.

İst-topia: Romanlarda İstanbul- Suat Derviş’in Şoför Mustafa Romanında “Bataklık” gibi İstanbul’dan Şefkatli İstanbul’a

Esin Hamamcı (esin.hamamci@sanatkritik.com )

Fikriye Yücesoy (fikriyeyucesoy@gmail.com)

İst-topia’da bu ay Suat Derviş’in Şoför Mustafa[1]romanını ele alıyor ve 1960’larda İstanbul’u bir şoförün gözünden okuyoruz, başına gelen maceralarla dönemin havasını soluyoruz. Başkahramanımız Mustafa, külüstür Chevrolet’si ile şehri boydan boya dolaşan elli iki yaşında bir taksi şoförü. Diğer başkahramanlarımız ise iki seks işçisi olacak; Mustafa’nın kardeşi Melek ve Mustafa’nın görür görmez âşık olduğu Zerrin.

Fotoğraf Sanat Kritik Eylül 2022 Suat Derviş Sergisinde çekilmiştir.

Melek, kendisinden yirmi altı yaş büyük abisi Mustafa’nın elinde büyümüştür ama abisiyle hiçbir zaman yakın ilişkisi olmamıştır. Romanın başlarından itibaren Mustafa’nın Melek’in “kötü yola düşmesi”nden duyduğu hicap, öfke sıklıkla konu edilir. Öncesinde ne olduğunu, Melek’in neden seks işçisi olduğunu geriye dönük hatırlamalarla öğreniriz; böylece Mustafa ve Melek’in kuramadıkları kardeşlik ilişkisi hakkında da bilgi sahibi oluruz. Romanın sonunda, yüzleşip birbirlerini kabul etmeyi başardıklarında, yani kardeşlik hukukunu kurabildiklerinde Mustafa’nın İstanbul’a da arabasına da (roman boyunca arabasından memnuniyetsizdir) olan duyguları değişecektir. Melek’in ve Mustafa’nın romanın sonunda gelen bu değişimden önceki konumlarından biraz daha bahsettikten sonra şefkatli bir İstanbul siluetine nasıl kavuştuklarını anlatacağız.

1960’lar İstanbul, Taksim Meydanı[2]

Mustafa, hayatından çok memnun değildir; sürekli arıza çıkaran eski arabasını değiştirmek ve daha fazla para kazanmak ister. Mutlu bir evliliği yoktur; çocuklarıyla da arası iyi değildir. Romanda bu konular üzerine iç hesaplaşmalar yaşasa da ailesiyle ilişkilerini düzeltecek bir şey yapmaz. Mustafa Elmadağ’dan Yenişehir’e doğru inen bir yokuş üstünde yapılmış bir apartmanın zemin katında oturur. İki oda bir mutfak, bir de holden ibarettir evi. Çöp tenekesi evinin yakınında olduğundan evin içine sürekli pis kokular, sinekler dolar. Bu nedenle, Mustafa taksi şoförlüğü yaparken İstanbul’un zengin semtlerindeki zengin evlerinden gözünü alamaz.

1960’lar Elmadağ[3]

Romanda Elmadağ’ın yanı sıra yer alan konut yerleri, Melek’in evlendikten sonra yağcı Hacı Kâmil ile yaşadığı Küçükali Mahallesi (Fatih), Zerrin’in çocukluğunun geçtiği evlerin yer aldığı Galata ve Tophane’dir. Tarlabaşı, Asmalı, Cihangir fuhuşun yaygın olduğu muhitler olarak karşımıza çıkarken Beyoğlu’nun bazı yerleri, Sirkeci ve Bebek eğlence yerlerinin mekânı olarak belirir. Romanın ana akslarında bir yer işgal etmese de Levent’teki ilk yardım hastanesinin ve Balmumcu’daki askeri hapishanenin varlığından haberdar olmak da ilginçtir.

1960’lar Bebek Meydanı[4]

Mustafa, İstanbul semtlerinde dolaşırken insanların giyiminden, konuşmasından hangi semte gideceklerini tahmin etmeye çalışır ve bunu bir oyun haline getirir:

“Bu yaşlı hanıma gelince, onun sabahın bu erken saatinde neden Levent’ten kalkıp Bebek’e gitmek istediğini kimseler izah edemezdi. Kadını Bebek’e bırakıp da onun doğrudan doğruya bir eczaneye girdiğini görünce hayret etti.

Levent’ten Bebek’e ilaç alınmaya gelinmez. Kim bilir, belki de Bebek’te bir hastası vardır, diye düşündü.

Bu defa da Bebek’ten arabasına giren çok pahalı giyinmiş bir züppe de, “Fener,” dedi,.

Bu tipte insanın Fener’de bir işi olabileceğini de kimse tahmin edemezdi.”[5]

1960’lar Bebek ve Boğaziçi[6]
1960’lar Bebek ve Boğaziçi[7]

Kitabın ilk sayfalarındaki diyalogda bir müvezzinin (gazete dağıtıcısı) kolunu kaybettiğini, yerine takma kol kullandığını okuyoruz. “Çelikten makine” olarak adlandırılan bu takma kol bize dönemin teknolojik gelişmelerinin artık halk arasında yaygın olduğunu gösterir. Müvezziyle olan diyalogda dikkat çeken bir başka ayrıntı ise klakson yasağıdır. İstanbul kent tarihinin en dikkat çekici yasaklarından biri olan, 5 Şubat 1951’de yürürlüğe giren “Klakson Çalma Yasağı”, ilk olarak pilot bölge seçilen Beyoğlu’nda uygulanır. Fahrettin Kerim Gökay, İstanbul’da bu yasağı getiren ilk belediye başkanı olur. Bir süre sonra Ankara’da da aynı uygulamaya geçilir. Bu ayrıntı ise romana şöyle yansır:

“ ‘Zaten totoda kazanmışım, takma kol gelmiş, taksi almışım ne işe yarar? Klakson yasağı olduktan sonra insan arabayı sürerken daima klakson çalmalı ki keyfi çıksın. Hem de…’” [8]

Klakson yasağından bir görsel[9]

Suat Derviş, sıklıkla yoksul halktan bahsetse de bunu romanlarında işlerken propaganda yapma çizgisinden uzak durur. Sınıfsal ayrım, paralı-güçlü ve parasız-güçsüz şeklinde ayırabileceğimiz karakterlerin ilişkileri üzerinden görülebilir. Özellikle gazete yazılarında, “Çöken İstanbul” gibi röportajlarında peşine düştüğü yankesiciler, fabrika işçileri, çalışan kadınlara mercek tutar. Buradaki izlenimleri de izini sürdüğü kesimi kurgusunda başarıyla işlemesine olanak sağlar. Bu nedenle örneğin kolu kopan kadın fabrika işçisini anlattığı röportajı, bu romanda takma kol kullanmak isteyen bir karaktere dönüşmüş olabilir. Aynı zamanda “Çöken Boğaziçi” röportajları İstanbul kenti hakkında ayrıntılı bilgiler edinebileceğimiz bir röportaj serisidir. Benzer şekilde romanlarında da kente dair olan gözlemlerini çok iyi yakalayabiliriz: Klakson yasağı örneği bunlardan sadece biridir. Bir diğer örnek ise eski evlerin yıkılıp yerine yeni binaların dikileceğini haber veren bölümdür.  Burada biraz da kapitalist sistemi sorgulatan bir yaklaşımla dönüşen bir İstanbul’a üstü kapalı bir şekilde, yan kahramanlar aracılığıyla değinilir. Şoför Mustafa’da, Acem Bekir, Mustafa’ya yıkılacak binalardan bahseder. Eski vezirlerden Süleyman Paşa’nın konağı yıkılacak, şehrin çehresi değişecektir;

“Eliyle köşede eski fakat büyük bir kârgir evin altında olan küçük kahvehaneyi işaret etti ve ‘Bunu yıkacaklar,’ dedi. ‘Ta şuaradan aşağıya kadar yıkacaklar. Beş blok yapacaklar şurasını… (…) Hepsini satın almışlar. Bütün bunların hepsini yıkılacak, günah be. Bu eski vezirlerden Süleyman Paşa’nın konağı, şu da sadrazam…’”[10]

Değişen İstanbul’dan dem vurulan bir yer de Cihangir’dir; Cihangir’in “bozulmuşluğu”nu Mustafa şöyle ifade eder:

“Eskiden ne temiz bir yerdi burası. Burada eskiden temiz aileler yaşardı, ama şimdi dört tarafı ya kadın istasyonu ya randevu evi.”[11]

Zerrin’in de bu evlerde olduğunu düşünen Mustafa kıskançlıkla birlikte gelen öfkesine hâkim olmakta güçlük çeker. Görür görmez vurulduğu Kemeraltılı (Karaköy) Zerrin’i her gün geçtiği köşede dört gözle bekleyen Mustafa’nın Zerrin’le karmaşık bir ilişkisi vardır. Hem onu çok beğenir hem içten içe çok öfkelidir ve Zerrin’e her öfkesinde Melek’e de öfkelenir. Zerrin’i beğendiği için kötü bulduğu bu işi yapmasını ona yakıştıramaz; Melek ise kardeşi olduğu için onun adını lekelemektedir. İnsan ilişkilerinde para-aşk denklemleri kurduran, kişisel çıkarların öne çıktığı bir romandır Şoför Mustafa. Mustafa, Zerrin’e zamanı geldiğinde açılır ancak Zerrin’in ondan istediği ilk şey para olur. Devamında Zerrin’e bu işi yakıştırmadığını söyleyen Mustafa ile tartışan Zerrin, Mustafa’yı ahlak denilen şeyin ne kadar konforlu bir dünyadan ve sadece kadının aleyhine kurulduğuyla yüzleştirir. Bu yüzleşmeden hemen sonra Mustafa’nın Melek’le konuşması gerçekleşir.

Kitabın uzunca bir bölümü ise Mustafa’nın kardeşi Melek’e ayrılır. Melek hayatı boyunca sevildiğini hissetmemiştir. Mustafa’nın eşi Munise ondan kurtulmak için bir an önce baş göz edip Melek’ten kırk yaş büyük Kâmil Efendi ile evlendirir. Melek, hayatı boyunca kocasından nefret eder. Kâmil Efendi Melek’e hiçbir maddi imkân sunmadığı gibi ona yatakta bir zevk aleti, evde de bir besleme gibi davranır. Çoraplarını örecek, söküklerini dikecek, çamaşırlarını yıkayacak biri olarak görür. Melek, Kâmil Efendi’den tiksinmektedir. Küçükali’deki komşusu Aysel ile tanışınca Melek’in hayatı değişir. “Mustafa’yı çıldırtan hadiseler”in başlangıcı Aysel ile olan dostluğudur. Aysel, Beyoğlu’nda Bekâr Sokağı’nda bir terzinin yanında çalışan çıraktır. İş yerine gitmek için Tünel’den Ağa Cami’ye kadar yürür ve yol boyunca en büyük zevki dükkânların vitrinlerini izlemektir. Hanımefendiler neler giymiş, neler takmış, neler diktirmiş, neler almış… Hepsini tek tek Melek’e anlatır. İkisi sinema yıldızı olmak için bir gün başvuruda bulunur. Gizlice Tarlabaşı ile İstiklal Caddesi arasında bir sokağa gidip fotoğraflarını bırakırlar. Bu yolla mayolu, çıplak fotoğraflar verdikleri mecmualara çıkarlar ve randevu evlerindeki maceraları başlar. Onları bu sürece götüren sinema yıldızı olma arzularının temelinde ise sevilmek istemeleri yatar; Aysel de Melek de bunu istediklerini birbirlerine açıkça ifade ederler.[12] Serdar Soydan, Şoför Mustafa eserinin sonunda yer alan Suat Derviş’in romanları üzerine kaleme aldığı değerlendirme yazısında, kadınların “iyi bir yaşam, bazen sevilmek, arzu edilmek uğrunda bir maceraya atılması ve bu yolda bir seks işçisi haline gelmesi Suat Derviş’in uzun bir süre ilgisini çekmiş” olduğunu belirtir; ancak Derviş’in ele aldığı bu kadınları Yeşilçam klişelerindeki gibi nesne olarak değil “özne” olarak kurguladığını da vurgulamıştır.[13] Bu kurgudan dolayıdır ki biz romanda Melek’in de Zerrin’in de seslerini fazlasıyla duyarız. Yine Soydan’ın da değindiği gibi romanın sonunda feraha çıkmak Yeşilçam filmlerindeki gibi “namusun temizlenmesi” ile değil barışmakla, affetmekle mümkün olur.[14] Böylece hegemonik erkeklik de eril ahlâk da yeniden üretilmemiştir.

İstanbul, Mustafa için romanın son bölümüne kadar diğer esnaflara, şoförlere, çaycıya, terziye Melek yüzünden rezil olduğunu hissettiği bir “bataklık” gibidir. Herkesin ona yargılayarak baktığını düşündüğü, dışlandığını sandığı ve kendisini ait hissetmediği bir İstanbul’dadır. Bu hislerden dolayı Melek’i hep öldüreceğini düşünmüştür. Romanın son kısmında Melek’le açık açık her şeyi konuştukları kısımda Mustafa da içinden olayların böyle seyretmesine şaşırır ve sonra Melek’i de şaşırtarak birlikte yeni bir hayat kuracaklarını ifade eder:

[Melek:] ‘Bu nasıl olur artık? Bundan sonra ben nasıl eski hayatıma dönebilirim? Nasıl olur da kurtulurum?’

‘Sen istedikten sonra kardeşim, her şey olur. Bu ölüp yeniden doğmak gibi bir şey olur.’

‘Beni yanına alırsan İstanbul içinde yaşayamazsın.’

‘Tek şehir İstanbul değil ya,’ dedi. ‘Bir başkasına gideriz. Ama buna ne hacet? Zaten onlar sonradan düşünülecek bir şey.’

‘Ağabey sonra pişman olursun.’

‘Kalk!’ diye tekrarladı. ‘Giyin. Ben aşağıya otel borcunu ödeyene kadar hazırlan.’[15]

Yazıyı noktalarken ilginç bir analojiyi belirtmek istiyoruz: Soner Sert’in Biamag’deki yazısında[16] dikkat çektiği gibi, romanda arabayla Mustafa’nın karakteri arasında kurulan benzerlik romanın sonuna kadar devam eder. Mustafa arabasını eski, külüstür bulur ve değiştirmek ister. Mustafa’ya şoför ve esnaf tanıdıkları Morukların Mustafa diye seslenir; elli iki yaşında kendisinin “amca” yerine konulması, moruk denmesi Mustafa’nın ağırına gitmektedir. Yani Mustafa arabasından da kendisinden de memnun değildir; zaten kendisini de “makine adam” olarak tasvir eder.[17] Bu durum şehirle ilişkisine de yansımıştır; arabası bozulup da yaya olduğu zaman İstanbul’u hiç izlemediğini, İstanbul’daki nice güzel manzaranın tadını çıkarmadığını, hep seyir halinde yaşadığını fark eder.[18] Tıpkı bir durup İstanbul’u izlediği gibi romanın sonunda da durup Melek’i dinlemesi her şeyin değişimini mümkün kılar. Melek’le kurduğu şefkatli ilişki arabasıyla ilişkisini de hemen değiştirir. Kendisinden memnuniyeti arabasına da yansır; tabi İstanbul sokaklarına da…:

“Melek’i sağına oturtup kendisi de direksiyona geçti. Otomobili hareket ettirdiği zaman Asmalımescit sokakları ona genişlemiş, ferahlamış gibi geldi. Beyoğlu caddesi de öyle. Eski külüstür arabası sanki aylardır almasını hayal ettiği marka araba gibi ona mükemmel geldi. Trafik memurları sanki ona gülümsüyor, öteki otomobiller yanında onu korur gibi süzülerek geçiyor, yayalar artık sabırsız değil. Her şey güzel, unutulmayacak kadar güzeldi.”[19]

 Sinemada sıklıkla işlenen klişe bir hikâyeyi, film artisti olmak için evden kaçan genç kadının “kötü yola düşme” hikâyesini feminist bir perspektiften okuyucuya sunan Suat Derviş, külüstür bir taksiyle bizi İstanbul sokaklarında utanç, öfke ve huzursuzlukla gezdirdikten sonra Asmalımescit’teki bir otelde seks işçisinin odasında klişeyi bozan bir şekilde refaha kavuşturur.

1960’lar İstiklal Caddesi[20]

[1] Suat Derviş, Şoför Mustafa, İthaki Yayınları, İstanbul, 2021.

[2] Fotoğraf, “Eski Zamanlarda İstanbul’un En Güzel Fotoğrafları ve Resimleri” Facebook sayfasından alınmıştır, https://www.facebook.com/EskiZamanlardaIstanbulunEnGuzelFotograflari/photos/taksim-1960-lar/534874649929533/ (son erişim tarihi: 12.10.2022).

[3] Fotoğraf, “Eski İstanbul Fotoğraf Arşivi” isimli interner sitesinden alınmıştır, http://www.eskiistanbul.net/976/elmadag-kavsagi-1960lar (son erişim tarihi: 12.10.2022).

[4] Fotoğraf, “Eski İstanbul” adlı internet sitesinden alınmıştır, http://www.eskiistanbul.net/resimler/bebek-meydani-1960.jpg (son erişim tarihi: 12.10.2022).

[5] Suat Derviş, Şoför Mustafa, s.26.

[6] Fotoğraf, “Eski İstanbul” adlı internet sitesinden alınmıştır, http://www.eskiistanbul.net/651/bebek-ve-bog (son erişim tarihi: 12.10.2022).

[7] Fotoğraf, “Eski İstanbul” adlı internet sitesinden alınmıştır, http://www.eskiistanbul.net/301/1960larin-baslarinda-bebek-ve-bogazici (son erişim tarihi: 12.10.2022).

[8] Suat Derviş, Şoför Mustafa, s.13.

[9] Görsel, TRT Arşiv’in Facebook sayfasında paylaştığı “Klakson Çalma Yasağı” adlı videodan alınmıştır, https://www.facebook.com/watch/?v=819631125562096 (son erişim tarihi: 12.10.2022).

[10] Suat Derviş, Şoför Mustafa, s.15-16.

[11] A.g.e., s.137.

[12] A.g.e., s.49

[13] Serdar Soydan, “Birbirinden Doğan Kadınlar ve Romanlar”, Şoför Mustafa, s.171.

[14] A.g.e., s.173.

[15] Suat Derviş, Şoför Mustafa, s.166.

[16] Soner Sert, “Suat Derviş’in Şoför Mustafa’sı”, Biamag Cumartesi, https://bianet.org/biamag/kitap/251516-suat-dervis-in-sofor-mustafa-si (son erişim tarihi: 12.10.2022).

[17]Suat Derviş, Şoför Mustafa, s.164.

[18] A.g.e., s.111.

[19] A.g.e., s.166.

[20] Fotoğraf, Pinterest’ten alınmıştır, https://tr.pinterest.com/pin/360780620162337177/ (son erişim tarihi: 12.10.2022).