
Burcu Yılmaz- Hafize Çınar Güner- Simlâ Sunay
Editör ve illüstratör Burcu Yılmaz, yazar ve drama/tiyatro eğitmeni Hafize Çınar Güner, mimar ve yazar Simlâ Sunay bir süre önce yaklaşık iki yıldır emek verdikleri Cumhuriyet Kitap Dergisi çocuk ve gençlik edebiyatı sayfasından ayrıldı. Ayrılış nedenleri yayın yönetmeni Turgay Fişekçi’nin istifası sonrası, antidemokratik bir zeminde üretim yapmak istememeleriydi. Yazılarına bundan böyle Sanat Kritik’te yine ekip olarak devam edecekler. Ekibin ilk yazısı üçlü bir söyleşi…
Simlâ Sunay: Lafa nereden girsem bilemiyorum, girişler hep tuhaftır, düşünceyi kırıp da ucunu uzatmak gibi, aslında biz çocuk edebiyatı üzerine sürekli konuşuyoruz. Gündelik yaşantımızın içinde çocuk edebiyatı var… Şunu söylemek isterim; özgürce yazabilmek için Sanat Kritik’teyiz. Çocuk edebiyatının edebiyattan yalıtılmış halini kırmak, edebiyat içi bir diyalog ve daha pek çok şey için buradayız. Kolektif üretimi önemsiyoruz. Öncelikle Sanat Kritik’e çok teşekkür edelim. Peki, daha öncesine gitsek biraz, biz nasıl bir araya geldik?
Burcu Yılmaz: Bir araya gelmemiz Turgay’ın, Cumhuriyet Kitap‘ın çocuk sayfasını hazırlamayı bana önermesiyle başladı. En az üç kişilik ve dik dik bakan bir ekip olmalıyız diye düşündüm. Otuz yıldır tanıdığım Hafize ve yüz yıldır tanıdığım Simlâ aklıma gelen ilk isimlerdi. Bu sırada boynuzlarım biraz uzamış ve kıkırdamaya başlamıştım. Suya sabuna dokunan, eleştirel ve hatta bu alandaki problemleri tartışan yazıların yayımlandığı, soruşturmaların yapıldığı bir sayfaydı aklımdaki. Hafize ve Simlâ’ya bir ekip olmayı önerip sayfaya ilişkin düşüncelerimi anlattım. Sonra onlar bana anlattı, sonra çay içtik, sonra dedik ki okumadığımız hiçbir kitaba yer vermeyeceğiz bu sayfada ve istek şarkı yasak! İşte böylece bir araya geldik ve hâlâ devam ediyor bu bir araya geliş.
Hafize Çınar Güner: Evet, hâlâ bir aradayız. Çünkü birbirimize bağlı veya bağımlı değiliz. Yeri geldiğinde birbirimizi eleştirebiliyoruz. Dilimiz, seçimlerimiz aynı olmasa da derdimiz ortak. Her alanda olduğu gibi en tepeden seslendirilen kutuplaşmanın çocuk edebiyatına sirayet etmesine karşıyız. Yazar, çizer, editör yayınevi değil; eser odağımız. Ne kimsenin yanında ne de uzağındayız. Cumhuriyet Kitap’ta hepimizin ayrı bir rengi vardı. Mesela ben yerli yazarların ilk kitaplarına sıklıkla yer vermiştim. Edebiyatta özellikle de çocuk edebiyatında beğeninin ötesine giden yazılar yazdık. Sözümüzü hiç sakınmadık. Öyle ki ben kendi yayınevimin bir kitabı hakkında bile eleştiri kaleme almıştım. Şimdi Sanat Kritik’te de aynı tavrı koruyacağımıza inanıyorum.
S: Cumhuriyet Kitap’ta yapmaya çalıştığımız şey aslında çocuk edebiyatına dâhil çeşitli sorunları tartışmayı da yorum/eleştiri yazısının yanına eklemekti; sansürlere karşı duruşumuz, Burcu’nun çizer telif hakları için yazdıkları, sonra 23 Nisan dosyasında yazarlarla okul etkinlikleri üzerine yaptığımız anket, Hafize’nin çevirmenlerle söyleşileri gibi… Üretimi çeşitlendirmek istedik. Tüm bunların “yeri” burası değil diyenlere inat, çocuk edebiyatı üretimine dair o “her şey”e kitaplarla birlikte bakmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Üstelik neyi nerede nasıl konuşacağımıza dair kurulu her şeye de ortak itirazımız var, derdimiz kadar. Bu yüzden de tek tek yazmaktansa yine ekip olarak devam ediyoruz.

B: Peki ama neden çocuk kitapları üzerine de yazıyoruz? Çocuk kitabı yazmak veya resimlemek dışında, neden?
H: Okuduğum kitabın beni kendimle karşılaştırması, şaşırtması, hayata dair yeni pencereler açması beni kitabı yorumlamaya itiyor ve tabii gülümsetmesi… Yani bitince ve kapağını kapatınca bile benimle gelmesi… Gülümseme derken sanırım burayı biraz açmalıyım. Çocuk kitaplarının o eğlenceli ve umut dolu dünyası… Gerçeğe rağmen hayalin varlığı… Katı gerçeğe rağmen… İşte bu beni harekete geçiriyor.
S: Bir yanıyla çok kişisel bir soru “neden”… Hiçbir nedeni de olmayabilir, çok belirgin bir nedeni, bir politikası da olabilir o dediğin “hareket”. Benim hiç düşünmeden başladığım, yol içinde dönüştüğüm bir alan çocuk kitaplarını yorumlamak. İlk günden bugüne değin amatörce başlayan, tamamı deneyimle ve biraz da kuramla pekişen, değişen… Benim temel nedenim sanıyorum çocuk edebiyatının ötelenmiş bir alan olmasına dayanıyor, buna bir itiraz var öncelikle… Çocuk kitaplarının toplumu okumak, anlamak için sunduğu, açtığı noktalara işaret etmek, çocuk kitapları içinde gizli kalmış, hiç konuşulmamış şeyleri bulup çıkarmaya çalışmak, çocuk edebiyatı üretim süreçlerini ve sorunlarını da bu söze katmak, belki de en naifi aslında edebiyat ile nasıl düşünüyorsak “çocuk kitabı ile düşünme” pratiğini edinebilmek…
H: Evet çocuk edebiyatı da pek çok sanat alanında örneğin çocuk tiyatrosunda olduğu gibi ötelenmiş bir alan. Çocuk edebiyatının ne olup ne olmadığını hâlâ tartışıyoruz. Ben neden çocuk kitabı yazdığımın yanıtını veremiyorsam neden çocuk kitapları için yazdığımın yanıtı da net değil. Çünkü bunu seviyorum. Çocuk kitaplarını okumayı seviyorum. Yirmi yılı aşkın bir süredir çocuklarla çalışıyorum. Bir sanat eğitimcisi olarak çocuk edebiyatına her zaman atölyelerimde yer verdim. Farklı yaş gruplarından yüzlerce çocukla pek çok eseri sahneye koydum, pek çok eseri ise atölyelerimde ele aldım. Farklı sanatçıların eserlerini çocuklarla okumak ve yorumlamak heyecan vericiydi. Çocuklarla yaptığım çalışmaların dışında aldığım Çocuk Edebiyatı dersleri bana kitap inceleme ve raporlama konusunda yol gösterici oldu. Kitapların içine girmeyi, o keyfi seviyorum. Çocuk edebiyatı bence edebiyatın en zor alanlarından biri. Derinlikli bir zekâ, uçsuz bucaksız bir hayal gücü ve ince bir estetik zevk gerektiriyor. İşte tüm bunlar bana inanılmaz bir keşif alanı ve keyif veriyor. Tabii elimdeki iyi bir kitapsa…
B: Ben çocuk kitapları üzerine yazmaya “belki şunlar da söylenebilir, söylenmeli” diye düşünerek başladım. Öte yandan genel itibariyle kitaplar üzerine yazmak, bu fikre veya gerekliliğine ısınmak yıllarımı aldı diyebilirim. Buradan bakınca genel itibariyle bir kitap üzerine yazmak benim için zorlu bir eşiği atlamaktı diyebilirim. Bunun hemen ardından kitaplar üzerine yazılanların daha eleştirel olmasına duyduğum inanç geliyor. Özellikle çocuk kitaplarında öğretici, alışıldık olanın daima kayırılması/ övülmesi ve metinlerin “kitap tanıtımı” olmaktan öteye gidememesi tahammülümü zorluyordu. Bu kitaplara önce edebi birer metin gözüyle bakılmalı ve eleştiri buradan başlamalı. Benim bu alandaki varlığımda bir tepkisellik de var diyebilirim yani. Didaktik olana duyduğum tahammülsüzlüğün de azımsanır yanı yok elbette. Bu alandaki normallerin, normatif öğelerin daha fazla tartışmaya açılması gerekiyor. “Örnek olan” duvarının, en benim diyen editör ve yazarın bile tosladığı o bildik engelin, aşılması, dahası parçalanması gerekiyor. İşin içine giren okul, öğretmen, pazar kaygısının aşılabilmesi başlı başına bir sorun tabii.
S: Hafize’nin de dediği gibi “çünkü bunu seviyoruz”; çocuk kitabı ile birlikte düşünmeyi… Sadece kurgu yazarak değil kitapların açabileceği farklı, gözden kaçmış alanlar arasında dolaşmayı ve belki de geri dönüp kendi kurgu yazarlığımızla yeniden ilişkilenmeyi. Bu ilişkilenme haline geçeriz ama şu ikisini ayırmak mühim; nedeni ve amacı… “Neden” bizi bir çırpıda iten o dürtü daha çok… İşte o “çok sevmek”… Benim nedenim de bu, mekânı sözgelimi çocuk kitapları üzerinden düşünmek farklı bakış açıları getirebiliyor… Ama amaç ve hedef daha politik şeyler ve sanırım benim amacım da çocuk kitaplarıyla birlikte yazınsal bir politika üretebilmek. Burcu’nun da dediği gibi normatif olanla mücadele için çok iyi malzeme veriyor çocuk kitapları.
H: Amacım kitap yazılarımda çocuk edebiyatının özgün ve sanatsal yanına vurgu yapmak. Ve tabii sanat da politik bir şeydir.

S: Evet değil mi, düşünüldüğü gibi nötr bir alan değil sanat ve çocuk kitabı da. Hayli toplumsal, politik, protest ve direniş unsuru olabilir… Peki, çocuk yazarının elini kolunu bağlayan şeyler, yorumunun/eleştirisinin de elini kolunu bağlar mı? İşte şu meşhur “anlaşılır” olma sorunu. Çocuğa göreliliği homojenlik kabulüyle işletmek, “her çocuk farklıdır”dan ayrı düşmek… “çocuk anlamaz” ihtiyatlılığı yoruma da sıçrıyor mu?
H: Çocuğun hâlâ bir birey olarak görülmediği, çocuk edebiyatının da eğitimin bir aracı olarak algılandığını ülkemizde bir de çocuk yazarı çizeri olmamın popüler bir şey olduğunun altını çizilmesiyle haliyle sapla saman birbirine karışıyor. Çocuk kitabı yazayım ya da çocuk kitabını yorumlamak için yazayım hiç fark etmez çünkü aslında ben kendim için yazıyorum. Çocuk kitabı yazarken değil ama çocuk kitabı için yazarken kendime rahat hissetmediğim oldu. Özellikle yerli yazarla duygudaşlık kurmaya çalıştım, esere odaklandım, kitap yazarın ilk eseriyle bunu göz önünde bulundurdum. Neyi yorumladıysam sayfa numarası vererek alıntı yapmaya özen gösterdim. “Anlaşılır” olmayı dert edindim. Çocuğa görelik kavramında çocuğun gelişim evrelerinden bahsediliyor kuşkusuz! Oysaki zaman hızla geçiyor, çocuklar artık o eski pedagoji kitaplarındaki tanımlara uymuyor. Çocukları düş ve düşünce ürütme konusunda lütfen özgür bırakalım!
B: Çocuğa göreliğe nasıl karar verildiğini anlamış değilim zaten. Çizimlerime gelen eleştirilerde en sık duyduğum sorular “çocuk bunu anlar mı? Çocukların kafasını karıştırır mı?” Lütfen çocuğun kafası karışsın ve lütfen çocukların gerizekâlı olmadığını kabul edelim artık. Hayal güçlerine bu kadar övgüler düzülen çocukların, ya yanlış anlarlarsa kaygısıyla kısır kitaplarla karşı karşıya bırakılması nasıl bir çelişki böyle? Kurguda yoruma/eleştiriye yer bırakmazsanız kurgunun yorumundan/eleştirisinden ne beklersiniz?
S: Beklentiler… Ben de oraya gelecektim. Çok yaygın bir tür olarak “çocuk kitabı tanıtım yazıları” için neler dersiniz? Ben bu yazıları önemsemekle ve değerini kaydetmekle birlikte, yazarların bile yorum yazılarına dair bazı beklentileri olduğunu, sosyal ilişkilenmeler üzerinden istemeden de bu beklentilerin hissettirilmesiyle bir nevi baskı kurduklarını ve kendi içlerinde aslında çocuk edebiyatı eleştirisine ilişkisel etki ettiklerini düşünüyorum. Çocuk edebiyatı yorumu özgür değilse, yazarlar nedeniyle de değil. Ancak bu “tanıtım” yazılarının nasıl yazılmış olursa olsun bir eleştiri taşıdığını da düşünüyorum. Asla ve asla çocuk edebiyatı eleştirisi farklıdır, şöyle olur demiyorum… Sınırı göremiyorum, görmek istemiyorum… Yazının her türlü özgürlüğü adına… Bu nedenle “neden çocuk kitabı eleştirisi yok” verimsiz bir tartışma… Bunları ayıracak bir merci de olmadığı için… İşte tam da iki uçlu bir özgürleşmenin çeşitli sebeplerle sağlanamamasında da… Bununla beraber bir yazarın çocuk kitabı tanıtma eylemi içinde “gönüllü” bulunuşunu ekonomi politik olarak sorguluyorum… Tanıtımı neden biz yapmak zorundayız, eğer bu sadece bir tanıtımsa? Ayrıca iyi olan kitabın üste çıkması, görünür olması her zaman bir tartışma, düşünme alanı yaratmaz. Kitapları elemeden çok, içerikleri üzerine bir düşünme alanı kurmak değerli.
B: Tanıtım yazarın/çizerin işi değil. Önce şunu bir kabullenelim. Kimse kimseye bir şey lütfetmiyor. Kişi kendi eserlerini duyurmak isteyebilir, bunu bir yere kadar anlayabilirim fakat iş senin sözünü ettiğin noktaya varınca ki varmış durumda, iş kötü niyetli bir hal alıyor. Kitabı mı önceliyoruz sosyal bağlarımızı mı?

H: Bu “çocuk kitabı tanıtım yazıları” neden yazılıyor ve nasıl yazılıyor ona bakmak lazım bence. Ve kimler yazıyor… Yine biraz önce dolaylı da olsa bahsettiğim çocuk kitabı yazarı- çizeri olmayı varoluş alanı seçmek gibi çocuk kitapları tanıtım yazıları yazarak bunlar üzerinden görünür olup varoluş sağlamak da söz konusu olabiliyor. Her yerde tanıtım bültenlerinden öteye gitmeyen tekrarlar sadece bir duyuru benim için. Yazar ve çizerin tanıtım yapması meselesine gelince evet insan eserini paylaşmak ve duyurmak isteyebilir ama bunun dozu kaçıyor ve bıktırıcı olabiliyor bazen. İlk kitabı çıkan bir sanatçının coşkusu değil bahsettiğim. İşte orada da bir yazar ya da çizer neden sürekli kendini ifade etmek ve öne sürmek zorunda hissediyor sorusu sorulabilir. Bu sadece çocuk edebiyatına, edebiyata özgü bir durum da değil görünür olma arzusu çağın sosyolojik bir sorunu. Burcu’nun başta dediği gibi burada istek parça çalmayacağımız gibi kendi şarkılarımız da yer almayacak.
S: Metafor da metafor hani! Bu arada dijitaldeyiz!.. Şarkı olarak şarkı çalabilir, video da koyabiliriz, belgesel de çekiyormuşuz biz… Yok hayır, oturup yazı yazacağız değil mi canlar? Bir şey söyleyeceğim, çok önemli; hangimizin taş, kâğıt ya da makas olduğu netleşti mi? Şu “taş” mimar olduğum için üstüme düşüyor da… Bazen makas olmalı… Köşesi kıvrılmış bir kâğıt… Radyo. Zürafa, ayı ya da tilki… Tilki sorunumuzu çözdük mü biz, en son kapışıyordunuz ikiniz, ben tam o sıra zürafaydım. Bu arada söyleşi bitti ama tilkiler hiç gitmez!