.

Genç Okurlar İçin “Yaşlılık”; Paco Roca

Simlâ Sunay

Yaşlılık meselesi çocuk ve gençlik edebiyatının başat konularından değildir. Kemalettin Tuğcu’yu (ona karşı önyargılarla birlikte) saymazsak çocuk ve gençlik edebiyatında anneanne-babaanne ve dedeler kendi sorunsalları içinde değil daha çok yan rollerde, yardımcı, kurtarıcı, süper ve aykırı kahramanlar olarak temsil edilir. Harika anneanneler yaşlılık üzerine toplumsal olarak düşünmek ve tartışmak için olanak tanımaz. Yaşlıların gündelik hayatına dair kalıp yargılar sıkça yer alırken yaşlı karakterler yaşlı olmanın getirdiği eşitsizlikleri ve ayrımcılıkları pek yaşıyor görünmez. Yaşlılık meselesine odaklanmak aile ve sosyal devlet kavramlarını tartışmak için önemlidir ama bu filtre olanağı da çoğunlukla ıskalanır.  Çocuk haklarını tek başına konuşmayı seviyorsak… Ya da kadın, yaşlı, çocuk, “engelli”, hayvan gibi “dezavantajlı” addedilen toplumsal konumlu grupları genellikle aynı cümlede anarken bir yandan bunların kendi içerisinde oluşturdukları temsiliyet hiyerarşisini benimseme tutarsızlığındaysak… Kesişimleri, çapraz bağları; yaşlı kadın, engelli çocuk, yavru hayvan gibi kategorileri siliyorsak… Bu ikilemleri aşan, Valensiyalı sanatçı Paco Roca tarafından çizilip yazılan, iki çizgi roman Ev ve Kırışıklıklar genç okurlarla yaşlılık (tüm bir sosyal sistem) üzerine düşünme ve konuşma imkânı sunuyor. Roca bize bu olanağı açarken “aile” merkezinde sıkışmadan görmezden geldiğimiz çıplak ve sert gerçeklikleri yansıtabiliyor. “Ev” ve “huzurevi” mekânlarının çatlaklarında dolaştırabiliyor.

“BURASI EV OLACAK”

Roca, Ev adlı çizgi romanında, o bildiğimiz hayatağacına (soyağacı ya da aileağacına) evi de ekleyerek mekândan bağımsız toplumsal (ve soya dair) bir tartışma yapılamayacağını gösteriyor (Görsel 1, sayfa 31).  

Bu çok çarpıcı. Yaşlı bir erkek öldükten sonra, yazlık evini toplamaya gelen çocuklarının ev ile kurdukları yas ve hafıza ilişkisini anlatan romanda, ev mekânı zaman makinesi gibi işliyor. Yaşlı sahibinin ölümü evi canlı bir bedene çevirmiş. Çocukları evi satmak için onarırken, her köşede buldukları, karşılaştıkları nesnelerle geçmişe bir yolculuk yapıyor ve bu yeni yolculuk anıların nasıl da yalancı çıkabileceğini kanıtlıyor. Bununla beraber komşu kavramı da eve dair önemli bir figür olarak, zaman makinesinin kondüktörü kadar mühim hale geliyor. Anneleri öldükten sonra yalnız kalan babalarının (Antonio) komşusu Manolo, çocukların zihninde daha çok olumsuz tınlayan pek çok şeyin yanılgıdan ibaret olduğunu göstermek için romanda (eve yardımcı) önemli bir role sahip. Yaşlı komşu Manolo, boş kalan, artık bedenli evin yaşadığına, canlı olduğuna dair bir şahit.

Geçmişe bakmak için “ev”; fotoğraf albümlerinden, doğum günü video kayıtlarından, kutulara kaldırılmış hediyelerden, oyuncak ve giysilerden, ses kayıtlarından, bütün anı tutucularından daha büyük ve etkin. Antonio öldüğünden itibaren, onun kendi eliyle yaptığı, sık sık onarmaktan keyif aldığı, inşaat işlerinde çocuklarını yarı zor yarı teşvikle çalıştırdığı evde şimdiki zamana odaklanmak imkânsız. Bu nedenle çizgi romanda geçmiş ve şimdiki zaman aynı sayfalarda birlikte akıyor, onları ancak illüstrasyonun zemin renginden ayırabiliyorsunuz. Bazen okurken geçmiş ve şimdiki zaman karışıyor ve bu da sanatçının bilinçli olarak bizi nasıl bir okuma performansına yönlendirdiğini gösteriyor. Hikâyenin bütününde, modern ailenin kuruluşuna, dağılışına ve yeniden toplanma sancılarına da tanık olurken evin fiziki bir mekân olarak ailenin kuruluşunda ve kurum olarak işletilmesinde nasıl somut bir etken olduğunu fark ediyoruz. Ev sınıfsal statü ile hayaller arasındaki çatışmanın en doğal alanı. Ev yaşlanmayabilir. Ev nesiller arası aktarılabilir. Ev bazen sadece bir aile tarihinin müzesi olarak yaşatılabilir.

Çizgi romandaki diğer çarpıcı (geçmişten) sahne ise ev henüz inşa edilmeden önce ailecek araziye gidip evin planına dair ortak karar aldıkları sahne (Görsel 2, sayfa 58). Arazideki konumun son kararını veren de, “burası ev olacak” diyen de anne değil, baba Antonio. Antonio yuvayı yapan kişi. Zorlu yaşlılık döneminde evle yalnız başına kalan, artık kendi hayatlarını kurmuş çocukları tarafından kısmen ihmal edilen de Antonio. Ancak Antonio belki de kendi evinde yaşlanıp ölebildiği için şanslıdır, Kırışıklıklar romanındaki huzurevi örneğini okuduğumuzda aile bakımı ile sosyal devlet bakımı arasındaki ayrımları fark ediyoruz. 

“KİMSEYİ SEVMEMEK NE KADAR İYİ BİR ŞEYMİŞ” 

Kırışıklıklar adlı çizgi romanda yine yaşlı bir erkeğin hikâyesini okuyoruz. Alzheimer olmasıyla bir tür yaşlılar evi-huzur evi-bakımevine yatırılan eski banka müdürü Emilio hayatındaki bu büyük değişime uyum sağlamaya çalışıyor. Bu çizgi romanda da tıpkı Ev gibi, sahneler geçmişte ve gelecekte birlikte akıyor. Kayıt sırasında huzurevi görevlisinin vaadi şu: “Burada ona evde bakılacağından daha iyi bakarız.” Böylece Emilio sadece yaşlılar ve çalışanlardan oluşan izole bir mekânda, gidip gelen hafızasıyla beraber yaşamaya çalışıyor. Yaşadıklarının ne kadar farkında bilemiyoruz. Ancak tek anlamlı hayat bilinçli hayat değil.

Roca’nın çok karamsar bir huzurevi tablosu çizdiği kesin. Burada yaşlı sosyalliği sağlık engelleriyle pek de gerçekleşemiyor. Yaşlılar belirli saatlerde ilaçları verilen, aynı saatlerde yemek yiyen ve günün çoğunda uyuyan ve evlatları tarafından unutulmuş, ihmal edilen kişiler. Son derece mekanik bir gündelik hayat… Her ne kadar ziyaret günlerinde huzurevi dolup taşsa da bu asla yaşlıların duygusal ihtiyaçlarını karşılamıyor. Yaşlılar evinin en büyük sorunu sadece yaşlılardan oluşuyor olması gibi. Belli bir gruba yalıtılmış sosyal yaşam alanı toplumsal çeşitlilik motivasyonundan azade. (Son yıllarda mimarlık alanında, huzurevlerinin anaokulu gibi mekânlarla ilişkili planlanması tartışmaları sanırım bu nedenle arttı. Araştırmalara göre yaşlıların çocuklarla ilişki kurması onların sağlıklarını olumlu etkilemiş.)

Huzurevindeki en kayıtsız ve aktif yaşlı Miguel. Miguel arkadaşlarının sağlık yetersizliklerini fırsata çeviren ve onlardan para kopartan, sevimli bir dolandırıcı. Emilio’nun da oda arkadaşı. Hiç ailesi olmamış ve bunun ne kadar iyi bir şey olduğuyla övünüp duruyor. “Hiç kimseyi sevmemek ne kadar iyi bir şeymiş” ifadesi de ona ait. Çünkü böylece olmayan akrabalarından bir beklentisi yok. Ailesi olan ve olmayanın aynı huzurevinde olması (kutsal) aile kurumuna bir eleştiriyi de taşıyor. Ülkemizde bunu anlamak kolay değil çünkü bizde kültürel olarak akrabalık yaşlı bakımını çoğunlukla üstlenmiş durumda ve huzurevi gibi mekânlara dair önyargılar hakim. Bakım emeğini de ailenin kadınları üstlenmiş durumda. Bu eşitsizlik de göz ardı ediliyor. Nereden bakılırsa bakılsın yaşlılık çok önemli ve çözülmemiş bir toplumsal bir mesele olarak karşımızda duruyor. Ve Roca’nın da işaret ettiği gibi çözüm sadece ailede değil. Aile ve sosyal devlet işbirliği şart.

Dolandırıcı Miguel’in Emilio ile ilgilenmesi, onu giydirmesi, onunla sürekli konuşması, onu riskli de olsa maceralara sürüklemesi romanın en umut verici ve eğlenceli sahnelerini oluşturuyor. Miguel tümüyle kötü biri değil. Zamanla Emilio’yu önemsemesi onu sevdiği anlamına da geliyor, böylece Miguel kimseyi sevmediğini düşünerek kendini kandırmış oluyor. Sevgi, dayanışma, bakım paylaşımı için aile olmak şart değil.

Huzurevi, “ev”in kapandığı eşikte başlıyor. Yaşlılar bu kez hafızlarıyla baş başa. Anılarını tazeleyecek mekânları olmasa da huzurevindeki yaşlıların zaman algısı tümüyle farklı. Hem geçmişte hem de şimdiki zamanda yaşıyorlar.  Roca iki çizgi romanında da bunun bilinciyle, yaşlıların zihin akışıyla kurguluyor hikâyeleri. Böylece modernitenin dayattığı kronolojik zamanı alt üst ediyor. Pandemiyle birlikte altmış beş yaş üstünün yaşadığı ayrımcılıkları ve bu ayrımcılığın getirdiği değersizlik hissini de hatırlayarak, yaşlılık, üzerine konuşmamız gereken toplumsal bir mesele olarak yanı başımızda bekliyor. Ve bunu gençlerle yapabilmek olumlu bir dönüşüm için elzem.  

Ev, Paco Roca, Çeviren: Murat Tanakol, Desen Yayınları, 2022.

Kırışıklıklar, Paco Roca, Çeviren: Pınar Savaş, Desen Yayınları, 2022.