Dilek Büyük
Öyle zamanlar vardır ki, koskoca dünyada bir başına kalmış gibi hissederiz. Ya da dışarısı sıcacıkken içimiz buz gibiymiş hissederiz. Yetişkinler bu duyguyu iyi bilir ama aslında sadece yetişkinlere ait bir hâl değildir bu, zaman zaman çocuklar da kapılır bu hüzün ya da yalnızlık hissine. Yetişkin edebiyatında bu konu çokça işlenirken çocuk edebiyatında mesafeli durulan temalardandır. Bianca Pozzi, işte bu nispeten az çalışılan konuda yazmayı ve çizmeyi seçmiş.
İçimdeki Mevsimler küçük bir kız çocuğunu odağına almış. Küçük kız bir sabah uyandığında gökyüzünün gri ve yağmurlu olduğunu görüyor ama sanki sadece onun üzerine yağdığını hissediyor yağmurun. Burada Pozzi, çocuk edebiyatının en güçlü silahlarından biri olan metin-görsel zıtlığından yararlanmış. Küçük kız uyandığında gökyüzünün gri ve yağmurlu olduğunu söylerken, çizim bize aslında dışarıdaki havanın günlük güneşlik olduğunu gösteriyor. Pozzi böylece her şeyi yazının sorumluluğuna bırakmıyor, oldukça dengeli şekilde bu sorumluluğu yazı ile çizim arasına paylaştırıyor.
Küçük kız içindeki kasveti annesi ile paylaştığında annesi onu anlıyor ve bunun geçici olduğunu anlatıyor. Didaktik olma tuzağına düşmeden duygu geçişleri veya anlamlandıramadığımız halleri paylaşmayı fısıldıyor okuruna Pozzi. Fakat hemen ardından annelerin yanılabileceğini de göstermekten çekinmiyor çünkü bir sonraki sayfada küçük kız bu durumun değişmediğini söylüyor. Buradan annelerin yanılabileceği dışında, durumun kahramanımızın beklediği kadar hızlı değişmediğini de çıkarmak mümkün.
Okulda olduğunda da bedeninin orada ama aklının ya da ruhunu başka bir alemde olduğunu bu kez hem sözel hem görsel olarak görüyoruz. Hatta görselden yağmuru da geçip, artık denizin dibinde gibi hissettiğini, duygunun derinleştiğini anlıyoruz. Oldukça sade çizimler olmasına rağmen metindeki gibi görseller de metaforik düşünülmüş. Denizi anlatan balıkların bir kısmının gövdesi çizgili defter sayfasıyken bir kısmınınki de kareli. Yani görsel bize “hangi derse girse hep aynıydı duygusu” diyor adeta…
Küçük kız okuldan eve dönerken kendisi gibi hüzün dolu bir arkadaş buluyor beklenmedik şekilde. Tıpkı kendisi gibi yağmurun sadece onu ıslattığı bir arkadaş. Bir köpek bu. Ve onunla olmak hep kendisini ıslatan yağmurun şiddetini azaltmasını sağlıyor. Aralarında kurulan iletişimle ikisinin de ağır duygusu hafiflemeye başlıyor. Pozzi burada benzer duygu içinde bir başka çocuğu karakter olarak hikâyeye ekleyebilirdi ama tercihini bir hayvandan yana kullanmış. Böylece sadece kendi türümüzle değil, başka canlılarla da duygumuzu paylaşabileceğimizi, birbirimize iyi gelebileceğimizi anlatmış.
İki arkadaş arasındaki bağ güçlendikçe hüzün ya da kasveti sembolize eden yağmurun yerini önce rüzgâra, sonra gökkuşağına ve sonunda yaz güneşine bıraktığını görüyoruz. Buraya kadar bazen içimize çörekleniveren olumsuz duygulardan kurtulmanın zaman aldığını, bunu paylaşabilecek biri ya da birileri olunca daha hızlı değişebileceğimizi görüyoruz. Fakat tam bu noktaya gelmişken beklenmedik şekilde köpek rahatsızlanarak bir geceyi veterinerde geçirmek zorunda kalınca küçük kızın yüreğinde daha sert bir duygu hâsıl oluyor, adeta kar yağmış gibi hissediyor. Ve bu sahneye şiir gibi gir görsel eşlik ediyor. Zemin karanlık ve kar yağışlı bir kış akşamı iken, küçük kız da okura arkası dönük olarak oturmakta, o durumun bitmesini beklemektedir. Gövdesinde ise hissettiği duygunun görsel halini gösteriyor çizer kimliği ile Pozzi; karla kaplı bir zeminde yaprak dökmüş ağaçlar ve yağmaya devam eden kar…
Neyse ki bu durum uzun sürmüyor ve bir sonraki sayfada neredeyse aynı resmin bahar halini görüyoruz. Pembe fonda açmış çiçekler ile bir önceki sayfadaki oturma pozisyonu aynı olan küçük kız. Bu kez yanına köpek de eklenmiş. Yine okura bu iki karakteri arkadan gösteriyor Pozzi. Ve kızla köpeğin gövdesinde de çiçekler görüyoruz kar yerine.
Kitabın başında odasında güne başlarken gördüğümüz küçük kızı kitabın sonunda uyurken görüyoruz. Dışarıda bu kez gerçekten yağmur yağarken kızın dünyasında huzur hâkim. Yine de yazar kahramanı aracılığıyla küçük bir hatırlatma yapıyor finalde. Bazen yine böyle hissettiğini ama artık bu olumsuz duyguya fazla kapılmadan onunla yaşamayı öğrendiğini anlatıyor.
Duygu geçişlerini ve bazen bir olumsuz duyguda takılı kalmayı anlatırken renkleri de elbette buna uygun kullanmış Bianca Pozzi. Kitabın tümünde pastel tonlar kullanmış. Belki pastel tonları sona doğru duygular canlandıkça biraz daha canlandırmak daha iyi olabilirdi ama Pozzi bunu tercih etmemiş. Kederli zamanları gri, duygusal dalgalanmaları içine pembe katılmış gri, mavimsi gri ile anlatıp, finali pembe ağırlıklı yapmış. Kitabın başında iç kapakta gördüğümüz şimşekler çakan, koyu gri ve yağışlı görselin yerini ise kitabın bitiminde pembe zemindeki güneş ve gökkuşağı desenleri alıyor.
Duygu geçişlerini ve bir duyguda takılı kalıp, oradan çıkamama halini anlatmak tek bir duyguyu anlatmaktan elbette çok daha zor. Pozzi, kitabında bunu sükûnetle anlatıp, finalde coşkuyu tırmandırmaya gerek duymadan bu hâli tüm doğallıyla okura aktarmayı başarmış.
Ruhu epeyce şiirsel olan İçimdeki Mevsimler bana biraz da Turgut Uyar’ın Biraz Daha şiirinin bir bölümünü hatırlattı:
…
Ne kadar hüzün geçmişse dünyadan
Ne kadar acı geçmişsse yaşayacağız
Hepsini yeniden, bir bir dünyada
Dünyadan ve dünyayla sana sığınırım
Acılardan ve hüzünlerden değil
Kaçmalardan ve korkulardan değil
Çünkü bir güçtür sıcaklığın kollarıma
…
Her duyguyu gerektiğince ve gerektiği hâlde yaşayabilmek dileğiyle….
Yazan ve Resimleyen: Bianca Pozzi
Çeviren: Sima Özkan
ABM Yayınları