.

Orhan Pamuk’un Romanları Arasındaki Çeşitli Bağıntılar, Göndermeler ve İlk Cümlelere Dair

Abdullah Ezik

abdullah.ezik@sanatkritik.com

Paul Valery, tüm evreni kapsayacak bir kitap yazma hayalinin peşindeydi. Bu hayal, birçok yazarın da hayalidir. Bunu yapmanın birçok yolu var ve bu yol, yazardan yazara değişebilir. Her yazar, kitaplarını ayrı ayrı da değerlendirebilir, bütün olarak da. Okuyucu, bunlar arasında varsa bir bağıntı, bunları ortaya çıkararak anlam ilişkilerini, yakınlıkları yakalayabilir. Bu bağlamda Orhan Pamuk şüphesiz iyi bir örnektir ve romanları arasında göze çarpan yakınlıklardan söz edilebilmektedir. İlk kitabı Cevdet Bey ve Oğulları’nın yayınlandığı 1982’den itibaren yazmayı sürdüren Orhan Pamuk romanlarında bu bağlantıları açıkça göstermiş, kendi içinde çeşitli göndermelerde bulunmuştur. Metinlerinde kitapların birbirine ait atıfları bir döngü meydana getirmiştir; böylece başta bahsedeceğim şekilde bir anlatı evreni oluşturur. Bu yazıda, Pamuk’un romanları arasındaki bağlar üzerinde durulmuş, öne çıkan göndermeler gösterilmeye çalışılmıştır.

Orhan Pamuk, romanları arasında çeşitli göndermelerle eserlerinde bir bütünlük sağlamıştır. Nesneler, metinler arasındaki anlatılar, kimi zaman bir metindeki cümlenin/ifadenin bir başka metinde, kimi zaman aynı kimi zaman farklı göndermelerle/işlevlerle sürerliliğin bulunması yazdığı romanları kendi içinde tamamlar, birbirlerine yönlendirir. Pamuk’un eserlerine yayımlanma tarihleri açısından bakıldığında bu görünüm daha bariz bir şekilde seçilebilmektedir.

Orhan Pamuk’un romanları arasında en keskin ve ilk bağıntı ikinci romanı olan Sessiz Ev (1983)ve bir sonraki eseri Beyaz Kale(1985) arasındadır. Pamuk, Sessiz Ev’de dağılmakta olan bir aileyi anlatırken roman karakterlerinden tarihçi Faruk Darvınoğlu’na bir defter yazdırır:“Bir mahkeme sicilini okurken, belki de bu duyguyu, okuduklarımı yazarak bulabileceğimi düşündüm. Çantamdan çıkardığım deftere yazmaya başladım.”[i]Osmanlı dönemi tarihçilerinden olan Faruk Darvınoğlu, Gebze Kaymakanlığı’nda arşivlere giderek araştırma yapmakta, topladığı verileri defterine kaydetmektedir. Bu sırada arşivlerde bulduğu bir defter ilgisini çeker ve onu çalar. Bu defter, Pamuk’un bir sonraki romanı olan Beyaz Kale’dir. Her şey diğer romana doğru bir akış hâlindedir ve hareket söz konusudur. “Giriş” bölümü şöyle başlar, yazar/anlatıcı burada kitabın serüveninden bahseder: “Bu elyazmasını, 1982 yılında, içinde her yaz bir hafta eşelenmeyi alışkanlık edindiğim Gebze Kaymakanlığı’na bağlı o döküntü ‘arşiv’de, fermanlar, tapu kayıtları, mahkeme sicilleri ve resmi defterlerle tıkış tıkış doldurulmuş tozlu bir sandığın dibinde buldum.”[ii]

Beyaz Kale, aynı zamanda Faruk Darvınoğlu’nun Gebze Kaymakamlığı’nda çalışırken bir sandık dibinde bulduğu defterin, yine onun ifadesiyle “günümüz Türkçesi”ne aktarımıdır. Yani yazar oyunlarını sürekli sürdürür, öte yandan metnini olabildiğince renklendirmeye, kendi “oyuncu yazarlığı”nın hissedilebilirliğini azaltmaya çalışır. “Kitabı günümüz Türkçesine çevirirken hiçbir üslûp kaygısı gütmediğimi okuyanlar göreceklerdir.”(s. 10) Darvınoğlu’nun insanlara anlata anlata bitiremediği hikâyesi Orhan Pamuk’un romanları arasındaki ilk görünür bütünlemeyi meydana getirir.“Hikâyeye olan tutkum belki de bu yüzden, daha da arttı. … Böylece, bir dönem, önüme gelen herkese, hikâyemi, sanki onu bulmuş değil de, yazmışım gibi, coşkuyla anlattım.”(s. 4) Kitapta yazarın bahsettiği bu “coşku” giderek artar ve Konstantinopolis’ten Venedik’e uzanan yolda her an içine yeni anlamlar ilave eder.

Beyaz Kale, Sessiz Ev romanının karakterlerinden Faruk’un kardeşi Nilgün Darvınoğlu’na ithaf edilir ve bu iki roman arasındaki oyunlar sürdürülür: “İyi insan, iyi kardeş, Nilgün Darvınoğlu (1961-1980) için” (s. 5)Bir cinayete kurban giden Nilgün’ün hatırası kardeşi tarafından yaşatılır, görünür kılınır. Pamuk’un daha ilk eserlerinde bu tür ilişkiler kurmaya girişmesi, onun daha başından beri bir anlatı evreni kurmaya yönelimini göstermesi bakımından önemlidir. İlk bakışta birbirinden çok farklı konu ve zamanları işleyen romanlar gibi gözükse de bu bağlarla bir şema etrafında örgü kurulduğu görülür. Her romanda kendi içinde örülen ağ, küçük bağlarla diğerlerine eşlik eder ve ortaya büyük bir yapı, bahsettiğim anlatı evreni çıkar.

İki kitap arasındaki tüm bu bağıntılar, göndermeler, anlatımlar, yapılan oyunlar Orhan Pamuk’un roman dünyasında bütüncül bir yapıyı oluşturmuştur. Bu tür detaylarla birbirine bağlanan kitaplar birbirinden bağımsız gibi dursa da bir bütünlüğü meydana getirebilmekte, bu da bize Marcel Proust’u hatırlatmaktadır. Tüm bu ağlar, benzer yönelimlere işaret etmektedir.

Orhan Pamuk romanlarında ortak olan bir diğer nokta karakterler arasında mutlaka edebiyatla, yazıyla ve daha geniş anlamda sanatla ilgilenenlerin olmasıdır. Cevdet Bey ve Oğulları’nda(1982) “Ahmet” ressamdır; Sessiz Ev’de “Faruk Darvınoğlu” tarihle ve hikâyelerle yoğun bir şekilde ilgilenmektedir; Beyaz Kale’de karakterler resimle bütünleşir, Venedik ulaşılmak istenen bir mabet olarak yükselir; Kara Kitap’ta (1990)“Galip” sonunda bir köşeyazarına dönüşür, yazıyla hemhâl olur; Yeni Hayat’ta (1994)“Osman” bir kitabın tükenmez arayışı içindedir; Benim Adım Kırmızı’da (1998) nerdeyse tüm karakterlerin yolu minyatür sanatına düşer; Kar’da(2002) “Ka.”şairdir; Masumiyet Müzesi’nde (2008) “Kemal” bir nevi koleksiyoncudur, müze açar. Sanatla ilgilenen karakterlerin de bu konuda söyleyecek sözleri vardır. Bu şekilde geniş anlamda da karakterler bir bütünü meydana getirmektedir. Matematiksel bir zekânın ürünü olan tüm ilişkiler, sanatlar ve birliktelikleri bağlar.

Kronolojik sırada açık bağıntılar içeren bir diğer çift de Yeni Hayat ve Benim Adım Kırmızı’dır. Yine bir ithaf ve bunun üzerinden oluşan bir bağ söz konusudur. Orhan Pamuk, beşinci romanını “Şeküre”ye ithaf eder, bir sonraki romanında ana karakterlerden biri Şeküre oluverir. Bir ithaf bir roman karakterine dönüşebilmekte, hikâyenin dışında kalan unsurlar bile önem teşkil edecek unsurlara evrilebilmektedir, tıpkı Sessiz Ev’deki bir karaktere Beyaz Kale’nin ithaf edilmesi gibi. Bu da Pamuk’un kaleminden çıkan her şeyin metinselleştiğini, bir başka kitapta ortaya çıkabileceğini göstermektedir.

Orhan Pamuk romanlarında bir diğer ortak unsur “arayış”ın hiç bitmemesidir. Post-modernist anlatıların çoğunda olduğu gibi bu, Orhan Pamuk romanlarında da görülebilir. Bu, ilk kez açıkça Kara Kitap’ta kendini göstermiştir. Galip, tüm kitap boyunca karısı Rüya ve amcasının oğlu Celâl’in peşindedir. Bu arayış boyunca okuyucu birçok yerde gezdirilir. İstanbul’un her köşe başı kitapta kendine yer bulur.“…çünkü tam karşımda Teşvikiye Karakolu’nun bulunduğunu…”[iii]“Beyoğlu caddesindeki o ünlü giyim kuşam dükkânları vitrinlerine manken yerleştirmeye başlamışlar…”(s. 66) “Kuledibi’ndeki çamurlu bir yokuştan…”(s. 68) “…fotoğrafçıyı Şişli’de tramvay yolu üzerindeki evlerden birine çağırmış…” (s. 171) “…Amerikan Konsolosluğu’nun önünden geçerlerken, ‘Celâl Beyin Nişantaşı ve Şişli’deki evlerine gittiniz mi?’ diye sordu fötr şapkalı adam.”(s. 181) “…Dönüş yolumda suyun serinliğini hissederim diye Eminönü’nde bir kayıkçıya yanaştım…” (s. 313).

Yeni Hayat da tıpkı Kara Kitap gibi uzun bir arayış üzerine kuruludur. Ana karakter Osman, okuyup çok etkilendiği kitabın yazarının ve âşık olduğu kızın peşindedir; arayışı kendisi için bir zevk hâline dönüşür. Okuyucu onunla beraber İstanbul’dan yola çıkıp dolaşmaya başlar ve bu Türkiye üzerinde devam eder. “Nişantaşı’nda oturduğunu anlattı.”[iv]“…bütün bir öğleden sonrayı Beyoğlu sinemalarında…”(s. 217) Bu alıntılara daha birçoğu ilave edilebilir. Benim Adım Kırmızı’da bir cinayet söz konusudur ve katilin izi sürülür, aranan odur. Kar ve Masumiyet Müzesi’nde doğrudan yazar, son bölümde ortaya çıkar ve karakterlerinin peşinde, onları arayışındaki serüveni metne dâhil eder. Bunu yaparken yine yolu diğerlerindeki gibi İstanbul’a düşer. ‘Ka’, ‘Kemal’ ve ‘yazar’ söz konusudur. “Teşvikiye Caddesi 131 numarada Merhamet Apartmanı’nda annemin bir dairesi vardır,” dedim.”[v]“Ağa Camii ile Saray Sineması arasında boşu boşuna aşağı yukarı yürüdüm.”(s. 286) “…Belki de, bu öğleden sonra Şişli’deki garsoniyerinde Füsun ile sevişmişti…” (s. 178)Kırmızı Saçlı Kadın, bir anlamda babayla oğlun kaderle sürüklenen aranışı/arayışı serüvenidir. Yine İstanbul sokaklarında devinim devam eder. “Beyoğlu’na çıkıp kalabalıklara karıştım.”[vi]“Ben akşamüstleri şirketteki işimden erken ayrılır, Sührab’ın Nişantaşı’ndaki gittikçe kalabalıklaşan yazıhanesine uğrardım.”(s. 146) “Düğünden sonra bir akşam Taksim’de yeni bir otelin lokantasında babamla buluştuk.. (s. 117) “Annem Gebze’den ve ondan uzak kalacağım için kederlenmişti, ama Kabataş’a ve Beşiktaş’taki dershaneye devam edersem üniversite giriş sınavında iyi bir sonuç alacağımdan emindi.” (s. 110) İstanbul’u bir ağ gibi kuşatan bu romanlar birleştirilirse ortaya Orhan Pamuk’un ördüğü ve her romanda geçilen, durulan, bakılan yerler arasındaki ortaklıklar belirgin olarak anlaşılabilir.

Orhan Pamuk’un romanları arasında dikkat çekici bir diğer özellik ilk cümleler arası bağıntıdır. Sanki romanlar birbirlerine cevap verir, onları devam ettirir veya açar gibidir. Bunun en görülebilir örneği Kara Kitap, Yeni Hayat ve Benim Adım Kırmızı arasındadır. Kara Kitap(1990)yazıyla ilgili şu cümlelerle biter: “…Çünkü hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz. Yazı Hariç. Yazı hariç. Evet tabii, tek teselli yazı hariç.” Orhan Pamuk, “yazmak” üzerine bu cümlelerle biten romanına bir sonrakinde “okumak” üzerinden şöyle cevap verir: “Bir gün bir kitap okudum ve hayatım değişti.”[vii] Pamuk’un aslında bu çok bilinen cümleleri birbirinin tamamlayıcısı ve cevabıdır. İlk kitapta başlayan mesele diğerinde yeni boyutlar eklenerek devam eder. Son romanı Kırmızı Saçlı Kadın’da da yazma arzusu gözükür: “Aslında yazar olmak istiyordum.” [viii]Böylelikle kendi kendine sorular yönelten, bunların cevabını arayan ve bunu bütün yazın süreci boyunca sürekli devam ettiren bir yazarın söz konusu olduğu ortaya çıkar. Yazar, hiçbir sorusunu unutmaz, zamanı geldiğinde onu cevaplandırır.

Birbirlerini devam ettiren, tamamlayan ve cevaplandıran diğer romanlar Yeni Hayat(1994) ve Benim Adım Kırmızı’dır (1998). Yeni Hayat, şu cümlelerle biter: “Bunun hayatımın sonu olduğunu anladım. Oysa ben evime dönmek istiyor, yeni bir hayata geçmeyi, ölmeyi hiç mi hiç istemiyordum.”[ix] Osman bunları düşünürken diğer roman, perdesini ölümle açar, bu cümleyi tamamlar: “Şimdi bir ölüyüm ben, bir ceset, bir kuyunun dibinde. Son nefesimi vereli çok oldu, kalbim çoktan durdu, ama alçak katilim hariç kimse başıma gelenleri bilmiyor.”[x] İlk cümlelerin birbirlerine verdikleri cevaplar yazarının kurgusu içinde de özel bir anlamı oluşturmuştur. “Özellikle” ilk cümleler üzerine çok çalıştığını söyleyen G.G.Márquez (1927-2014) gibi Orhan Pamuk’un da bu anlamda çaba sarf ettiği gözükmektedir.

Beyaz Kale (1985), yazarın gözünün takıldığı renkler ve nesnelerin hâkim olduğu şu cümlelerle sonlanır: “Bir masanın üstündeki sedef kakmalı tepsinin içinde şeftaliler ve kirazlar duruyordu, masanın arkasında hasırdan örülmüş bir sedir vardı, üzerinde pencerenin yeşil çerçevesiyle aynı renkte kuştüyü yastıklar konmuştu; yetmişine merdiven dayamış ben orada oturuyordum; daha arkada kenarına bir serçenin konduğu kuyuyla zeytin ve kiraz ağaçlarını görüyordu. Onların arkasındaki ceviz ağacının yüksekçe bir dalına uzun iplerle bağlanmış bir salıncak, belli belirsiz bir rüzgârda, hafif hafif kıpırdanıyordu.” (s. 188) Kara Kitap’sa (1990) uyuyan Rüya’nın ve yine renkli nesnelerin üzerinde dolaşan bir bakışla başlar: “Yatağın başından ucuna kadar uzanan mavi damalı yorganın engebeleri, gölgeli vadileri ve mavi yumuşak tepeleriyle örtülü tatlı ve ılık karanlıkta Rüya yüzükoyun uzanmış uyuyordu.” (s. 11)

Kronolojik sırada art arda gelen romanlardan olan Masumiyet Müzesi (2008) ve Kafamda Bir Tuhaflık (2014) birbirine paralel eksende hareket eden romanlardandır. Her iki roman da mutluluk üzerine söylemlerle sonlanır. Birinde Mevlut, diğerinde Kemal, kaybettikleri eşleri üzerinden her şeyi açıklayan şeyi söylerler. Masumiyet Müzesi, Kemal’in şu sözüyle biter: “Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım.” (s. 586) Kemal, herkese içindeki açıkça ilan eder. Kafamda Bir Tuhaflık ise şu cümleyle sonlanır: “‘Ben bu âlemde en çok Rayiha’yı sevdim,’ dedi Mevlut kendi kendine.” (s. 466) Mevlut, kendi yalnızlığı içinde kendi kendine bunu açıklar.

Orhan Pamuk, bazı romanlarında bizzat kendisini de anlatıda bir karakter olarak göstermiş, böylece eserleri arasında başka bağlar kurmuştur. Benim Adım Kırmızı’da Şeküre’nin çocuklarının adı Orhan ve Şevket’tir. Kitabın sonunda “hikâye anlatmayı ve hayal etmeyi çok seven Orhan” açıkça görülür.“Resmedilemeyecek bu hikâyeyi, belki yazar diye, bu yüzden anlattım oğlum Orhan’a.” (s. 500) “…sakın inanmayın Orhan’a. Çünkü hikâyesi güzel olsun da inanalım diye kıvırmayacağı yalan yoktur.” (s. 501) Kar’da da yazar son bölümde ortaya çıkar ve Ka.’nın hayatını yazdığını, onun hakkındaki araştırmalarını ve onun hakkında yıllar sonra söylenenleri aktarır. “Kadife bir an istasyonun giriş kapısına baktığımı görünce sokuldu. ‘Rüya adında küçük, güzel bir kızınız varmış,’ dedi.” (s. 428) “İstanbul’da, Nişantaşı’nda sosyetik bir çevrede büyüdüm.” (s. 100) Masumiyet Müzesi’nde Orhan Pamuk, Hilton’da Füsun’la dans eder, yıllar sonra Kemal’in isteği üzerine onun ağzından hayatlarını yazar.“Bu kitabı, benim ağzımdan ve benim onayımla anlatan Orhan Pamuk beyefendiyi böyle aradım.” (s. 561) “…müzemizin kuruluşu sırasında, yıllar sonra görüştüğüm Orhan Pamuk Bey…” (s. 136) Böylelikle kurmacanın sınırları genişler, yazarın oyunları devam eder, kendisi de bir roman karakterine dönüşür. Yazarın bu tavrı, hem bir metnin her zaman nasıl her defasında şaşırtıcı olarak kullanılabileceğini, hem okunanın bir metin olduğunun hatırlatılmasını, hem de yazarın metne dahil olarak başka görünümler sergilenebileceğini ifade etmektedir.

Orhan Pamuk’un romanları arasında bir başka bağlantı Kara Kitap’ın karakterlerinden Celâl Salik üzerinden gerçekleşir. “Milliyet” gazetesinde köşe yazıları yazan ve bir suikastle öldürülen Celâl Salik, kendini diğer kitaplarda da gösterir. Yazar, böylelikle eserlerini birbirine bağlayan halkalara bir yenisini daha ekler. Kronolojik sırayla Celâl Salik hakkında diğer kitaplardaki göndermelere şu örnekler verilebilir:

“Milliyet gazetesini karıştırmayı, Celâl Salik’in yazısına bir göz atmayı başardım.”[xi]

“O günlerde Türkiye’nin en sevilen, en tuhaf ve en cesur köşe yazarı Celâl Salik’in (burada bir köşe yazısını sergiliyorum) yumuşacık elini içten bir saygıyla sıktım.”[xii]

“Elvis Presley’in Memphis’teki evinde öldüğü; Kızıl Tugayların eski İtalya Başbakanı Aldo Moro’yu kaçırıp öldürdüğü; gazeteci Celâl Salik’in Nişantaşı’nda Alaaddin’in dükkânının hemen önünde kızkardeşiyle birlikte vurularak öldürüldüğü…”[xiii]

“1979’un Şubat ayında Milliyet gazetesinin ünlü köşe yazarı Celâl Salik Nişantaşı’nda sokakta vurulup öldürülmüş.”[xiv]

“…yazıları yüzünden kurşunlanan köşe yazarı rahmetli Celâl Salik’in…”[xv]

Celâl Salik’in diğer romanlarda da anılma biçimi temel olarak makaleleri ve öldürülmesi dolayısıyladır. Bu kısımlarda yazar, belli bir algı üzerinden hareket etmektedir. Makaleleri üzerinden metne katılan anlam, daha çok anlatının genleşmesi biçiminde bir işlev üstlenir. Böylece yazının sınırları genişletilir. Özellikle modern edebiyatta yazının sınırlarını açmanın ne kadar önemli olduğunu düşünüldüğünde bu, önemini arttırır. Yazarın son kitabı Kırmızı Saçlı Kadın’da (2016) çizimin, bir önceki romanı Kafamda Bir Tuhaflık’ta (2014) geliştirmeye çalıştığı ifade biçimleri düşünüldüğünde Orhan Pamuk’un bu konulara eğilen bir isim olduğunu hemen göze çarpar. Her romanında yeni bir yöntem, sunuş biçiminin kullanılması, bunlardan yeni yapılar ortaya çıkarılmaya çalışılması önemlidir. Dolayısıyla Celâl Salik ve makaleleri bu fonksiyonuyla hatırlatılan, göndermelerde bulunulan ve yararlanılan bir işlev üstlenir. Ayrıca kitaplarının kapaklarına bile müdahaleleri düşünülürse; metin, metin dışından da genişletilmiştir, denilebilir.

“Milliyet gazetesinde Celâl Salik “Onda bir yıldızın kadife sesi var,” diye yazmıştır benim için.”[xvi] Kafamda Bir Tuhaflık’ta yapılan bu gönderme, aynı zamanda okura başka metinleri çağrıştırmaktadır. Kitabın içinde olmayan bir makalenin gündeme getirilmesi, düşüncede bir imgeyi oluşturmakta, var olmayan metinlerin varlığı şeklinde algılanmaktadır. Bu metne içten bir güç katmaktadır.

 Celâl Salik’in öldürülmesinin diğer romanlarda tekrarı farklı amaçlarla gündeme getirilmektedir. Bunlar her zaman yazının genişletilmesi amacını taşımayıp, çeşitli siyasi-sosyal göndermeleri de barındırmaktadır. Örneğin:

“Gazeteci Celâl Salik’in devleti bu kadar sert eleştirmesinin arkasında Amerika-Rusya savaşı ve Milliyet’in patronunun Yahudi olması vardı.”[xvii]

          “1979’un Şubat ayında Milliyet gazetesinin ünlü köşe yazarı Celâl Salik Nişantaşı’nda sokakta vurulup öldürülmüş, İran şahı ülkesini terk ederken Ayetullah Humeyni uçakla Tahran’a gelmişti.”[xviii]

Orhan Pamuk’un romanlarında göndermeler ve bağlantılar bir anlatı evreni oluşturmuş, eserlerini bütüncül bir hâle getirmiştir. Romanları üzerinde çok çalışan Pamuk, bu bitiştirmelerle de ayrı bir değer oluşturmuştur. Tüm bunlar, aslında yazarın, ne kadar incelikli davranabileceğini, “saf”lıktan çıkıp nasıl da “düşünceli” bir hâl alabileceğini gösteren ipuçlarıdır. Büyük bir coşkuyla okur için doğal bir şekilde ilerleyen bu metinler aslında yazarın tüm düşüncelerini, bağlarını kurduğu yapının birer parçasıdır.


[i]Orhan Pamuk, Sessiz Ev, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2013, sayfa: 81.

[ii]Orhan Pamuk, Beyaz Kale, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008, s. 7.

[iii]Orhan Pamuk, Kara Kitap, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Nisan 2014, sayfa: 50

[iv]Orhan Pamuk, Yeni Hayat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2013, sayfa: 34

[v]Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi, s.27

[vi]Orhan Pamuk, Kırmızı Saçlı Kadın, s.114

[vii]Orhan Pamuk, Yeni Hayat, s. 7

[viii] Orhan Pamuk, Kırmızı Saçlı Kadın, s. 9

[ix]Orhan Pamuk, Yeni Hayat, s. 247.

[x]Orhan Pamuk, Benim Adım Kırmızı, s. 9

[xi]Orhan Pamuk, Yeni Hayat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2013, sayfa: 19

[xii]Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi, İletişim Yayınları, İstanbul 2008, sayfa: 141

[xiii]Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi, İletişim Yayınları, İstanbul 2008, sayfa: 394

[xiv]Orhan Pamuk, Kafamda Bir Tuhaflık, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2015, sayfa: 328

[xv]Orhan Pamuk, Kafamda Bir Tuhaflık, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2015, sayfa: 508

[xvi]Orhan Pamuk, Kafamda Bir Tuhaflık, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2015, sayfa: 376

[xvii]Orhan Pamuk, Kafamda Bir Tuhaflık, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2015, sayfa: 317

[xviii]Orhan Pamuk, Kafamda Bir Tuhaflık, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2015, sayfa:328

3 Comments

  1. Çok güzel bir yazı. Bir ekleme: Şeküre, Orhan Pamuk’un annesinin adıdır.

  2. Bu yazıyı dönüp dönüp okuyorum, çok güzel tespitler, ve çok iyi bir derleme olmuş. Emeğinize sağlık.

2 Trackbacks / Pingbacks

  1. Bilim Kurulu rehavete karşı: Sıfırlanmadan bitmez – kapsül
  2. Huzzah – İncelikler

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*