] kitabını da aslında Arzunun Botaniği‘nden kalan etkiyle okumuştum. (Diğer Homo sapiens‘lerin bu kitabı edinmekteki motivasyonları neydi bilmiyorum ama benim için patatesin yönlendirmeleri genişliyor, artık hangi kitabı alacağımı da belirliyordu demek!) Pollan’ın dört temel insan arzusunu, bunları bir anlamda tatmin eden dört bitki ile ilişkilendirip ele alması gibi Chamovitz de her bölümde bir insan duyusuna odaklanıyor ve bu duyunun insanlardaki işleviyle bitkilerdeki işlevini karşılaştırıyor; dünyaya bitkilerin gözünden bakmayı deniyordu. Aşina olduğum aldatılmışlık hissini hatırlatansa Bitkilerin Bildikleri değil, Türkçede çok yakın bir zaman önce yayımlanan Balıkların Bildikleri[3] kitabı oldu. Sualtında yaşayan kuzenlerimizin iç dünyalarını mercek altına alan ve onları bilinçli bireyler olarak görmeye davet eden Jonathan Balcombe’un, Kayıp Balık Nemo filmindeki olay akışı bakımından gerçeklerden biraz sapma olduğuna dair aktardıkları için kitabın 206. sayfasına bakılabilir. (Spoiler vermeyelim şimdi.)
Mini bir dizi
Orijinal ismine bakarsak (Buzz: The Nature and Necessity of Bees), Thor Hanson’ın Arıların Bildikleri[4] kitabını diğer ikisiyle yan yana getiremeyiz belki ama Türkçede küçük bir editoryal dokunuşla (hayır, o aldatılmışlık hissiyatı yok burada) bu üç kitap –şimdilik– mini bir diziye dönüşmüş durumda. Einstein’a atfedilen o meşhur uyarıyı düşündüğümüzde, işin içine arıları da katmasak olmazdı zaten! Thor Hanson da, insanların yediği her üç lokmadan birini arıların temin ettiği hatırlatarak eli yükseltiyor. Etrafta kasıla kasıla yürüyüşümüzün hiçbir anlamı olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz artık. Bizi biraz olsun rahatlatansa, Michael Pollan’ın şu cümleleri: “Bir yaban arısı da muhtemelen bahçede kendisini bir özne, nektar damlası için yağmaladığı çiçeği de nesne sayıyordur. Ancak şunu biliyoruz ki, bu sadece arının büyük resmi göremeyişinden kaynaklanıyor. Meselenin aslı şu; çiçek arıyı, polenini çiçekten çiçeğe taşıması için zekice kullanmıştır.” Birilerinin emrinde çalışan tek hayvan, biz Homo sapiens‘ler değilmişiz demek!
[1] çev. Sevin Okyay, Domingo, 2011
[2] çev. Gürol Koca, Metis, 2018
[3] çev. Elvin Vural, Metis, 2021
[4] çev. Kemal Güleç, Metis, 2020