
Abdullah Ezik
abdullah.ezik@sanatkritik.com
Farklı disiplinleri bir araya getiren çalışmalar gerek okura vadettiği kesişimler, gerek ele aldığı konulara dair sunduğu geniş perspektifler, gerekse birbirlerinden alabildiğine farklı yazar/sanatçı/müzisyenlerin ortak bir başlık/metafor/değer/sembol bağlamında geliştirdikleri dünyalarla daima özel bir yerde durur. Geçtiğimiz Eylül ayında yayımlanan Sükûnet – Still de bu bağlamda ön plana çıkan, Büşra Kayıkçı, Cèdric Etienne ve Furkan Çalışkan’ı bir araya getiren disiplinlerarası bir çalışma/deneme.
Öncelikle her şeyin başlangıcına, gün yüzüne çıktığı noktaya gidildiğinde ortaya Sükûnet – Still’in nasıl bir iddia ve düşünce ile meydana geldiği çıkar. 2021 yılında besteci ve piyanist Büşra Kayıkçı’nın Belçikalı iç mimar Cèdric Etienne ile “sesin tasarım sürecinde girdi olarak kullanılması” üzerine gerçekleştirdiği “STILL” isimli atölye, her şeyin kökeninde yatan temel izlek olarak değerlendirilebilir. Kayıkçı’nın moderatörlüğünde gerçekleşen bu atölye, Kayıkçı’nın daha sonra Kuzguncuk’ta Furkan Çalışka ile bir araya gelmesiyle başka bir istikamette, beraberinde yeni bir fikri getirir: Cèdric Etienne’in Belçika Anvers’de doğanın içerisinde doğal malzemelerle mikro mimari örneği olarak tasarladığı Stüdyo Corkinho’nun ve bir içsellik mekânı olarak konumlanan STILL isimli odanın fotoğrafları, Büşra Kayıkçı’nın bu mekândan ve fikirden ilhamla bestelediği şarkılar; ve son olarak mekân, zaman, ses, sessizlik, yavaşlamak imgelerinden beslenen Furkan Çalışkan’ın metinleri Sükûnet – Still ile gün yüzüne çıkar, kendi içerisinde takip edilebilen bütünlüklü bir yapı inşa eder.
Sükûnet – Still’in her şeyden önce “sükûnet/sessizlik” üzerine kurulu bir kitaptır. Sükûnet, kendi içerisinde nice söz barındıran, bir şeyler söylemeden, hiç ses çıkarmadan da çokça şey söyleyen, sözü yokluk ile açan bir kavram/kelimedir. Öyle ki David Le Breton’un Sessizlik Üzerine’de söylediği şu sözler, benzer bir paralelde söz ile sözsüzlük, ses ile sükûnet arasında bu kavramın nerede durduğuna dair içerisinde birçok farklı anlam barındırır: “Sessizlik bazen öylesine anlam yüklüdür ki sözü yıkar. Yalnızca kifayetsizliği nedeniyle değil, aynı zamanda söz, bu çok değerli özü ağzında parçalayarak saçtığı ve ona temas edilmesine imkân vermeden etrafa yaydığı için. Sessizlik sözün ruha hürmetidir.” Benzer bir paralelde, Sükûnet – Still bağlamında Etienne, Kayıkçı ve Çalışkan’ın da sesi kullanmadan ses üzerine bir kitap ürettikleri söylenebilir. Her üç isim de işlerinin merkezine sükûneti ve kendi sanat pratiklerini koyar, ancak bu meseleye sesi çağrıştıracak farklı meseller üzerinden yaklaşır.

Cèdric Etienne’in Belçika Anvers’de yer alan stüdyosu Corkinho, doğal malzemelerle inşa edilmiş bir mikro mimari örneğidir. Kitapta yer alan ve stüdyoya ait fotoğraflar, bu mekânın içerisinde ne derece büyük bir dinginlik ve sözsüzlük hâli barındırdığını ortaya koyarken sanatçının bu yapıyı nasıl kurguladığına dair de izleyiciye/okura ipuçları verir. Tüm fazlalıklardan, eklemelerden, çoğulluktan arındırılmış olan bu mekân, fotoğrafların siyah-beyaz dünyasında izleyicilere (fotoğrafların farklı bir konsept etrafında okunabileceği de söylenebilir elbette) dingin bir atmosfer vadeder. Bu dinginlik, bir süre sonra Büşra Kayıkçı’nın bestesinin, Furkan Çalışkan’ın ise metninin çıkış noktasında yer alır, başlatıcı bir değer taşır.
Doğa ile iç içe geçen ve zamanla tabiatla bütünleşen bu stüdyo, STILL, aynı zamanda bir mikro mimari örneği olarak da dikkat çeker. Her şeyden âzâde ve ırak olan bu yer, birçok nesnenin/objenin insan hayatında fazlalık olduğuna ve atılmasının/gözden çıkarılmasının kişiye hiçbir şey kaybettirmeyeceğine işaret eder. Tam da bu noktada anlam kazanan STILL, bir “içsellik mekânı” olmakla birlikte ses ile ilgili bir araştırma sürecini de içerisinde barındırır: sesin tasarım sürecinde girdi olarak kullanılması. Çağdaş sanat üretimlerinin önemli bir parçası olan ses, bir “girdi unsuru” olarak sanatçılar tarafından sıkça alınıp değerlendirilir; zira sesin özellikle atmosfer yaratmada ve izleyiciye belirli bir duygu durumunu geçirmede oldukça etkili bir unsur olarak zihinde kalıcı bir değeri/karşılığı vardır. Bu da Etienne’in işi kapsamında sorguladığı gibi “bir girdi olarak ses”in sanatsal üretimlerin tasarımındaki yerine dikkat çeker ve onu daha anlamlı kılar.
Büşra Kayıkçı’nın tüm bu duygulanım, dinginlik ve tartışmalardan hareketle atölye çalışmasının nihayete erdiği noktada yazdığı/ürettiği şarkılar, kitabı izlenilen bir edimden dinlenilen bir edime doğru evirir. Sükûnet bu kez kendisine görsel değil, işitsel bir karşılık bulur ki sesin ve sessizliğin tartışmaya açıldığı bir noktada bu edimin bir şarkı ile yapılması süreci daha da özel kılar. Kayıkçı, atölye sırasında doğaçlama bir şekilde çalınıp kaydedilen bu şarkılarda hızla değişen ruh hâllerine ışık tutar; ortaya sükûnete dair seslerle örülü bir dünya koyar. Bu noktada Kayıkçı üzerindeki esas etkinin Etienne’in atölyesinin olduğu düşünüldüğünde STILL’ın fotoğraflarına bakarken bu şarkıların eş zamanlı olarak dinlenmesi okura da yeni bir deneyim vadeder. Bir tarafta bir iç mimarın ses üzerine açtığı tartışma ve gedik, öte tarafta bir piyanist/bestecinin tamamen ânın ruhuna uygun olarak doğaçlama bir şekilde çaldığı parçalar, insan için belirli ânların ne derece kıymetli, özel ve biricik olabileceğini ortaya koyar. Bir sanatçının açtığı gedik, bu şekilde bir başka sanatçı tarafından genişletilir, bayrak bir sonraki hamlede şair ve yazar Furkan Çalışkan’a devredilir.


Hümeyra Çalışkan’ın Sükûnet – Still’in hikâyesini dile getirdiği metninin ardından sözü Furkan Çalışkan devralır. “Pencere kimdir?” (Who is the Window?) ile başlayan serüven, “Evi Terk Eden Oda” (Room Abandoning The House) ile devam eder ve “Yargıç ve Müzayedeci” (The Judge and the Auctioneer) ile son bulur. Çalışkan, kitapta yer alan bu üç bölümlük deneme dizisinde (veya hepsini bir bütün olarak kabul edecek olursak denemesinde) sükûnet kavramının izini sürer. Uzakların Saldırısı ve Başka Yakınlıklar’da denemelerini bir araya getiren ve bir şair olmanın yanı sıra denemeci kimliği ile de dikkat çeken Çalışkan, bu tür üzerine çalışan, “kafa yoran”, eser üreten çağdaş isimler arasında şüphesiz özel bir yerde durur. Rilke’den Bach’a, Ezra Pound’dan Kitano’ya, Toni Morrison’dan Albert Camus’ye kadar birçok farklı isim üzerinden hareket ettiği denemelerinde disiplinlerarası çalışmalara ve bu tür isimlere dikkat çeken, bu tür çalışmalara yakınlık duyan yazar/şair, Sükûnet – Still ile bu süreci somutlaştırır, bu kez doğrudan disiplinlerarası bir çalışmanın parçası olur.
Bölge 1’de “Pencere kimdir?” ile yola çıkan Furkan Çalışkan, “pencere” imgesinden yola çıkarak ortaya yarasalar, uçan canlılar, kanat çırpınışları, belli belirsiz ışık, karanlık, varlık ve yokluğa dair bir tablo çıkarır. Kendi içerisinde büyük bir arayış barındıran bu metin, sükûnet ânının nasıl bir ânda yıkılabileceğini, bir çınlamanın, tak-takın, bir yansımanın veya her şeyin ötesinde, gelip zihne takılan bir düşüncenin nasıl bir ânda her şeyi etkisi altına alabileceğine işaret eder.
“Peki pencere kimdir?” sorusuna “Uçtakidir,” cevabını veren yazar, hemen ardından Bölge 2’de “Evi Terk Eden Oda”yı inşa eder ve bu mekâna kendisinden, kendi dünyasından birçok şey dâhil eder. Belirsiz bir odada sürekli salınım hâlindeki söz/anlatıcı/karakter/yazar, “mutlak bir sessizliğe doğru yol alırken” yanına almak zorunda olduğu bir kelimeden hareket eder, metnini bu düşünce üzerinden sürekli genişletir. Yazan ve yazdığının bilincindeki kişi, Cèdric Etienne’in fotoğraflarıyla odayı adımlarken düşüncesinin sınırları da alabildiğine genişler, düşünce haritası beraberinde yeni ufuklar getirir. Kendi zihninin sınırları içerisinde düşüncenin derinliklerine dalan anlatıcının çıkış noktası, zamanla bir parçası olduğu odanın evi terk etmiş olduğunu kavraması olur. Oda evi terk edip parça bütünden uzaklaştığında her şey son bulur, çünkü geriye konuşacak bir şey kalmaz, sükûnet her yeri kuşatır.

Bölge 3’te okurun karşısına “Yargıç ile Müzayedeci” çıkar. İlhan Berk’in “Eskitiyorum eskitiyorum / kalıyor ne kadar güzel / olduğun” mısralarıyla giriş yapılan bu bölüm, iki büyük sessizliğe işaret eden bir yargıç ile müzayedecinin hikâyesini merkeze alır. Her ikisi de ellerinde tuttuğu tokmak ile büyük kararları duyuran, büyük kararlar alma gücünü (kimi yerde mecburiyetini) elinde tutan bu iki kişi, içlerinde kendilerinden başka kimsenin anla(ya)mayacağı büyük sessizlikler barındırır. Tokmağın zemine vuruş hızıyla sözün dile geliş hızı arasındaki o büyük sükût ânının mimarı olan bu karakterler, her şeyin bittiği noktada hâlâ söylenebilecek bir sözün daha var olduğuna işaret eder: hükmedicinin sözü, idare ve iradenin.
Büşra Kayıkçı, Cèdric Etienne ve Furkan Çalışkan’ı uzun süren bir “sükûnet” ânında, belli belirsiz bir oda, yarı aydınlık yarı karanlık fotoğraflar, hızla yükselip alçalan bir beste ve her şeyi kuşatan bir metin etrafında bir araya getiren Sükûnet – Still, farklı disiplinlerde çalışan/eser üreten bu üç ismin ortak bir kavram/mesele/düşünce etrafında ortaya çıkardığı özel bir iş olarak okura/izleyiciye zengin bir dünya vadediyor.
Tak. Tak. Tak. Amin.
Bang. Bang. Bang. Amen.