
Ali Bulunmaz
Küçük Prens’in hemen herkesin hayatında bir yeri var. Onun yaratıcısı gezgin, maceraperest pilot ve gökyüzü âşığı Antoine de Saint-Exupéry olduğu kadar, Conseulo Suncín de Sandoval biraz da. Bir başka deyişle Antoine’ın sevgili eşi, Küçük Prens’in cam fanustaki gülü, kendisine hayranlık duyulan bir ressam, tutkulu, kibirli ve kırılgan, şefkatli ve öfkeli Consuelo de Saint-Exupéry…
1930’da Buenos Aires’te tanışan ikilinin ilişkisi evliliğe evriliyor ve Antoine’ın uçağının 1944’te Marsilya açıklarında denize düşmesine dek sürüyor. Küçük Prens’te geçen “bir çiçek vardı, sanıyorum o beni evcilleştirdi” ifadesi, hem Antoine’ın Consuelo’ya bakışını ve sevgisini hem de ikili arasındaki aşkın derinliğini yansıtıyor.
Dünyanın dört bir yanında geçici ikametlerde süren aşklarıyla Consuelo ve Antoine, zamanın ruhuna aykırı biçimde yaşıyor. İkili arasındaki tutku ve aşk, gezginliği ve ordudaki görevleri nedeniyle Antoine’ın evden uzak kalmasına rağmen bitip tükenmiyor. Bunu dışa vurdukları satırlar, Alban Cerisiér’nin yayına hazırladığı ve ikilinin 1931-1944 arasındaki yazışmalarından örnekler içeren Mektuplar’da karşımıza çıkıyor.
Özlemler ve kavuşmalar
Mektuplar’ın çevirmeni Gizem Olcay, kitabın Fransızca baskısı için bir önsöz kaleme alan Martine Martinez Fructuouso’nun, Consuelo-Antoine ilişkisine dair notunu hatırlatıyor: “Kendilerine benzeyen, modern, sınır tanımayan, her birinin kendi kimliğini koruduğu ve kişisel alanına sahip çıktığı bir ilişki.”
Mektuplara baktığımızda gördüğümüz ilk şey, Consuelo ve Antoine arasındaki ilişkinin zorunlu ayrılıklar ve kavuşmalarla şekillendiği. Sürgünler, görevler, uçuşlar ve geziler nedeniyle Antoine’ın ayrı kaldığı Consuelo’nun, bu durumdan dert yandığı fakat aşkına tutkuyla sarıldığı satırlar çıkıyor karşımıza. Öte yandan, özgür ruhlu gezgin Antoine’ın da ilk zamanlar evliliğe kuşkuyla baktığını görüyoruz. Ancak bu gelgitler, ikilinin ilişkisini diri tutarken belli dönemlerde onların arasına güvensizlikleri ve hayal kırıklıklarını sokuyor. Bunlara umutsuzluklar ve kırgınlıklar da eşlik ediyor.
Mektuplarda, ikilinin çalkantılı ilişkisi, aşkı ve tartışmaları dışında, 1930 ve 1940’lardaki duruma, savaş öncesinde ve sırasında yaşananlara, şiddetin git gide arttığı bir döneme dair tanıklıklara da rastlıyoruz. Dolayısıyla ilişkileri haricinde, olup bitenin Consuelo ve Antoine’da yarattığı endişe de bulunuyor satırlarda.
Antoine’ın “yaman dostum” dediği hayat arkadaşı Consuelo’ya bağlılığı, zaman zaman çeşitli sınavlardan geçse de ömrünün sonuna dek sürüyor. Consuelo ise “Tonnio” dediği Antoine’ı her zaman özleyen, umutla bekleyen ve ona kavuştuğunda sevinen bir kişi olarak karşımıza çıkıyor. Buenos Aires, Montevideo, Marsilya, Cezayir ve New York arasında bitmiş ve yeniden başlayacak savaşın gölgesinde gidip geliyor mektuplar.
Antoine’ın Consuelo’yla birlikte “yıldızları ehlileştirme” hayaline de rastlıyoruz; Küçük Prens’in ilk adımları da böylece atılıyor. Diğer taraftan, yalnız kalmayı seven Antoine ve onun yaşamına uyum sağlamaya çalışan Consuelo, bir ritim tutturmaya uğraşıyor. Eşine 1931’de yazdığı mektupta şöyle diyor: “Yaşam boyu birlikte olabileceğimiz arkadaşı bulmak pek zor. Bense sizin için elimden geleni yapmak istiyorum. Sizce bunu becerebilecek miyim? Sizi bu konuda şaşırtmak istiyorum, yapamazsam pek üzüleceğim. Aşkım, ben sizin çocuğunuzum. Beni bırakmayın, nereye giderseniz beni de yanınızda götürün. Belki de o kadar aptal değilimdir!”
Beklentilerin kıskacında, bazen de ortaya çıkan hayal kırıklıkları ve kızgınlıkların girdabında olmasına rağmen Antoine 1937’de şunları yazıyor: “Consuelo, senin kocan olmayı sevdim. Ormanda yetişen iki ağaç gibi birbirine bağlı olmanın, aynı sert rüzgârlarla savrulmanın, güneşi, ayı ve akşam kuşlarını birlikte karşılamanın pek rahatlatıcı olduğunu düşündüm. Bütün bir ömür. Consuelo, sen böyle bir saatliğine uzaklaştığında dahi öleceğimi düşünüyorum.”

Tartışmalar, yanlış anlamalar ve zorunlu ayrılık
1930-1939 arası mektuplarda, daha çok ilişkileri ve özlemleri üzerine kalem oynatan ikilinin satırlarına, 1939’dan itibaren savaşın gölgesi düşüyor. Consuelo ve Antoine, Avrupa’dan dünyaya yayılan çatışmaların tedirginliğini hayli yakından hissediyor.
Consuelo, resim ve heykelle uğraşıp endişelerini bir parça azaltmaya çalışırken Antoine’nın yokluğunun yarattığı sıkıntıdan uzaklaşmak istiyor. Bu ruh hâli, “Neden beni habersiz bırakıyorsun, neden beni hep ardında bırakıyorsun?” sorularıyla açığa çıkıyor. Söz konusu tedirginliği, çiftin André Breton, Peggy Guggenheim, Max Ernst, Gaston Gallimard ve diğer dostları hafifletse de ikili arasında tartışma ve yanlış anlamaların arttığı bir dönem başlıyor. Üstelik bu zaman dilimi, İnsanların Dünyası’nda da anlattığı gibi Antoine’ın ölüm korkusuyla yüzleştiği ve yaşamın uçuculuğunu daha iyi kavradığı anların toplamından oluşuyor. Antoine, mektuplarında bunlara dair bir hezeyan ve Consuelo’nun kendisini anlaması için çağrıların bulunduğu satırlar kaleme alıyor. Bu sırada Consuelo da görevi nedeniyle gittiği ülkelerden eşinin dönüşünü, biraz öfkeyle biraz hüzünle biraz da umutla beklerken İkinci Dünya Savaşı tüm şiddetiyle ve acımasızlığıyla devam ediyor.
Nisan ve Mayıs 1943’te şöyle diyor Antoine: “Kuzey Afrika çöplüğünde kendimi hayattan kopuk hissediyorum. Savaş çıkaranlar nasıl yapıyor? Ölümün huzurunda itibarlarını geri kazanabilirler belki. (…) Ruhum uyuştu. (…) Ben insanlardan nefret eden insanlardan vazgeçiyorum. (…) İnsanlara artık inanamıyorum.”
Etrafa bombalar yağar ve Antoine hayatta kalmaya uğraşırken bir itirafta bulunuyor: “En büyük pişmanlığım ne biliyor musun Consuelo? Küçük Prens’i sana ithaf etmemek.” Eserin oluşum sürecinin tanığı, hatta kitabın bir ölçüde ilham kaynağı Consuelo’nun hakkını teslim eden Antoine’nın eşinden aldığı yanıt ise hayli romantik: “Küçük Prens’i bana ithaf etmemekten duyduğunuz pişmanlığı şefkatle anlattığınız ilk uzun mektubunuz, yalnızlığıma büyük bir teselli oldu. Bana doğruyu söylediğinize inanıyorum; o kadar duygulandım ki gözyaşlarımı tutamıyorum. Yüreğinden sürgün edilmekten çok korkuyorum… (…) Seni ve hayallerimizdeki dünyayı seviyorum, Küçük Prens’in dünyasını seviyorum, orada yürüyorum…”
Consuelo, 1942’den itibaren ve özellikle 1943’te Antoine’dan az mektup almanın sıkıntısını yaşıyor. Yazdığı pek çok sayfayı bir bütün hâlinde eşine gönderirken hem zamanın şartları hem de uçuşları nedeniyle aynı sıklıkta yanıt veremeyen Antoine, kaleme kâğıda sarıldığı anların birinde ise bir tahminde veya öngörüde bulunuyor: “Benim mesleğimi seçenlerin savaşın sonunu görmesi pek az ihtimaldir.” Buna karşı Consuelo, cevabı bulunmayan sorularla geliyor: “Bu savaşın sonu gelecek mi? Öyleyse ne zaman sevgilim?”
31 Temmuz 1944’te iki sevgili sonsuza dek ayrılıyor; Antoine, 26 Temmuz 1944 günü Cezayir’de son satırlarını kaleme alıyor.
Yazışmalar, telgraflar, çizimler, fotoğraflar ve belgelerden oluşan Mektuplar; Küçük Prens’in, İnsanların Dünyası’nın ve Savaş Pilotu’nun şekillendiği, Consuelo’nun ve Antoine’ın bir araya gelme beklentisinin, aralarına giren mesafelerin yarattığı burukluğun, İkinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı tedirginliğin yanı sıra çalkantılı, tutkulu ve zaman zaman tansiyonun yükseldiği bir ilişkinin anlatımı. Anlaşmazlıklarına, birbirini yanlış anlamalarına, uzun süre ayrı düşmelerine rağmen maceraperest ve gezgin Antoine ile coşkulu, lafını esirgemeyen ve başarılı ressam Consuelo’nun aşkını ortaya koyan Mektuplar, aynı zamanda ikilinin yaşadığı ve hayalini kurduğu hayatın kâğıda dökülüp belgelenmiş hâli.
Mektuplar, Consuelo de Saint-Exupéry ve Antoine de Saint-Exupéry, Çeviren: Gizem Olcay, Timaş Yayınları, 268 s.