
Ümit Güçlü
“belki artık beden makinenin de ötesinde
bir sonraki durakta
ve artık tanıyamıyorum yüzündeki ekranları.”
Kişisel sergi mekânının, sergilenen iş ile iç içe geçtiği bir sergi alanı. Önce bir video yerleştirmeyle karşı karşıya gelmemiz gerekiyor. Bu video yerleştirmede, geleneksel bir şifa yöntemi olan kırık kemiklere kumaş ile zeytin bağlama işleniyor. Videonun ismi Zemin.
Sergi fikri Çınar Eslek’in yaşadığı bir deneyimden mülhem oluşturulmuş. Bu deneyim, sanatçının ayak kemiğinin kırılması sonrasında gördüğü “modern bir tedavi biçimine verilen ad: “İlizarov”. Sanatçının, Baltalimanı Hastanesi’nde kaldığı süreçte, bu sürece eşlik eden yazar Bihter Sabanoğlu da bu işe hem bir metin hem de bir video ile teyelleniyor. Sergi alanında birbirine zıt iki video giriş ve çıkışı tutuyor ve size bir alan/mekân/beden tanımlamış oluyor. İkinci videoda, hastane sürecindeki görüntülerin işlenmesiyle oluşan görüntüler daha ağır hareket ediyor.
Labirentvari bir alan burası. İçerisinde doğrusal hareketi engelleyen sergileme biçimleri var. Birbirine teyellenmiş buluntu malzemelerden oluşan sergi nesnelerinden bazıları, ayna biçiminde zeminlere yerleştirilerek görüntülerin çarpıtılması ve yansımalarla tamamlanması süreçlerini deneyimliyoruz.
Kumaş üzerine teyellenen görüntü, iplikler, çerçevelerin içerisine yerleştirilen bezler, sergi mekânının tamamının birbirine eklendiği, iç içe geçtiği bir alanda hareketinizi tanımlıyor. Mekânın kendisi bir beden haline geliyor. Kumaşlar çerçevelenerek tavandan zemine doğru iplerle sarkıtılmış. Ve hangi çerçeveye bakarsanız, arkasındaki, yanındaki çerçeveyi de bakışınızın içine almak durumunda kalıyorsunuz. Burada da bir teyelleme söz konusu. Sonsuz bir iç içe geçme pratiği. İç içe geçen sokaklar, organlar, birbirine teyellenen metinler; iç içe geçmiş kent trafiği, birbirine yaslanan binalar ve sınırsız bir çağrışım dünyası.
Sergi sürecinin kendisi bir şifa süreci olarak okunabilir. Sanatçının bir uzvunun zarar görmesi ve şifa sürecindeki deneyimini estetize etmesi. Bizi de bu deneyime alması. Fakat bizi de dahil ederek alması. Bir özne olarak. Kendi kemiklerimizin, kanımızın, uzuvlarımızın içerisinde hareket ediyoruz aslında. Hem bedenen hem de zihnimize çarpan çağrışımlarla. Küçük yaşlarda yaşadığımız kemik ezilmeleri, burun kanamaları, diz yaralanmalarının bilincimize sıçrattığı görüntüler de bizle hareket ediyor. İster istemez anılar da. Bir yandan da kişisel tarihimizin içerisindeki hareket devreye giriyor. Alice tavşanı gibi mekânın içerisinde hareket ediyoruz. Biz de tüm nesneleri bakışlarımızla birbirine teyelliyoruz bu süreçte. Bir yandan da durduğumuz her an, başka bir bakış bizi bir iplik gibi, kemik gibi yani bir nesne olarak sergi içerisinde görebiliyor. Hareket ederken özne, durduğumuzda bir nesneye dönüşüyoruz.
Geleneksel dönemlerden modern dönemlere doğru, tıp tarihi aynı zamanda insanın bedeninin makineleşmesinin de tarihi. Kol veya ellere yerleştirilen platinler, gözlükler, implant diş, kulağa yerleştirilen işitme cihazları, hepsi uzuvlarımıza teyellenen makineler aslında. İlizarov, kemik tedavisinde bir yönteme verilen isim. Aynı zamanda ayağa takılan aparata da deniyor. Tıp, bedenimizi makineleştirdikçe insan-oluş’un dönüşümlerini de beraberinde getirir. Bu mekânda, bir eleştiri de gizli aynı zamanda. Bedenin değişimi ve dönüşümünün afişe edilmesi ve sorgulanma süreçleri. Tavandan sarkan kumaşlardaki detaylarda hayvanımsı figürler dikkat çekici. Bu figürlerin uzuvları da bir dönüşüme uğramış. Uzamış, kırılmış zaman içerisinde değişmiş. İnsan bedeninin tarih içerisinde değişimi gibi. Hayvan-oluş ve insan-oluş’un kemikler üzerinden birbirine teyellendiği bir zemin de var burada. Canlılar diyelim ona. En büyük zeminse yeryüzü zemini. Her canlının ayağını bastığı ve ancak şifa durumunda olduğunda anlamlandırabildiği zemin.

Sergi, nesnelerini ve içerisine dahil ettiği her şeyi eksik bırakmak, tamamlamamak, bozuma uğratarak melezleştirmek gibi bir yönelime sahip. Bu yönelim, insan bedeninin tarih içerisindeki değişiminin de fark edilmesinin açığa çıkarılmaya çalışıldığı süreci afişe ediyor. Yöntemsel bir tercih, zihinsel bir süreci tetikliyor.
Bihter Sabanoğlu’nun sergi ile iç içe geçen metni Betonlaşma, sanatçının tedavi sürecindeki psikolojik durumunu hikâyeleştiriyor. Metindeki karakter, hasta olduğu süreçte, kemikler için “tekinsiz organlar” ifadesini kullanıyor. “Sadece bedenen değil zihnen de gelişmiş biçimde oradan taburcu olacaktım.” Ve Baltalimanı Hastanesi’nin mimari tarihi ile şifa sürecini birbirine teyelliyor. Vücuduna ilizarovun yerleştirilerek hem makineleştirilmesi hem de şifa bulmasını; Baltalimanı Sarayı’nın zaman içerisinde geçirdiği dönüşüm ile üst üste koyuyor. Bedenin, eski bir saraydan dönüştürülmüş hastanede, ayrı bir “şey-oluş’a” evrildiği akışkan bir metni sergi sürecine /şifa sürecine teyellemiş oluyor. Betonlaşan bir yapı olan hastane, betonlaşmaya benzer bir değişime uğrayan bedene ev sahipliği yapıyor. Ve hastaneye de mekân olan İstanbul Boğaziçi’nin siyasi, sosyal tarihi tüm akışkanlığı sağlayan bir mekân olarak işaretleniyor.
En büyük mekânın yeryüzü, en iyi şifacının insanın kendisi olmasının işaretlendiği bir sergi. İnsan-oluş’tan makine-oluş’a geçişin yarattığı psikolojik tahribatlar da bir diğer çağrışım alanında, hayvanımsı kumaş desenlerinin üzerinde bizi izliyor.
Ceren Eldem’in küratörlüğünde, Çınar Eslek’in kişisel sergisi olan Teyel, Uzuv, İlizarov 11 Kasım 2023’e kadar Tütün Deposu Tophane’de.