
Hasan Öztürk
Edebiyatımızın yaygın ‘dönem/grup’ kategorilerinin dışında kalmış öykü ve tiyatro yazarı Haldun Taner (1915-1986), aynı zamanda fıkra/düzyazı ustasıdır da. Edebiyat çevrelerinde çoklukla Keşanlı Ali yazarı bilinen tiyatro ustasının öykülerinde edebiyat; yazarı, okuru ve ortamıyla önemli sorun olarak anlatılır. Haldun Taner, dönemindeki sanatçı dostlarını anlatırken “ölürse ten ölür canlar ölesi değil” dediklerinden biriyken Zamanın Getirdiği Perspektifler kitabıyla yeniden çıktı edebiyat okurunun karşısına. Başka yazarların da gazete ve dergilerde kalmış yazılarını özenle yayıma hazırlayan Tuncay Birkan’ın, ustanın “dünya edebiyatının seçkin yazarları ve yapıtları üstüne gazete ve dergilerde çıkmış yazılarından” oluşturduğu Zamanın Getirdiği Perspektifler kitabı, “Dünya Edebiyatı ve Edebiyatçıları” alt başlığıyla yayımlandı. (YKY, Ekim 2022)
Haldun Taner’in yazdıklarından söz edecek olduğumda, “Ases” (On İkiye Bir Var) öyküsünün, işin sonunda “muslukçu ustası” olabilmiş bir futbolcudan söz eden anlatıcısının yargısını anımsarım: “Yazarlık nedir? Bir hüsran avuntusu. Bütün hüsranların avuntusu. Yazarlık bir narsistik kompleks: ‘Bak ben ne yazdım. Ne marifetlerim var benim. Okuyun beni. Beğenin zekâmı, buluşlarımı’ demek. Sade yazarlık mı? Aktörlük, askerlik, politikacılık, işadamlığı; hırs olmadan, beğenilmek hevesi olmadan yapılır mı?” Zamanın Getirdiği Perspektifler kitabının yazılarını okurken yazarlığın “bir narsistik kompleks” olup olmadığını düşündüm açıkçası. Bu yargı, yazılarıyla dünya edebiyatı turuna çıktığım kitabın yazarı için geçerli değil dedim kendime, okumanın sonunda.
Ne çok isimden söz etmiş yazılarında Haldun Taner: Shakespeare, Çehov, Hugo, Kafka, Flaubert, Camus, Malraux, Canetti, Brecht, Hemingay, William Faulkner, Thomas Mann, Jacques Prévert, Henry Miller, William Saroyan, Konstantin Simonov… Satır aralarındaki başkalarını da ekleyelim bu adlara… Kitabın adındaki “dünya edebiyatı” ile sınırlı değil kitabın içeriği, bunu belirtmeliyim öncelikle. Dünya edebiyatının sanatçıları yanında edebiyat; yazarı, öyküsü, eleştirisi, biyografisi, klasikleri, çevirisi ve günlüğüyle de Zamanın Getirdiği Perspektifler kitabındadır. Ayrıca, 7 Mayıs 1986’da ölen bir yazarın, kitabındaki son yazısının yayımlanış tarihi 19 Ocak 1986 ise bu büyük ustanın yazı üretkenliği de kıskanılacak türdendir.
Zamanın Getirdiği Perspektifler kitabının “Dünya Edebiyatı ve Edebiyatçıları” alt başlığını görenler, büyük sanatçıların ‘hayatı, sanatı, eserleri’ türünden biyografi bilgileriyle karşılaşacaklarını sanmasınlar. Kitabın, çoklukla ‘tiyatro’ odaklı yazıları, yaşamın içinden gelen ve yazarının yaşamıyla yakınlığı olan ‘canlı’ yazılardır. Bunun böyle olmasında, yani anlatımın akıcılığında, hiç kuşkusuz usta yazarın ‘dil işçiliği’ önemlidir. Kitabın, Othello’nun bir karakterinden esinle yazılan “İago’lar ya da Entrika Sanatı” başlıklı ilk yazısının şu iki cümlesini burada önemsiyorum: “Dünya İagolarla dolu. Başka bir deyimle, belki herkeste uygun bir ortamda az ya da çok yeşerecek İagoluk tohumları var.” Shakespeare’in entrikacı karakteri İago, aynı zamanda dilin özgür kullanımıyla da dikkati çeken bir karakterdir. Elif Baş, “Othello’nun kör noktası: Kelimelerin oyunbazlığı” (RumeliDE Journal of Language and Literature Studies 2019.17) yazısında, “kelimelerin anlamıyla sürekli olarak oyna”yan İago’nun dil kıvraklığını Derida’nın dil kuramıyla açıklarken nedense Haldun Taner’e çevirdi bakışımı. Belki entrikacı olarak her birimizde “uygun bir ortamda az ya da çok yeşerecek İagoluk tohumları” vardır da “dilin oynaklığından faydalanmakla” yetinmeyip de anlam değişkenliklerini daha ileriye taşıyan İago’larımız azdır yazı yaşamında. Haldun Taner’in iyi okurları, bu dil konusundaki vurgumun tanıklarıdır gibi geliyor bana.

Haldun Taner’in, andığım yabancı sanatçıları konu edinmiş yazıları, kitabî bilgiler değil de onların bizdeki yansımalarıyladır. Oyun metni yazmanın ötesinde tiyatronun içinde yaşayan usta; yabancıların oyunlarının çevirileri, sahnelenişi ya da ekranlarda gösterimiyle ilgili izlenimlerini tanıklıklarıyla anlatır yazılarında. Edebiyatın tarihiyle ilgili kitaplarda pek karşılaşma şansımız olmayan çokça ayrıntıyı görmek bir yana Türkiye’de bir dönem tanık olunan sanat ortamlarına da gideriz bu yazılarla. Dünyanın büyük sanatçılarının yaşamlarından ve yazdıklarından seçip aldıklarıyla da sözünü söyler bize Haldun Taner. Sahnedeki bir oyunu seyrediyormuşuz gibiyizdir onun yazdıklarını okurken.
Hamlet ve yazarı için edebiyatın kaynak kitaplarının yazmayacaklarını yazar Haldun Taner: “Basit seyirci, onun oyunlarındaki aksiyona kapılır gider. Aydın seyirci, onun kanatlı sözlerine takılıp yücelir. Bilge seyirci, onun repliklerine serpiştirdiği hikmetlerle beslenir, ışıklanır.Shakespeare, başka bir yazarın bir araba dolusu lafla gevelediğini tek ve kıvrak bir cümleye sığdırabilen bir söz sihirbazıdır.” Adı geçen oyunun, “Çürümüş bir şey var Danimarka krallığında” cümlesine, 17 Şubat 1980 tarihli yazısında alaycı bir not düşer Haldun Taner: “Bu cümlenin son iki kelimesini pasaportumuzun kabındaki iki kelime ile değiş-tokuş edemez miyiz?”. Yazının yayım tarihi, bizdeki çürümüşlük için anlamlıdır.
Son yıllarını sürgünde geçirmiş Çehov’un öykülerini, “sonbaharın güneşli bir ikindisi” ile yakın gören Taner, öykücünün tiyatrolarından da söz ederken genç yazarlara “Kötü yazdığınız için üzülmeyin” diyen ustanın yaratıcı yazarlık önerilerini de aktarır: “Kuş nasıl öterse ben de öyle kolay yazarım.” Büyük romancı Thomas Mann’ı anlatırken “Naziler onu zıvanadan çıkarıncaya kadar, mizacı icabı, fildişi kulesine kapalı kaldı ama, bıçak kemiğe dayanınca, yurtdışına kaçıp, isyan bayrağını açtı.” diyen Taner, iktidarın edebiyat üzerindeki dayatmalarını eleştirmeden de geçmez: “Ne olurdu, insanları bir kalemde harcayıvermekten hoşlananlar, daha önce o insanın yaptıklarını biraz etraflıca anlama zahmetine katlansalardı.” Kibarca ancak oldukça büyük bir beklentidir onunkisi. Kitabın, “PEN Kongresinin Düşündürdükleri” başlıklı son yazısı, anılan zahmete katlanmayanlara bir uyarıdır: “Yazarların sorunları daha çok yönetimlerle. Yönetimlerin amaçları ile yazarlarınki çoğu zaman uyuşmuyor. Büyük oy kalabalıklarını kazanmaya yönelik iktidarlar sayıca zaten küçük bir azınlık oluşturan ‘bu ukala takımını’ önemsemez görünüyorlar. Ama için için de onların, toplumun kalbi, beyni, vicdanı olduğunu, yarının sismografı olduğunu hissediyorlar. Öyle olmasa bunca ürker, çekinir, frenlemeye, susturmaya çalışır, bazen de zorbalığa başvururlar mı?”
Edebiyat dünyasında çokça tartışılmış konu yazarların, yaşam tarzlarıyla yazdıklarının uyuşmazlıklarını Sait Faik ve Refik Halit ile olan tanışıklıklarıyla örneklendiren Haldun Taner, “seksen şu kadar yaşında barlarda şarkı söyleyen on sekiz yaşında bir Japon kızına” tutulmuş Henry Miller’e şaşkınlığını gizlemez. Onun yazdığı “İhtiyar Adam ve Genç Kız” için “Kendini küçültmenin bundan büyük şiirli bir örneğine az rastladığımı söyleyebilirim.” diyor. Bu duruma kendince ilginç bir çözüm de bulmuş: “Ya bazı yazarlar yazarken trans haline gelip kendi küçük ve önemsiz kişiliklerini aşan alanlara ve seviyelere ulaşıyorlar ya da bilinçle, iradeyle kendilerini zorlayıp hiç değilse bir yazı boyu, olduklarının üstüne çıkmaya kendilerini zorluyorlar.” Yaratıcı yazarlık adına düşünülmeye değer bu açıklama.
Zamanın Getirdiği Perspektifler kitabının son yazıları, yazarının katıldığı edebiyat etkinliklerini anlatan ve edebiyatın sorunlarıyla ilgili yazılardır. Kitabın; “Eleştiriye Kulak Vermek”, “Çetin Bir Ceviz: Biyografi Yazarlığı” ve “Öykünün Ö’sü” başlıklı üç yazısı, ilgililerine adlarıyla söyleyecek sözleri olduğu gösteriyor. Haldun Taner, “edebiyatın en samimi türü” dediği ‘günlük’ yazıları için samimiyetin kaybolduğundan, “Herkes günlük yazarken suniliklerinden arınır, bizde çokluk bunun tersi oluyor. Günlüğe makyajla oturuluyor.” sözleriyle yakınır. “Kendine Kıymak Üzerine…” yazısında “yaşlılıkla bir türlü uzlaşama”mış Hemingway ile “hava bozunca tekrar güneşin çıkacağını” sabırla bekleyememiş Zweig’in acı sonlarına tanık oluruz.
Batılı büyük romancıların politik yaşamdaki etkinliklerine değinen “Yazarın Sorumluluğu” başlıklı yazı, bugün de tartışılan yönüyle önemini koruyor doğrusu. Yazısında ‘yazar’ ile ‘yazıcı’ ayırımına özellikle vurgu yapan Taner, “Gerçek ve büyük bir yazar, ortaya yeni görüşler atan, dünyayı daha iyi anlamaya ve anlatmaya çalışan, dolayısıyla daha iyi hale getirmek için uğraşan bir fikir öncüsüdür.” yargısıyla kendi konumunu açık seçik belirtiyor. Çünkü ona göre “Yazar, bulunduğu yüksekçe tepeden, güneşin doğuşunu ilk gören insandır. Vadidekiler, güneşin biraz sonra doğacağını onun alnına vuran ışınlardan anlarlar.” Tepedekiler ile vadidekilerin birbirlerini göremediği bir dünyanın yazarı için büyük söz doğrusu…
Alnına vuran ışıklardan güneşin doğacak olduğunu anladığımız ‘yazar’ kişilerin itibar kaybettiği modern dünyada Haldun Taner yazılarını okumak, edebiyat adına bir umut kaynağı sayılmalı derim. Zamanın Getirdiği Perspektifler ile “Okumak, insanı megalomanlıktan, narsisizmden, kendi fikirlerine hayranlıktan kurtarır. Alçakgönüllü olmaya, dengeli olmaya, ölçülü olmaya götürür.” (Eleştiriye Kulak Vermek) diyen ustanın ‘düzyazıları’ listesine bir kitap daha eklenmiş oldu. Haldun Taner okurlarının, kitabı tez zamanda edinip okuyacağını düşünüyorum. Türkiye’nin üniversitelerinde ‘Batı dilleri ve edebiyatı’ okuyan ve okutanların elinde, Zamanın Getirdiği Perspektifler kitabını göreceğimiz günlerin yakın olmasını dileyelim. Edebiyatın iyi okurları, “insanlar bir gün edebiyatı büsbütün gereksiz bulmaya kalkarlarsa bunu da doğal karşılamaya kendimizi şimdiden alıştıralım” uyarısından kendilerine bir ders çıkarırlar umarım.