Hafize Çınar Güner
Çocuk edebiyatı denince birçoğumuz için İskandinav ülkelerinin hele de İsveç’in yeri bir başkadır. İlk olarak aklımıza “Pippi Uzunçorap” gelir ve yayımlandığı 1945 yılından bu yana özgürlükçü yanıyla bizi hâlâ etkiler. Etkiler, çünkü çocuğu bir birey olarak gören, ona soru sorma sorgulama hakkı veren, yaşamdaki seçimlerini önemseyen bir toplum olmadığımız gibi git gide de otoriteye ittihat eden ve biat kültürü benimseyen bir hale bürünüyoruz. Bu kültürün yansımalarını hukuk, eğitim, sağlık gibi pek çok alanda görürken sanat da bundan nasibini büyük ölçüde alıyor. Konserler yasaklanıyor, festivaller iptal ediliyor, çocuk kitapları torbaların içine sokuluyor…. İşte böylesi bir ortamda bira içen ve sürekli küfür eden bir büyükbaba, ailesine yalan söyleyen bir çocuk, kendi duygusal açmazları yüzünden hasta babasını görmezden gelen bir adam yani hayatın içindeki gerçekler bizim önümüze bir çocuk kitabının içinde gelemiyor, biz de bunu İsveç edebiyatından okuyoruz. Okuyabiliyoruz. Çünkü ne çok satar diye düşünen değil “iyi edebiyatla” okuru buluşturmak isteyen az da olsa yayıncı var. Ayrıntı Yayınları bünyesinde kurulan Dinozor Çocuk da bu yayınevlerinden biri. Yayınevinin bu yaz yayımladığı “Kaçaklar” bir torun ile büyükbabanın yaşadıkları üzerinden bizi “mutlu olmak” üzerine düşündürüyor. Sevgiyi yüreğimizde hissederken üç kuşak arasında yaşanan ilişkilerle yaşamı daha içinde yaşadığımız zamanı sorguluyoruz… Sanat da bu işe yarar zaten!
Minik ve Büyük Gottfrid
Büyükbaba Gottfrid hastane odasında kendisini kapana kısılmış bir fare gibi hisseder. Bu yüzden de çok huysuzdur. Aslında tek istediği duygularının anlaşılması ve ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Ama oğluna göre babası inatçı, sinirli ve tam bir kaçıktır! Zaten onun diğer insanlara benzemeyen yanı, yani düzene uymayan asi kişiliği onu hep mutsuz etmiştir. Sayfa 8’de “Neden o da diğer insanlar gibi değil?” diyerek iç çeker. Torunu Gottfrid ise büyükbabasının diğer insanlara benzememesinden ve onunla aynı adı taşımaktan memnundur. Sayfa 23’te “Sanki bu bizi birbirimize ait kılıyordu.” diyerek bunu ifade eder. Büyükbabasının orada, bir hastane köşesinde bir başına böyle mutsuz kalmasına gönlü el vermez. İşte hikâye de tam burada başlar. Babası büyükbabasını görmeye gitmek istemeyince, onun halsizleşmiş zayıflamış halini görmeye katlamayınca futbol antrenmanı bahane ederek tek başına büyükbabasını ziyarete gider. Çünkü büyükbabasını çok sevmekte ve onunla eskiden yaptıkları şeyleri özlemektedir. Büyükbabası anlaşılamayan küçük bir çocuk gibi haylazlık ve huysuzluk yaparken o ise olgun bir ebeveyn gibi büyükbabasını dinlemeye ve onun için yaban mersini reçelinin ne anlama geldiğini anlamaya hazırdır. Gizlice yaptığı bu ziyaret sonrası ise bir adım daha öteye geçerek ayrıntılı bir planla büyükbabasını hastaneden bir geceliğine kaçırır.
Bir Kavanoz Mutluluk
Kitap, konusu itibariyle bana ilk baskısını 2015 yılında Almanya’da yapan 2019 yılında da Tudem Yayın Grubu tarafından Olcay Mağden’in çevirisiyle yayımlanan Anderas Steinhöfel’in “Gecem Gündüzüm Olsa” adlı kitabı hatırlattı. Bu kitapta da dede ve torunun hikayesini ele alır ve dahası bu kitapta da Max dedesini hastaneden olmasa da huzurevinden kaçırır. Hafızası zayıflayan büyükbabasını onun için çok özel bir yere Çiçek Vadisi’ne götürür. İki kitap arasındaki konu olarak bu benzerlik iki ülkenin kültürel ve coğrafi olarak yakınlığıyla açıklanabilir lakin ben bundan daha da önemli olarak bu durumu yaşadığımız çağda yaşlı nüfusunun artışının ve toplumun yaşlılara bakışının edebiyata bir yansıması olarak görüyorum. Ne ilginçtir ki bu yazıyı da 1 Ekim Dünya Yaşlılar Günü’nde yazıyorum. Dünya yaşlı nüfusunun giderek arttığı günümüzde gerek sağlık gerekse sosyal ihtiyaçlarının karşılanması, hak ettikleri değerin ve saygının gösterilmesini vurgulamak amacıyla Birleşmiş Milletler tarafından 1990 yılında 1 Ekim tarihi Dünya Yaşlılar Günü olarak ilan edilmiş. Buradan hareketle acaba bizim ülkemizde de bu konu çocuk edebiyatına nasıl yansımıştır diye düşünmeden edemedim. İlk olarak aklıma Çınar Yayınları tarafından 2019’da yayımlanan Işıl Şahin ve İnci Özdemir’in yazdığı ve Pelin Turgut’un resimlediği “Dedem Bir Japon Balığı” adlı kitap geldi. Sanırım seçtiğim kitabı anlatmayı bırakıp konuyu biraz dağıttım. Ulf Stark’ın anlattığı hikâyeye dönersem -ki hepsini yazıp sürprizi de bozmak istemiyorum- torun Gottfrid büyükbabasını onun isteği üzerine hastaneden kaçırıp ölümüne dek büyükannesiyle birlikte yaşadığı adadaki evine götürür. Elbette bunu yaparken anne ve babasına yalan söyler Sayfa 32’de “… özgürlükten yanayım. Sonuçta herkes mutluysa yalan söylemenin nesi yanlış ki?” diye düşünse de tüm olay bittikten sonra ailesine gerçeği itiraf eder ama babasının her zamanki gibi gerçekle yüzleşmeye tahammülü yoktur! Büyükbaba Gottfrid adadaki evinde geçmişiyle karşılaşır ve aslında bir hesaplaşmaya da girer. Hastaneye dönerken ölen karısının fotoğrafını ve kilerde kalmış bir kavanoz yaban mersini reçelini de yanına alır. Karısının yaptığı o reçelin hayatının sonuna kadar dayanmasını ister. Çünkü sayfa 60’ta da ifade ettiği gibi insanın hayatının bir bölümü yaptığı şeylerde saklı olduğunu düşünür. Büyükbaba bu yüzleşme sonrasında değişmek de ister ve küfür etmeyi bırakıp güzel sözler söyleyen bir adama dönüşmek için torunundan yardım talep eder. Ona yardım eden Küçük Gottfrid de bazı yeni kelimeler öğrenir. Örneğin; jenerasyon gibi…
Hikâyenin geçtiği mevsim olarak sonbaharın seçilmesi de çok manidar olmuş. Duygu dolu dokunaklı ama bir o kadar da mizah dolu bu hikâye Kitty Crowther’in sonbahar renkli çizimleriyle okura sunulmuş. 2018 yılında August Ödülü’ne aday gösterilen bu kitap hayatın içinden gerçek bir öykü. Mutlu olmanın öğretili kurallarla değil birbirimizi anlayarak ve kabul ederek olduğunu çok güzel anlatıyor. Ruhumuz ağrıdığında bunu anlatacağımız biri, birileri olmalı öyle değil mi? Ve insan ölmüş birini hâlâ sevebilir!
Kaçak-lar, Ulf Stark, Resimleyen: Kitty Crowther, Çeviren. Zeynep Tamer, Editör: Nihal Ünver, Dinozor Çocuk, 2023.