
Melike Sönmezer
Jean Genet’nin Hizmetçiler metninden hareketle, Hakan Emre Ünal tarafından kaleme alınmış günümüz dünyasında geçen özgün bir oyun olan Tırnak İçinde Hizmetçiler, merkezine bir evdeki iki hizmetçiyi konu alır. Bu iki hizmetçi rollerini Nezaket Erden ve Pınar Güntürkün birlikte sırtlanmış, bize bambaşka bir dünya yaratmışlardır.
Ben oyunu geçtiğimiz haziran ayında moda sahnesinde izledim. Henüz içeri girerken seyirciler neye uğradıklarını şaşırdılar. Çünkü alışkın olduğumuz bir tiyatro düzeni var: Seyirci koltuklarına yerleşir, telefonlarını kapatır, ışıklar kısılır ve oyuncular sahneye çıkar. Bu oyunun ise böyle bir akışı yok. Biz salondaki yerlerimizi alırken Nezaket Hanım ve Pınar Hanım salonun ortasında oyuna başlamışlardı. Hatta salona en son giren izleyici saatine bakıp oyunu kaçırdığı endişesine bile kapılmıştı. Bizi karşılayan bu atmosferde bize sunulan tiyatronun büyülü kapısını aralayıp yerimizi alıyoruz. Oyunda dekor olarak zemini kullanıyorlar. Tebeşirle yazarak, çizerek oyunun içerisinde dekor kuruyorlar.
Bu iki muhteşem kadın, Gent’in kaleminden günümüzün gündelik dinamizmine yansıttığı Hakan Emre Ünal’ın oyununu öyle bir oynuyorlar ki bir ara sahnede iki oyuncu gerçekten kavga ediyor sanıyorum. Oyun içinde oyun. Tırnak İçinde Hizmetçiler tiyatro oyunu tam olarak böyle özetlenebilir diye düşünüyorum.
Evin hanımı hazırlanmaya geçer, hizmetçisinden kıyafetlerini ister. Evin hanımı rolünü Nezaket Hanım canlandırmaktadır. Pınar Hanım onun hizmetçisidir. Hanımı giyinirken sonsuz iltifatlar düzer hanımına.
Hanım bedenini, kıyafetlerini, ayakkabılarını aklınıza gelebilecek her türlü şeylerini överken, adrenalin yükselir. Hizmetçi hanımını boğmaya kalkar. Tam o anda, yıllarca hanımın gölgesinde onun elbiselerini toplayan bu kadının hanımını boğması bir anda kesilir. Meğer hanım rolüne geçen kadın hizmetçidir. Üstelik diğer hizmetçinin kardeşidir. Bu iki kız kardeş Solange ve Claire, hanımları evden ayrıldıktan sonra zaman zaman hanımlarının yerine geçerek “hizmetçilik” oyunu oynamaktadırlar. Tabii bunu anlamak hemen gerçekleşmeyecek ve oyunun tek kafa karıştırıcı yanı bununla da sınırlı kalmayacaktır. İki kardeş hanımcılık oyununu bitirdikten sonra birbirlerine söylene söylenene hanımın odasını toplamaya başlarlar. Çünkü alarm kurmuşladır, evin hanımı gelmeden oyun bitmeli, kıyafetlerini kim giydiyse çıkartıp yerine koymalıdır ki hanıma yakalanmasınlar. Claire ve Solange dağıtıklarını toplarlarken “Hanım böyle mi derdi? Beyefendi beni çok sever. Hanımefendi beni çağırırken canım diye sesleniyor.” gibi diyaloglarla iki kardeş kavga girişirler. Bu hararetli kavganın asıl sebebi iki hizmetçi kardeşin, evin hanımının yaşam stantlarına olan öfkesidir. Her gün ayakkabılarını boyadıkları, ipek geceliklerini temizledikleri, takılarını bir düzene koydukları bu kadının hayatını iki hizmetçi kız tüm hücreleri ile böyle bir hayatın hasretini çekmektedirler.
Bu öfke iki kız kardeşin diyaloglarına yansır. Evin hanımı gittiği yerden dönmeden bu oyunu bitirmeli, evin tozu alınmalıdır. Tam böylesine adrenalin yükseldiği bir anda iki kız kardeş kavgaya tutuşurlar, onlar birbirilerini boğazlarlarken biz seyircinin boğazında da bir yumru oturur. Tam o arbedenin yaşandığı ortamda kardeşi diğerine şunları söyler: “Sana baktıkça fakirliğimi hatırlıyorum.”
Bir insanın çalıştığı hâlde istediği elbiseyi alamaması, bir parfüm için olağanca girdiği mücadele, kapitalist sistemin kadınların yaşamanı nasıl açık bir pazar gibi gördüğüne dair örtük bir eleştiri sunar. Çünkü kadın yeni elbiseler, pahalı takılar, her elbiseye ait yepyeni ayakkabılarla vardır sistemin içerisinde. Kısaca “tüket’’ der içinde yaşadığımız sistem. Tüket ki var olasın. Tüm bu düşüncelerin dehlizlerine dalmayı oyunun sonuna saklamanızı tavsiye edeyim çünkü karşınızda öyle iki büyük oyuncu var ki bir saniye gözlerinizi kırpsanız çok şey kaçıracağımızı düşündürtüyor ki oyunun sonunda bu düşüncenin sağlamasını yapıyoruz. Oyun her an sürprizlerle dolu. Oyun içinde oyun. Birbirinin içinden çıkan matruşka bebekler gibi o kadar farklı karakterlere bürünüyor ki oyuncular…
İki hizmetçi kardeşin yakalandığını düşündüğümüz bir anda bunun bir tiyatro oyunu olduğunu apaçık söylüyor oyuncular.
Nasıl yani diyorum?
Bir saatten fazla oldu, üsleri başları terden sırılsıklam, dünyanın eforunu sarfettiler, bu bir oyun içinde oyun mu? Bu şaşkınlığımı atamadan Nezaket Hanım ve Pınar Hanım iki farklı oyuncu kimliğine bürünüyorlar. İpek ve Bahar.
Evet yanlış anlamanız, önce iki hizmetçiden biri hanımın rolüne bürünüyor, ardından iki hizmetçinin yani Solange ve Claire’nin kardeş olduğunu anlamışken meğer bunun bir tiyatro oyunu olduğunu öğreniyoruz.

Günümüzde, konservatuar okumuş, kendilerini var etmeye çalışan iki oyuncu İpek ve Bahar’ın oyununun provasını izlemişiz. Üstelik Bahar, İpek ve Yıldız üç arkadaş bu oyunculuk yoluna beraber çıkmışlar fakat Yıldız ana akım televizyonda iş bulmuş, tabiri caizse kendini gerçekleştirmiştir. Bahar ve İpek’se istedikleri kariyere henüz ulaşamamış, biraz önce izlediğimiz bu hizmetçi oyununu yazan Bahar ve beraber oynadığı İpek ile kendilerini gerçekleştirmek tek hedefleri haline gelmiştir.
İpek ve Bahar taşradan İstanbul’a kendini gerçekleştirmeye gelmiş, bunu aralarında geçen sohbetten çıkarıyorum. Bu his bana bir yerden tanıdık. Biziz bu. Senin, benim, arkadaşımızın hikayesi.
Bu iki gencin oturduğu evin kirasını oyuncu olarak dizilerde yer almış Yıldız ödüyor. Onlar audition çekimlerinden ileriye gidememiş, yazdıkları oyunu sahneye koymaya çalışan iki genç.
Bu hikâyeyi oyunun kalan kısmında öyle bir işliyorlar ki şu an bulundukları sahneye gelene kadar çektikleri dertlerin bir izdüşümü diye düşüyorum. Kiranı ödeyemediğin bir ev, ay sonunu getirme çabası, tüm bunlar senin sırtında bir küfe gibi yüklenmişken “Hadi sanatını icra et” demek üst perdeden konuşmaktan fazlası değil. Kendini kanıtlamak için çabalayan bu iki genç, günümüzün dertler yumağının içeresindeki karmaşasını resmediyor. Bunu ajitasyon tonunda vermiyor izleyiciye. Bir komedi ile yapıyor. Bahar ve İpek oyun provaları bittikten sonra oturup dertleşiyorlar, Nezaket Hanımın replikleri bana oldukça komik geliyor.
İki arkadaş düşen enerjilerini toplamak için hep oynadıkları gelecekte tanınmış bir oyuncu olduklarını varsayıp bir televizyon programı canlandırıyorlar. O diyaloglar gerçekten görülmeye değer. Tam o esnada Nezaket Hanım’ın annesi ile bir telefon konuşması gerçekleşiyor ki, günümüze entegre ettikleri aşikâr.
Henüz kendini gerçekleştirememiş, yüzyıllar geçse de komşunun çocuğunun övüldüğü bir anne-kız diyaloğu. Öyle ki anne artık arkadaşları Yıldız ile övünür olmuş. Tüm salon bu ana gülerken kafalarını sallayıp çok bilindik bu hikâyeyi onaylıyor.
Var olmayı kafaya koymuş iki genç kadının hikayesi, bilet bulabilirseniz -ki oyuna bilet bulabilmek oldukça zor- lütfen gidin izleyin. 95 Dakika denilen oyun, 95 dakikadan fazlaydı. Pınar Hanım ve Nezaket Hanım’ın doğaçlamaları, dansları bir tiyatro oyunun çok üzerindeki eforlarının yansımaları…
Alkışları hep bol olsun.