“Herkes Kocama Benziyor” Oyunu Üzerine: “Kadın olmaya ne zaman başladım?”

Melike Sönmezer

melikesonmezer@sanatkritik.com

Yazıya, oyunu bu kadar geç izlemenin utancını paylaşarak başlamak istiyorum. Tiyatronun diğer sanat dallarından farklı oluşunun meşakkati, bir izleyici için de burada kendini belli ediyor. İki yıl önce bu oyun için yola çıktığımda, o gün yaşanan ani bir olay nedeniyle oyuna gidememiştim. Ancak her izleyiciden bu oyuna dair o kadar çok şey duydum ki, üstelik 2022 yılında Afife Jale’de Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu ve aynı yıl Direklerarası Tiyatro Ödülleri’nde “Yılın Tek Kişilik Performansı” ödülünü alan bu oyun, elbette listemin en başında yer alıyordu.

Oyun, ilk perdesini 2020 yılında kısa versiyonuyla bir yıl boyunca sahneledikten sonra, 2021’de genişletilmiş hâliyle sahnelenmeye devam etmiş. Bugün hâlâ alkışlarla karşılanıyor olması hem anlatısının hem de oyunculuğunun zamansızlığını gösteriyor.

Pınar Güntürkün’ü sahnede ikinci kez izledim. İlk olarak Moda Sahnesi’nde Nezaket Erden’le birlikte oynadıkları Tırnak İçinde Hizmetçiler oyunundaki performansıyla tanımıştım. Bu kez İBB Habitat Sahnesi’nde izlediğim oyun, dekorsuz, tek perdede geçen bir “kadınlar hikâyesi.” Evet, Pınar Güntürkün bu kez sahnede yalnız ama anlattıkları onlarca kadının sesiyle dolu.

Siz koltuklarınıza yerleşirken Ayten’in neşesi sizi hemen içine alıyor. Günün, haftanın hatta kronik streslerinizi omuzlarınızdan çekip alıyor. Neşet Ertaş şarkılarıyla sizi sıcacık bir karşılama içine davet ediyor; oynayarak, gülümseyerek bir aidiyet hissi yaratıyor. Seyirciyle kurduğu bu içten temas o kadar güçlü ki, oyun başlamadan önce bazı seyirciler Güntürkün’ün danslarına eşlik edip birlikte göbek attı. Uzun zamandır unuttuğumuz basit ama samimi neşeleri yeniden hatırlamamızı sağladı. Pınar Güntürkün, anları –özellikle kriz anlarını– kotarma ustası. Bu oyunda da bunu bir kez daha gösteriyor. İlk kez İBB Habitat Sahnesi’nde oynadığını Ayten karakterine bürünerek anlatırken, bir yandan da rejiyle ilgili doğaçlama diyaloglar kuruyor. Salonun sıcaklığı, ses düzeni, seyirciyle kurulan anlık iletişim… Tüm bu doğaçlamalar oyunun enerjisini yükselterek seyir zevkini artırıyor.

Oyunun konusuna gelirsek: Ayten, bir pavyonda tuvalet temizliğinden sorumlu, kocası tarafından terk edilmiş ve iki kızını tek başına büyütmek zorunda kalmış bir kadındır. Aslında bu hikâye, edebiyatta ve sinemada sıkça karşımıza çıkan bir temaya dayanıyor; ancak Pınar Güntürkün’ün yorumuyla sıradanlıktan çıkıp güçlü bir toplumsal temsile dönüşüyor. Ayten’in ağzından dinlediğimiz bu yaşam öyküsü, bir bakıma sahnede anlatıcılık geleneğini yeniden canlandırıyor. Fakat bu anlatıcılık ne teatral bir uzaklık içeriyor ne de duygusal bir ajitasyona kaçıyor. Ayten, seyircinin karşısına çayını, rakısını alarak oturuyor; hikâyesini içten bir sohbet havasında anlatıyor. Bazen güldürüyor, bazen içimizdeki yaralı konulara dokunuyor. Seyirciyle etkileşim kurduğu anlarda oyunun sınırları bulanıklaşıyor ve sahneyle salon arasındaki mesafe neredeyse ortadan kalkıyor.

Ayten, kendi tabiriyle “baba evinden koca evine” geçen, hayatı boyunca görünmeyen emeğiyle var olmaya çalışan bir kadın. Ona sunulan dünyanın mutluluk vaatleri, alkolik bir koca, görünmeyen ev içi emek ve güvensiz bir yaşamla yerle bir oluyor. Ayten’in hangi şehirde yaşadığını bilmiyoruz ama hikâyenin geçtiği yerin, Türkiye’nin birçok kadınının yaşadığı ortak coğrafya olduğu açık. Kocası gidince çocuklarıyla annesinin evine dönüyor. Kayınvalidesine ve çocuklarına yıllarca bakım veren Ayten, bu kez ölüm döşeğindeki annesine bakmakla yükümlü. “Annem bana acıdı da çok yatmadı,” derken, halı altına süpürülen bir gerçekliği sessizce açığa çıkarıyor. Bu gerçek: güvencesiz ev içi emek.

Ayten aslında bir prototip: Ev içi emeği görünmeyen, bakım emeği “doğal” sayılan, karşılığında hiçbir şey alamayan binlerce kadının temsili. “Evde yaptıklarım iş sayılmıyordu ama ben yoruluyordum. Pavyonda çalışmaya başlayınca para kazandım, kendimi bildim,” diyor. Bu söz, oyunun merkezindeki farkındalık anını belirliyor.

Bir gece yaşadığı olaydan sonra Ayten’in bilinci değişiyor. “Kadın olmaya ne zaman başladım?” diye sorarken, içsel bir sorgulamanın kapılarını aralıyor: “Çocukluğumdan vazgeçtim, bedenim büyüdü, ben küçüldüm. Yok oldum. İçimden konuştum. Kimim bilemedim, neyi severim bilemedim.” Bu sözler, kadınlığın toplum tarafından biçimlendirilen sınırlarını sorgularken, izleyicinin de kendi benliğini tartmasına yol açıyor. Var olamamayı anlatıyor ama bunu öyle içten, öyle neşeli yapıyor ki, salondaki kadınlar farkında olmadan başlarını sallayıp onaylıyorlar. Bu onaylama, “güçlü kadın” söyleminin yüzeyinde değil, çok daha derin bir yerden geliyor. Ayten’in “Biz kimiz? Kimleri beğeniyoruz? Kadın kimliğimizi gerçekten inşa edebildik mi?” soruları, sahnenin ötesine taşarak izleyiciye yöneliyor.

Bazen susmayan iç seslerimize –bugünlerde “overthink” diye adlandırılan hâllerimize– kendi reçetesini sunuyor, “Yeter ulan!” diyerek. Bu tepki hem bir başkaldırı hem de bir iyileşme biçimi olarak sahnede yankılanıyor.

Oyundan çıkınca herkesin bir Neşet Ertaş açıp dinleyeceğini hissediyorsunuz. Ben de öyle yaptım. Hatta oyuna dair bir çalma listesi var mı diye merak ettim. Yönetmen yardımcısı Alis Çalışkan’ın hazırladığı bir listeyi bulunca, yazının sonuna ekleme isteği doğdu. Çünkü oyunun müzikleri de hikâyenin duygusal yükünü taşıyan önemli bir unsur.

Ayten’i izledikçe Seray Şahiner’in Ülker Abla kitabı geldi aklıma. Ülker Abla, Ayten’le tanışsa eminim iyi arkadaş olurlardı. Ayten onu pavyonun makamında ağırlar, Ülker Abla ona bir atkı örerdi. İki farklı metnin kadın karakterleri, direngenlikleri ve neşeleriyle birbirine selam gönderiyor. Bazı insanlar şu an yaptıkları işleri yapmasalardı ne yaparlardı diye düşündüğünüz olur ya, Pınar Güntürkün’ü izlerken bunu sık sık düşündüm: “Ya oyuncu olmasaydı?” Eminim tiyatro için büyük bir kayıp olurdu. Dilerim siz de bir fırsat yaratır ve bu muhteşem performansı izleme şansını yakalarsınız. Çünkü Ayten’in hikâyesi yalnızca bir kadının değil, bu topraklarda var olmaya çalışan tüm kadınların hikâyesi.

Ülker Abla Kitabı Üzerine:

Oyunda Geçen Şarkılar:

https://open.spotify.com/playlist/1YqrUViktAvXMeWw53qAY4?si=d5779cae82354ac9

Yazan: Alis Çalışkan
Yöneten: Hakan Emre Ünal
Oynayan: Pınar Güntürkün
Dramaturji: Ekip çalışması
Yönetmen Yardımcısı: Alis Çalışkan
Afiş Tasarım: Yaşam Özlem Gülseven
Teknik Uygulama: Taha Arıkan
Fotoğraf: Ayçin Çalışkan
Yapım: Temsili Sahne