
Dilek Büyük
Bazı kitaplar okurda hiç çaba harcanmadan yazılmış gibi bir his oluşturur. Öylesine sade ve akıcıdır ki, sessiz bir derenin akışındaki sakinliği hissettirir. Kaşal da böyle bir duygu yaratıyor insanda. Üstelik konusu, deneyimlenmesi halinde insanı hayli zorlayacak bir konuyken.
Kitabı açınca Kaşal’ı görüyoruz. Annesi kaşık, babası çatal. Ama kendisi ne kaşık ne çatal. Biraz kaşık gibi, biraz da çatal gibi. Anne ve baba farklı görünen çocuklarını olduğu haliyle kabullenmişler, onu bu haliyle özgün ve mükemmel buluyorlar. Yaşadıkları mutfakta pek çok mutfak gereci var ama çoğunluk çatal, bıçak, kaşık. Toplumun genelini temsil ediyorlar. Kaşal çatallar gibi bir çatal, kaşıklar gibi bir kaşık olmadığı için farklı olduğunun farkında. Yazar burada “genel”e uygun davranmayanlara da yer veriyor: “Yemek çubuklarına âşık olan bıçaklar, çatalla evlenen maşalar”. Ancak bu grupta yer alanları kural tanımayanlar ve sıra dışı aileler olarak tanımlıyor. Bu kısım toplumsal cinsiyete ve yerleşik rollere dair biraz düşündürücü. Farklılıkları genelin içine dahil etmek yerine adeta onların varlığını kenarda tutmuş.
Aidiyet duygusu ve işe yarar olduğunu bilmek insanın varoluşunu gerçekleştirmesinde önemli yeri olan iki unsur. Kaşal’ı buna çözüm ararken buluyoruz. Kabul görmek için hem çatala hem kaşığa benzemek yerine sadece birine benzemeyi başarırsa onlardan biri olabileceğini düşünüp, başına yuvarlak bir şapka geçirip kaşık gibi görünmeyi deniyor. O tutmayınca bu kez başına kâğıttan bir taç takarak çatal gibi görünmeyi deniyor. Ancak çatallar da, kaşıklar da kendilerinden olmadığını biliyorlar ve içlerine almıyorlar.
Kaşal’ın kendini kıyısında bulunduğu topluma kabul ettirme çabası bir yandan hayli takdire değer. Hem onları hem kendini anlamaya çalışıyor. Anlayamadığı, neden farklı ve yalnız olduğu. Ancak Maclear kahramanını hüzün denizinde boğmadan devam etmeyi başarmış hikâyeye. Çünkü Kaşal’a sofra kurulduğunda kendisi gibi masada yer almayan başka yalnızlar da olup olmadığını sorgulatıyor. Ve çizer Isabelle Arsenault bunun cevabını okura Kaşal’ın çevresine çizdiği, süzgeç, merdane, limon sıkacağı gibi tek olan figürlerle veriyor. Fakat onların durumu da tamamen farklı, tıpkı görüntüleri gibi. Okura buradaki çizim aynı zamanda şunu da anlatıyor: Onlar da tek ama her birinin görevi özel ve sofrada olmaları gerekmiyor. Bu bilgi Kaşal’ın onlar gibi bir işlevi olmadığını, bu yüzden bu gruba da dahil olmadığını anlamasından başka işe yaramıyor.
Ama birden bir tür doğal afet gibi mutfağı alt üst edip, tüm uyarılara rağmen durdurulamayan ne çatalla ne kaşıkla arası olmayan birinin ortama dahil olmasıyla ortamın havasını değiştiriyor yazar, karşımızda bir kaos ortamı buluyoruz. Afetin müsebbibi ısırdıklarını yarım bırakan, döken, sıçratan küçük bir çocuktur ve Kaşal tam onun eline, tam onun kullanımına göredir. Kaşal’ı eline alır ve böylece ikisi de mutlu olur. Ufaklık kendine göre olanı bulmuştur. Kaşal da öyle…
Metin başta da söylediğim gibi okuru zorlamadan ve ajite etmeden akıyor. Yazar önce kahramanın farklılığını gösteriyor. Çizim de bunu aşamalı şekilde destekliyor. Ardından bu farklılığın toplumsal bakış açısı ve ait olduğu yeri bulamayışı nedeniyle yanına eklenen yalnızlık hissine tanık oluyoruz. Bir yandan da kendini gerçekleştirme çabası var. Tüm bunları yaşarken üzülen ama kendini yerden yere atmayan, bunun yerine çözüm arayışında olan bir karakter çiziyor Maclear.
Çizimler yazarın diline eşlik etmekte çok başarılı. Çok az renk kullanılmış. Ağırlıklı olarak epey sessiz bir renk olan grinin tonları hâkim. Küçük birkaç detayda soft renkler kullanılmış. Fakat çocuğun mutfakta yarattığı kaos kırmızı ile kahverengi arasında tonların kullanımıyla Kaşal’ın sakin dünyasının enerjisi birden yükseltmiş.
Kaşal, kaşık ve çatalın birleşiminden oluşan yeni bir sözcük, yeni bir isim. Çocuk edebiyatında yeni sözcükler üretmek zor ama uygun yapı bulunduğunda da okuru neşelendiren bir şey. Bunun çeviride yapılması ise hayli zor. Kelime oyunları yapılan metinleri çevirmek için yazarla aynı düşünebilmek, yaratıcı olmak ve elbette dile hâkim olmak gerek. Gözdenur Çağlayan’ın bu anlamdaki katkısı metnin Türkiye’deki okurlar tarafından sevilmesinde elbette ciddi pay sahibi.
Kitap yayınlandığı yıl IBBY Genç Engelliler İçin Öne Çıkan Kitaplar Seçkisine girmiş. Sadece engelliliğe dair değil, genel olarak farklı olmayı, bunun yanında aidiyet ile işe yarar olduğunu hissetmenin kişiyi ne kadar etkilediğini de anlatıyor. Ve bu yanıyla bana Nazım Hikmet’in mısralarını hatırlatıyor:
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Farklarla güzel olduğumuzu unutmamak dileğiyle…
Yazan: Kyo Maclear
Resimleyen: Isabelle Arsenault
Hep Kitap