
Melike Sönmezer
2020 yılının pandemi günlerinde, maskelerden evlere sıkışıp kalan zamanları iyi değerlendirmek adına Latife Tekin külliyatını bitirmeyi tasarlıyorum. İlk okumamı Sevgili Arsız Ölüm ile yapıyorum. Sevgili Arsız Ölüm 1983 yılında yayımlanmış ve Tekin’in ilk romanı olması sebebiyle listemin başında yerini alıyor. Okuması bana oldukça zor geliyor. Durup nefes almak, ergenliğin hemen öncesindeki o bunaltılı hislerimi Dirmit’ten dinlemek ruhsal açıdan beni yoruyor. Gabriel Marquez’in dilinde sevdiğim büyülü gerçekçilik Latife Tekin’in bu topraklara armağanı olan Dirmit’in hikayesine de çok yakışıyor.
Latife Tekin’in Dirmit’i ile tanışmamın üzerinden üç yıl geçtikten sonra Nezaket Erden’de vücut bulmuş Dirmit ve bir saksı çiçeği ile tanışıyorum. Tiyatro Hemhal bünyesinde, oyunu uyarlayan ve yöneten Hakan Emre Ünal’ın ellerinde yeniden yaşam bulan Dirmit’le tanışmam diğer tanışma serüvenlerine hiç benzemiyor. Oldukça uzun süreli bir tanışmaya sürüklüyor bizi. Tek başına hiç ara vermeden bir buçuk saatlik bir performansla hepimizin içinden bir yerinden travmalarımıza dokunuyor. Koskoca sahnede bir çiçek, Nezaket’in devleşen oyunculuğuna eşlik ediyor.
Köyden, İstanbul’a göçen bir ailenin en küçük kızı olan Dirmit, ilk defa denizle, gemilerle tanışıyor. Gittiği okulun kütüphanesindeki kitaplar onun bambaşka dünyalara açılmasına yardım ediyor. Okudukça okumak istiyor Dirmit. Ama okudukça değişiyor, gelişiyor. Bu değişim geleneklerine bağlı anne ve babasını rahatsız ediyor. Tüm bunları yanındaki çiçeğini alıp köyündeki su tulumbasına anlatması ile oyun başlıyor. Romanın büyülü gerçekçilik hali tiyatro sahnesinde izleyici ile öyle bir birleşiyor ki hepimiz sahnede bir su tulumbası bulunduğuna inanıyoruz.
Atiye, kızı Dirmit’i uyarıyor: “Sen,” diyor, “sen kitapları bırak. Yoksa Azrail gelip canımı alacak”. Dirmit, küçük bir kız çocuğu, annesini kaybetmenin korkusuyla kitapları bırakıyor. Dirmit şarkılar söylüyor. Annesi bu sefer şarkı söylemeye devam edersen Azrail beni götürecek diyor. Bu sefer de şarkı söylemeyi bırakıyor Dirmit.
Dirmit neyi severse, kendini mutlu hissettiği her anda Azrail’in annesini götüreceği tehdidi ile karşı karşıya kalıyor. Sonra sınıfından bir arkadaşının evine gidip geliyor. Orada bir kaset çalar görüyor. Kaseti koyunca sınırsızca dinlediği müzik onu etkiliyor. O da başlıyor dans etmeye. Öyle bir dans ki bu Dirmit dans ettikçe özgürleşiyor. Özgürleştikçe dans ediyor. Bu dansı kendi evlerine de taşıyor. Annesi onu dans ederken görünce yataklara düşüyor, Azrail ile pazarlığa tutuşuyor. “Bak Dirmit,” diyor annesi, “bak dansı bırakmazsan Azrail beni götürecek”. Dirmit bu sefer de dansı bırakıyor. Sonra bir parka gidiyor. Parkta oturup karahindiba ile konuşuyor. Anlatıyor karahindibaya okumayı, dansı nasıl bıraktığını. Bunu öyle bir mizahla yapıyor ki bir yandan gülerken bir yandan ağlıyorum ister istemez.

Dirmit alegorik olarak kendi olmanın toplumsal normlarda nasıl zor olduğunu anlatıyor. Biliyoruz o hissi, hiç yabancısı değiliz. Çünkü Dirmit evin en küçük ve en önemlisi tek kız çocuğu. Abileri kendilerini bulma yolculuğunda istedikleri her şeyi yapabiliyorken Dirmit yapamıyor. Çünkü ne de olsa o bir kız çocuğu. Nezaket Erden bunu öyle bir oyunculuk haliyle veriyor ve ataerkil normların bir çocuğun hayatına tesirini öyle anlatıyor ki mizahındaki kahkaha içimde bir yerde o burukluk hissini veriyor. Sadece bir kadın olarak var olmanın bir direniş olma çabası olduğunu hepimizin iyi bildiği bir hâl.
Dirmit regl oluyor, ilk regl deneyimini anlatıyor. Annesi Atiye’nin onu nasıl artık sokakta oynamasına izin vermediğini, bu durumu anlayamamasını öyle mizahi bir yerden anlatıyor ki, ataerkil düzenin tüm normlarına kahkaha ile cevap veriyoruz. Dirmit bir erkekle ilk öpüşmesini, annesine nasıl yakalandığını anlatıyor. Tüm salon kahkahaya boğuluyor. Fakat ben gülemiyorum. Öpüşmek. İki kişilik bir eylem. Fakat Dirmit’i öpen çocuk bir yaptırım görmezken Dirmit bu eylemi nedeniyle annesinden güzel bir dayak yiyor. Düşünüyorum. 1980’lerde yazılan roman, 2000’lerde geçen çocukluğum 2023’te sergilenen bu oyunda öpüşmek eyleminin iki genç tarafından gerçekleşmesinin faturası kız çocuklarına kesilmesi yıllar içinde değiştirilemeyen zihniyet. Ona bu varoluş serüveninde, yapmaması gerekenleri toplumsal düzen diye nasıl sistemleştirdiklerini öyle bir yerden anlatıyor ki gülmemek içten bile değil. Bunu öyle bir yerden yapıyor ki yıllar önce henüz on iki yaşında küçük bir kız çocuğuyken yaşadığım anıları belleğimin derinliklerinden bir yerinden çıkarıp önüme koyuveriyor. Büyümenin ne sancılı bir eylem olduğunu, yaşadığımız toplumda önce kız çocuğu ardından yetişkin genç bir kadının var olma hikayesinin; zamanın, mekânın ve hatta koşulların üzerinde bir çaba olduğunu anlatıyor. Belki de hayatımda ilk defa ağladığım yerde minik bir gülümse konduruyorum, biliyorum o gülümsenin nedenini: Dirmit’in yenilip yeniden ayağa kalma gücüne bir tebessüm. Çocuklukla gençlik arasında bir karmaşanın tam ortasındaki beni, seni, bizi öyle güzel anlatıyor ki.
Kendisinin de söylediği gibi:
“Kır gönlünün zincirlerini!”